Süre                : 1 Saat 45 dakika
Çıkış Tarihi     : 15 Ekim 2004 Cuma, Yapım Yılı : 2004
Türü                : Komedi,Romantik
Taglar             : saç stilisti,Kadın kahramanı,güzellik Salonu
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Beauty Shop LLC , C4 Pictures , Magic Johnson Entertainment
Yönetmen       : Leslie Small (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Andrea Allen-Wiley (IMDB),Sherri A. McGee (IMDB),Devon Greggory (IMDB)
Oyuncular      : Mo'Nique (IMDB)(ekşi), Kellita Smith (IMDB)(ekşi), Gina Torres (IMDB)(ekşi), David Ramsey (IMDB)(ekşi), Taraji P. Henson (IMDB)(ekşi), Keiko Agena (IMDB)(ekşi), Cee Cee Michaela (IMDB), Joe Torry (IMDB)(ekşi), Andre B. Blake (IMDB), Bryce Wilson (IMDB), Vivica A. Fox (IMDB), Tommy 'Tiny' Lister (IMDB), Tom Virtue (IMDB), Reagan Gomez-Preston (IMDB), James Avery (IMDB), Serena Williams (IMDB), Tami Roman (IMDB), Roshumba Williams (IMDB), Michelle Griffin (IMDB), Jamaica Ja Toi (IMDB), John Salley (IMDB), Bruce Bruce (IMDB), Giorgi-o (IMDB), E-40 (IMDB), Mari Morrow (IMDB), Angela Dixon (IMDB), Jaqueline Fleming (IMDB), Melanie Comarcho (IMDB), Don Franklin (IMDB), Annie McKnight (IMDB), Sarah Leslie (IMDB), Sarah Lilly (IMDB), Joyful Drake (IMDB), Kimberly Brooks (IMDB), Niecy Nash (IMDB), Nicole Pano (IMDB), Neferteri Shepherd (IMDB), Alex Avant (IMDB), Adimu Colon (IMDB), Lanre Idewu (IMDB) >>devamı>>

Hair Show (~ Beauty Shop) ' Filminin Konusu :
Hair Show is a movie starring Mo'Nique, Kellita Smith, and Gina Torres. Peaches, a hair stylist from Baltimore, and her estranged sister, Angela, the owner of an upscale salon in Beverly Hills, get reacquainted when Peaches decides...


  • "çiçek gibi çocuklarin filmi..."
  • "insanlar bu filme göre ikiye ayrılır.izleyip birşeyler hissedenler ve hissetmeyenler."




Facebook Yorumları
  • comment image

    öyle bir film ki insanı "ben bu filmi izledim" diye gururlandırabiliyor. evet bildiğin gurur duymana sebebiyet verebiliyor bu film. çünkü kendini şanslı hissediyorsun, öyle alelade bir anda tam da canının en sıkkın olduğu bir anda aklına bir sahne geliveriyor örneğin. tüm yaşam sevincini körüklüyor, dans etme isteği, koşma arzusu ve belki de ölüp bitecek denli kahkaha atma arzusu yaratıyor sende. çünkü bir zamanların gençleri etraflarını saran tüm felaketlere rağmen, tüm savaşlara, tüm çıkmazlara rağmen hayattan umutlarını kesmemiş, gördükleri gerçek acılara, ölümlere rağmen yaşam sevinçlerini kimsenin ellerinden almasına izin vermemiş. başları dik durmuşlar ve doğru bildikleri şeyi yapmaktan kaçınmadıkları için aykırı görülüp horlanmışlar, dışlanmışlar ama asla barıştan yana umutlarını yitirmemişler. söylesenize nedir ki aykırılık? savaş karşıtlığı mıdır? yoksa savaş yanlısı olmak mıdır? insanın temel taşları, onu insan yapan tüm nadide değerler incelendiğinde doğasında barış mı savaş mı olmalıdır? çiçek çocuklar mı uç noktadadır yoksa evinde kendince normal bir yaşantı süren savaşı kendi yaşantısı gibi normal olarak algılayan ortalama bir vatandaş mı?
    ne kadar zaman oldu bilmiyorum ancak mtv'nin bir reklamında-sanırsam yaklaşan bir festivalin reklamıydı-kendi halinde uzun saçlı bir hippiemiz tüm masumiyeti ve saflığıyla çiçek böcek arasında gitarını tıngırdatmaktadır. reklam 68 kuşağına ve özellikle 60'ların, 70'lerin müzisyen ruhuna hasta olan benim dikkatimi çekmiştir. ancak reklam beklenildiği gibi olmaz, gökyüzünün derinliklerinden koca bir hoparlör hippiemizin tepesine balyoz gibi iner. ve dış ses duyulur: "hippie dönemi artık öldü." evet, sanırım öldü. öldürüldü. yaratılan bu tüketim çılgınlığı doymak bilmiyor, kavramları da ruhları da alıp götürüyor.
    çiçek çocuklar sokaklarda yatarlardı, kimilerine göre pistiler, bitliydiler ama bence hiç kimsenin olamayacağı kadar temizdiler. çiçek çocuklar esrar içerler, ot çekerlerdi, kimilerine göre beyinleri uyuşturulmuştu, ama bence hiç kimsenin olamayacağı kadar ayıktılar. çiçek çocuklar için seks bir oyundu, kimilerine göre ahlak kavramları yoktu, ama bence hiç kimsenin olamayacağı kadar ahlaklıydılar. çünkü onlar hayatın hakkını verememenin en büyük ahlaksızlık olduğunun farkındaydılar. çünkü onlar savaşın anlamsızlığını fark edecek kadar ayıktılar ve çünkü onlar masumiyetlerini yitirmedikleri için hep temiz kaldılar.
    dedim ya tüm yaşanan ve etrafını saran felaketlere rağmen yaşam sevincini yitirmemek, hayattan, barıştan umudunu kesmemek... bunlar büyük şeyler hele ki zamanımızın gençlerinin hep bir paranoya altında yaşadıkları, günlük sıradan bunalımlarla vakit öldürdükleri düşünülürse.
    çiçek çocuklar için hayat bir oyundu ve en iyi şekilde oynadılar, eğlendiler, güldüler, yeri geldi ağladılar. let the sunshine in şarkısının aslında neyi anlatmak istediğini dibine kadar kavradılar.
    şimdi mi? birçokları için let the sunshine in disco mix remixinden öte bir şey değil. çünkü dünya barışını arzulamak bir ütopya, çünkü mutluluğun kaynağı sadece endorfin.


    (lovely rita - 7 Aralık 2007 14:28)

  • comment image

    ilkokul 1'deyken ablam ve abilerimle beraber universite'nin sinemasinda gittigimiz muzikal film.. hayatimdaki ilk sinema tecrubemi ya$adigim an.. ingilizce bilmedigim icin ve altyazi konseptine ali$ik olmadigim icin konusunu anlamadigim ama soundtrackini ezberledigim (leeeeddisan$aaaayynnn leeeeddisan$aynn innn) film..


    (ssg - 10 Temmuz 1999 00:00)

  • comment image

    bir karakterin, saçını neden uzattığını soran bir şahsa verdiği "ben uzatmıyorum, kendisi uzuyor, ama sen kestiriyorsun" cevabı, barıs manco ve saçları uzun pek çok kişi tarafından çok defalar kullanılmış ünlü müzikal.


    (format1 - 11 Aralık 2002 12:23)

  • comment image

    anne ve babayla izlenmemesi gereken filmmis, bunu gordum.
    baba filmi basindan itibaren izler. sonra abuk bir yerde,
    baba - nooldu simdi bu cocuk?
    zak - valla vietnama gitcekti, sonra cicek cocuklarla takilmaya basladi, bidi bidi bididi...
    baba - esrarkes oldu yani.
    zak - !???!?!!!..... evet baba esrarkes oldu hayvan. halbuki git savas vietnama delikanli gibi dimi?

    e ama normal, ne bilsinler. koca bir nesil hipi gencligi, tecavuzcu coskun ve tayfasiyla tanimis.


    (zaknafein - 26 Şubat 2003 22:45)

  • comment image

    lise hayatım grease ile geçmişti, neredeyse her gün izlerdim eve dönünce, pek severdim (o da güzeldir zaten ayrı mesele) ama hair'i izleyince anlamıştım ki, hayatta başka şeyler de var... sonra, üniversite hayatım boyunca hair eşlik etti bana yemeğimi yerken, şarkılarını ezberledim, anlattığı felsefeyi anlamaya çalıştım.. hiç mesaj verme kaygısı taşıyor gibi gözükmeden, öyle güzel verirdi ki vereceğini..

    mesela arkadaş olmak nasıl bir şey onu gösterirdi, yanındakileri satmamak, elindekini avucundakini paylaşmak, insanlara çok kısa sürede çok fazla güvenen benim gibi başka safların da görmüştüm ve bunları yapmayan kişileri boşuna etrafımda tutmaya gerek olmadığını.. seni yargılama hakkını kendinde görecek kadar burnu büyük insanları neden hayatında tutasın? onun sana ne gibi bir üstünlüğü var ki senin seçimlerini sorgulama hakkını kendinde görüyor? sen onu yargılıyor musun? eğer yargılıyorsan, o zaman bir de dön kendini eleştir!

    mesela gösterirdi nedir hayallerinin peşinden gitmek, karnın açken o parayla at kiralamak, sonunun ne olacağını bilmeden bi arabaya atlayıp taa nevada'ya kadar günlerce yol gitmek..

    arada bir çaktırmadan kulağını da çeker, sen etrafındakilere yardım etmeye çalışırken bazen en yakınındakini kırarsın, o sana why people are so heartless diye sitem eder işte o anda..

    diyelim ki sen bir zencisindir (ister renginle, ister toplumsal statünle), her zaman toplumda aşağılanan, alt tabaka olarak görülen sen, bundan muzdarip olan sen, aynısını bir başkasına, mesela senin paryan olan kadınına yapıyorsun. beauvoir bu yüzden haklıydı, en aşağı tabakada olan erkek, daima kendine bir parya bulabiliyordu, kadınlar hep senin ikinci seviyende yer aldılar, senden daima daha ikincil olan birini bulabildin ve sana yapılan mezalimin aynısını sen de kadınına yapıyor olabilirsin, bir bak, acaba sana yapılanların acısını çıkarmak için, aynısını sen de bir başkasına yapıyor musun?

    sonra, mesela şunu diyor hair sana, "aileni sallamadın, onlar seni anlamıyorlardı, tamam doğru, ama başın sıkıştığında yine ailene gideceksin, hippie bile olsan fark etmeyecek bu"... seni yargılamalarına izin verme, ama üşenme, anlat onlara neyi neden düşündüğünü, anlat ki bilsinler, belki de seni en derinden sevenler onlar...

    evet insanlar sana karşı hep önyargılarla gelecekler, "saçını neden uzatıyorsun?" diyecekler, "o üstündekinin hali ne git başka türlü giyin" diyecekler, senin içine bakmadan ya da yaptığın iyilikleri görmeden, sahip olduğun bilgilere bakmadan önce dış görünüşünle eleştirecekler; sen ikiyüzlü yapmacık bir kibarlık sunmayacaksın, belki bu yüzden davranışlarını garipseyecekler; ama sana dayanma gücü verir hair," sen doğru olduğunu bildiğin şeyde ısrar et, en azından vicdanın rahat olur" diyecek...

    ya da bir düşün bakalım, uyuyacak evin, bir gardrop dolusu giysin, buzdolabında çeşit çeşit yiyeceklerin yok; ama bunları istediğin de yok, bunları istememek karşılığında özgürlüğünü, zamanını satın alıyorsun.. tıpkı thierry paquot'nun lükse övgü'de dediği gibi, "en büyük lüks özgürlüktür, neyi ne zaman nasıl yapacağına ya da yapmayacağına karar verebilmektir".. bu yüzden hippielerin cesaretine saygı duyuyorum, önlerinde eğiliyorum, bir dünya dolusu insanın taptığı, kendini adadığı, hayatını yoluna serdiği şeyleri ellerinin tersiyle itebildikleri için...

    hair sana hayatını sorgulatır işte bu yüzden, "madem esas mesele mutlu olmak ve madem böyle mutlu değilim, neden sahip olduklarımdan vazgeçip nasıl mutlu olacaksam öyle yaşamıyorum?" çünkü doğduğumdan beri duvarlar ördüler bana, ailem, öğretmenlerim, arkadaşlarım ve daha niceleri "çok başarılı olmalısın, sen çok zekisin, şunu şunu başarabilirsin..." evet belki başarabilirim, ama bu beni mutlu edecek mi? o duvar oraya dikilmiş olabilir ben bu yaşa gelinceye dek, ama yıkamaz mıyım onu? yeni bir çift ayakkabıya daha ihtiyacım yok, çok lüks bir eve de, ben mutlu olmak istiyorum, mutluluk özgürlük olmadan gelmez ki... bırakın paylaşayım elimdekini, belki karşımdaki de benle paylaşır elindekini ve belki mutlu oluruz kim bilir?

    ailemi seçemem, nerede doğduğumu, tenimin rengini, sizin bana yapıştırdığınız "ırk" etiketini; ama ben kendimi var edebilirim, benim önceden belirlenmiş bir özüm yok, özümü ben seçer, ben var ederim; kim olacağımı seçebilirim, iyi ya da kötü olmayı seçebilirim ama neyin iyi neyin kötü olduğu hakkındaki fikirlerim sizden farklı olabilir..

    siz belki milliyetçiliğinizle, vatanseverlik dediğiniz şeyle mutlusunuz, ama lafayette'in dediği gibi, "benim için savaşacaksan savaşma, ben bunu istemiyorum ve dahası, ben senin için savaşmazdım!" tek tek her birey savaşmayı reddetmedikçe savaş bitmez, bunu gör, o kum tanelerinden biri olduğunu farket! seni romantiklikle suçlayanlara gül geç, onlar zamanında kralların yok olacağına, kadınların oy hakkı olacağına, hatta belki soya dayanan ünvanların gün gelip önemini yitireceğini söyleyenlere bile aynı şeyleri demişlerdi... geçmişte imkansız görülen nelerin başarıldığını gör, bu niye başarılmasın?

    '68 kuşağı diye andığın şey, bu bilinçti, "hepimiz reddedersek kimi gönderecekler savaşa?" diye sormayı akıl edebildi, beyaz saray önündeki protestolardan paris kaldırımlarına, sokaklarda hayat buldu, paylaşarak çoğaldı, hiç de bugün sana anlatıldığı gibi "romantik bir hayalperestlik" değildi onlarınki; şu an yaşadığın dünyayı onlar şekillendirdi, kaldır kafanı göreceksin! sana anlatılan tarihin dışına çık, ara bul oku, bak bir neleri neleri değiştirmişler, kanunların sıkıcı resmi ifadelerinde yer alan kuralları bile değiştirmeyi başarmış solukları, halkların gözünü açmış; şu an sahip olduğun özgürlüklerin çoğuna o insanlar sayesinde sahipsin, sen sana iliştirdikleri sonradan uydurulma millet etiketinle sınırlı değilsin, dünya mirası tüm insanlığa aittir, hadi onları da bul ve sahiplen, onlar senin...

    bir avuç insan üstünden binlerce insanın düşünü anlatır hair, farklı olmayı yadırgamayan, teknolojik gelişmenin insanlığın ilerlemesi anlamına gelmediğini fark eden, doğaya dönüş çağrısı yapan, senin "new age saçmalıkları!" diye dalga geçtiğin binlerce yıllık kadim barışçıl felsefeleri yeniden keşfetme, "doğaya hakim olma" fikri yerine onunla uyum içinde yaşama, icatlar yapmak yerine mutlu bir hayat sürmeye çağrıdır...

    otur bi' izle, bir düşün, "niye savaşıyorum, bu savaşın haklı olduğunu kim söylüyor, benim üstümden kimler ne çıkarlar elde ediyor, nereye gidiyorum, ben kimim, bu olduğum kişi olmak istediğim kişi ile aynı mı, bu hayatı istiyor muyum, ben nasıl bir ben istiyorum, birey oluşumun farkına vararak aslında en yüce toplumsallığa erişebilir miyim, niçin tek tip olmak zorunda olayım, farklılıklarımız bizi hoşgörü olduğu sürece aynı dünyada buluşturamaz mı, hem zaten her birimiz farklı olunca farklılık artık bir sorun olur mu ki, herkes farklıysa artık kimden aynı olmaları beklenir ki, biz hepimiz insan olarak doğunca zaten yeterince ortak noktayla dünyada yer almadık mı?"

    her izleyişinde sana bunları yeniden sormasına izin ver, bırak arada bir tokat gibi çarpsın yüzüne sen hep "daha iyi bir ev, yeni bir çift ayakkabı, daha pahalı bir saat, daha lüks bir hayat" isterken, bırak ayıltsın seni...

    bırak düşüncelerinle azıcık oynasın, mülkiyet, sahiplenme, zorlama kibarlıklar, zorlama sadakatler üzerine düşündürsün azıcık, hayatının -okul-iş-evlilikten ibaret olmadığını, öyle olmak zorunda olmadığını göstersin, bilmediğin renkler bahşetsin hayatına...

    otur bir izle, izlediysen bir kere daha izle, pişman olmayacaksın...


    (polly jean - 28 Eylül 2011 15:03)

  • comment image

    "the draft is white people sending black people to make war on the yellow people to defend land they stole from the red people" ** ****repliğiyle yüzyılardır süregelen hadiseyi tek cümlede özetlemiş film.


    (sukedisisu - 8 Ağustos 2003 15:59)

  • comment image

    film, çok merak edildiği ve tadına vararak izlemek istendiği için izlenmeden önce hiç bir şekilde hakkında bir şey okunmamış ve araştırma yapılmamıştır.sadece ister istemez duyulan bir kaç sözden mütevellit geçtiği zaman bilindiği için olabilitelerle ilgili küçük fikirler vardır akılda. ayrıca let the sunshine in sevilerek dinlenmekte ve nedeni çok da anlaşılamayan bir etki bırakmaktadır kişide.

    ---dikkat buradan sonra spoilerimsi var---
    film başlar,gelişir, izleyen çok beğenir,eğlenir,neşelenir.şiddetle mutlu son beklenmektedir artık. filmi izlerken bi taraftan da olabilecek mutlu son ihtimalleri gözünün önüne gelir,hevesle ve neşeyle izlemeye devam eder.sonunda ne olur? berger'in uçağı havalanana kadar olanlara inanamaz, şimdi değişecek bir şeyler olacak diye bekleyip nihayetinde uçağın havalandığını gördüğünde aklı başına gelir ve hayattan bir kez daha tiksinir.fakat let the sunshine in dinlenirken neden bu kadar etkilenildiğini çok iyi öğrenmiştir artık..
    ---buradan az önce spoilerimsi vardı---


    (carsamba catlagi - 6 Şubat 2006 20:21)

Yorum Kaynak Link : hair