Süre                : 1 Saat 33 dakika
Çıkış Tarihi     : 19 Haziran 2012 Salı, Yapım Yılı : 2012
Türü                : Animasyon,Macera,Komedi,Aile,Fantazi
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Walt Disney Pictures , Pixar Animation Studios
Yönetmen       : Mark Andrews (IMDB)(ekşi), Brenda Chapman (IMDB)(ekşi), Steve Purcell (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Brenda Chapman (IMDB)(ekşi),Mark Andrews (IMDB)(ekşi),Steve Purcell (IMDB)(ekşi),Brenda Chapman (IMDB)(ekşi),Irene Mecchi (IMDB)(ekşi),Michael Arndt (IMDB)
Oyuncular      : Kelly Macdonald (IMDB)(ekşi), Billy Connolly (IMDB)(ekşi), Emma Thompson (IMDB)(ekşi), Julie Walters (IMDB)(ekşi), Robbie Coltrane (IMDB)(ekşi), Kevin McKidd (IMDB), Craig Ferguson (IMDB)(ekşi), Steven Cree (IMDB)(ekşi), Patrick Doyle (IMDB), John Ratzenberger (IMDB)

Brave (~ Cesur) ' Filminin Konusu :
Çok yetenekli bir okçu olan Merida, Kral Fergus (Billy Connolly’nin sesiyle) ve Kraliçe Elinor’un (Emma Thompson’ın sesiyle) aceleci kızlarıdır. Kendi hayat yolunu kendi çizmeye kararlı olan Merinda, ülkenin şamatacı lordlarına ait olan asırlık bir geleneğe karşı çıkar: Heybetli Lord MacGuffin (Kevin McKidd’in sesiyle), huysuz Lord Macintosh (Craig Ferguson’un sesiyle) ve aksi Lord Dingwall (Robbie Coltrane’in sesiyle). Merida’nın hareketleri farkında olmadan krallık içerisinde kaos ve öfke yaratır. Garip Bilge Kadın’a (Julie Walters’ın sesiyle) başvurduğunda ise uğursuz bir dilek onu beklemektedir. Merinda peşindeki tehlikeli güçleri keşfederken çok geç olmadan o korkunç laneti bozmaya çalışır ve gerçek cesaretin ne olduğunu anlar.Cesur’ (Brave) unutulmaz karakterleri ve her yaştan izleyicinin keyif aldığı Pixar imzasıyla bir cesur yüreğin macerasını anlatıyor

Ödüller      :

Academy Awards - Oscar:En İyi Animasyon
BAFTA:BAFTA Film Award-Best Animated Film


  • "insanların $artlandırılma üzerine ya$amasını anlatan bilimkurgu."insan bi$eylere inanır çünkü onlar inanmaya $artlandırılmı$tır.""




Facebook Yorumları
  • comment image

    bazı kitaplar eğlence, bazıları da taşıdığı bilgi için okunabilir. ama bunun gibi kitaplar, insanı keskin zeka ürünü bir hayal gücü ve eldeğmemiş fikirlerle beslerler. beyindeki nöronlar böyle pıt pıt pıt çoğalıverir.


    (kuzu kuzu me - 6 Eylül 2007 00:47)

  • comment image

    genetik araştırmalarla ilgili okuduğum her metinden, bilişim fuarları ile ilgili izlediğim her haberden, açılan her alışveriş merkezinden sonra ağzımda buruk bir tad oluşmasına sebep olan kitaptır bu... kendinizi, sade ama fazla kafa yormadan süregiden bir hayat sürdüğünüzü düşünerek mutlu hissetmeye zorlarken, okuduğunuz satırlar aklınıza gelir ki, o zaman sıçtığınızı düşünürsünüz...


    (qfwfq - 4 Ekim 2007 13:07)

  • comment image

    dinin yerini daha rahat kontrol edilebilir bir uyuşturucuya, somaya bıraktığı, fordun temellerini attığı varsayılan hayali dünya. cinayetin, suçun olmadığı, buna rağmen sınıf ayrımının, hatta cinsiyet ayrımının tepeye vurduğu bir dünya. seçim yapamadığınız, sizin yerine herşeyi seçen insanların bulunduğu*, buna rağmen her zaman mutlu olduğunuz yer*. herkesin herkesi elde edebileceği, rekabetin 0 olduğu bir çevre.(bkz: her getirinin bir götürüsü vardır)
    mükemmelin altı her şeyin uzaylı gibi bakıldığı, tüm çarkların yerine cuk diye oturduğu bir sistemin kitabı. 1984 lite da diyebiliriz.


    (mortifera - 14 Nisan 2002 23:56)

  • comment image

    insanların $artlandırılma üzerine ya$amasını anlatan bilimkurgu.
    "insan bi$eylere inanır çünkü onlar inanmaya $artlandırılmı$tır."


    (mr lucky - 9 Mayıs 2002 03:30)

  • comment image

    brave new world bir kehanet romanidir aslinda. 1938 yilinda yazilmis roman gelecekte gecmektedir ve romanda klonlama olayi vardir (bokanowskilestirme diye gecmektedir). o tarihte "klonlama" kavraminin bile ortada olmadigini dusunursek huxley nin boyle bir olayi yazmis olmasi karsisinda onunde egilmek gerekir. ayrica genetik muhendisligi de cok gelismis, aile kavrami ortadan kalkmis, insanlar deney tuplerine benzer tuplerin icinde yetistirilmektedir romanda. gunumuze donecek olursak, gunumuzde ozellikle gelismis ulkelerde evlenme orani ile bosanma orani neredeyse ayni gitmektedir ki bu huxley in ongorusunu destekler. baska birsey ise, her gecen gun dunyamizin dogal kaynaklarinin tukenmesi ve ayni anda da dunya nufusunun hizla artmasidir ve bu durum karsisinda bircok devlet hicbirsey yapamamaktadir. sonucta gelecekte birgun nufusu "kontrol altina" almak geregi dogacaktir devletlerin. gunumuzde klonlama ve genetik muhendisligindeki devrim niteligindeki atilimlari da dusunecek olursak huxley nin bu ongoruleri -kendisi romani 1938 de yazmis olmasina ragmen- korkutucu bir sekilde mantiklidir.


    (yunus - 21 Mayıs 2002 02:35)

  • comment image

    bildiğim distopyalar içinde, bana gerçekleşmesi en olası olarak görünendir. bugün bu romanın distopya değil de ütopya olabileceğini ya da ulaşılabilecek en yüksek uygarlık seviyesi olduğunu iddia eden insanlar olduğunu görünce, bu distopyaya bir adım daha yaklaşmış olduğumuzu hissediyorum. tüketim çılgınlığı, eskiyi atıp yeniyi almak, partiden partiye koşmak, enformasyon mikatrının aşırılığıyla kafa karışıklığı yaşamak, eğlenmekten başka hiçbir şeyi önemsememek, hiç düşünmemek, hiç okumamak, seri üretime tapmak... bunlar bize pek yabancı değil. şartlanma ve uyuşma da artan bir hızla artmaya devam ediyor. evet, bence zaman aldous huxley'yi haklı çıkardı. bugün kimse george orwell'in 1984'üne ya da yevgeni zamyatin'in biz'ine (bkz: mıy) bakıp, "aslında böyle olsa fena da olmaz" ya da "olabileceğinin en iyisi bu." gibi bir yorum yapmaz, ama bu kitap için yapılıyor. siz başka bir dünyanın mümkün olmadığını düşündüğünüz için, başka bir dünya mümkün olamıyor zaten.
    ayrıca huxley'nin ütopik toplum ile ilgili, bu romanındakinden oldukça farklı düşünceleri vardır. "huxley ütopyası gerçekte nasıl olur?" diye merak edenlere, türkçe'ye ada adı ile çevrilmiş olan island isimli kitabını okumalarını tavsiye ederim.


    (mandala - 28 Eylül 2008 01:22)

  • comment image

    1932’de böyle bir roman ortaya çıkardığından ötürü kendisine büyük saygı duyduğum aldous huxley’in yazdığı distopya. veya ironik bir ütopya. huxley’in 1930’lu yıllarda öngördüğü bazı şeylerin şimdiden gerçekleştiğini görmek gerçekten çok ürkütücü. zaten huxley 1946’da kitabına eklediği önsözde şu sözleriyle buna dikkat çekiyor ; “o zamanlar bunu gelecekte altı yüzyıl sonraya atmıştım. bugün tek bir yüzyıl içinde bütün bu dehşet üzerimize çökebilecek gibi görünmektedir.”

    --- spoiler ---
    kitabı okurken kendinizi fs 632 (ford’dan sonra) yılında buluyorsunuz. bahsi geçen bu fs 632 yılında ‘anne’ ve ‘baba’ gibi kavramlar yok. hatta biri yanlışlıkla ağzından bu kelimleri kaçırsa ayıp karşılanıyor. çünkü bu kelimeler pornografik algılanıyor. bu yeni dünyanın insanları kapısında “cemaat, özdeşlik, istikrar” yazan londra merkez kuluçka ve şartlandırma merkezinde üretiliyorlar. doğmak diye bir kavram yok. fabrika gibi bir seri üretim var. insanlar tüplerde yetiştiriliyor. yeni dünyanın tabiri ile bokanowskilestiriliyor. daha insanlar üretilmeden önce kişilerin dünyadaki konumları, ait oldukları sınıflar belli. resmen bir kast sistemi var. alfalar, deltalar, gamalar, betalar, epilsonlar, ayak işleri için epilson-eksi yarı moronlar gibi.. her sınıfın belli özellikleri var. ilginç bir örnek vermek gerekirse işçi sınıfı için tatilden hoşlanmayan, tatil ihtiyacı duymayan, doğa sevgisi olmayan gibi özellikler bile düşünülüp eklenmiş durumda. zaten işçi sınıfı akşama kadar çalışır akşam somasını alır ve evine gider. herkes mutludur ve kimsenin mutsuz olmaya hakkı yoktur ama birey için çok önemli olan birçok değer ortadan kalkmıştır. daha da ilginç olan bir şey ise hiçbir sınıfın öteki sınıfa özenmemesi ve asla başka bir sınıfa geçmek istememesi bunu da şartlanma ile sağlıyorlar. (bkz: hipnopedi)
    sanat ve botanik gibi kişisel mutluluk getirecek şeyler ise hiçbir sınıf için yok. tanrı, din ve felsefe kavramı yok. eskiye ait tüm bilgiler yazılar kitaplar 9 yıl savaşlarında yok edilmiş. bebeklikten başlayarak insanlar ses kayıtlarıyla şartlandırılıyorlar. arıza çıkaranı at, eskiyeni at, tamir etmekten, onarmaktan, yama yapmaktan kaçın, ölüm üzünülecek bir şey değildir gibi… çılgınca bir tüketime daha dünyaya gelir gelmez alıştırılıyorlar.
    sistem insanların yalnız kalmalarını istemiyor , yalnız kalmak olabildiğince minimuma indirilmiş. namus , ahlak gibi kavramların olmadığı bu yeni dünyanın en büyük sloganlarından biri “herkes herkese aittir” herkes herkesle birlikte olur , sevgili olmak, evlilik , aşk gibi kavramlar yoktur. hatta bir kişiyle 20 gün 1 ay gibi uzun (!) bir süre görüşürseniz dikkat çeker, ayıplanır belki ceza bile alabilirsiniz. 60 yaşında insanların bile 15-20 yaşında gözüktüğü , yaşlanma diye bir kavramın olmadığı bu dünyada cemaat ayinlerinde (partiler) toplanırlar ,kendilerine göre ilahiler okurlar, dans ederler, toplu seks yaparlar. salt zevki önüne gelenle seks yapmakta ve soma (uyuşturucu) kullanımında bulan bu toplum zevk peşinde koşan hedonistik bir topluma dönüşmüş olsa da kendilerini ne kadar mutlu görürlerse görsünler mutsuzluğu bilmedikleri için hiçbir zaman bir şey ifade etmeyecektir.
    ---
    spoiler ---


    (mademoiselle jeilempti - 15 Ocak 2009 15:51)

  • comment image

    kitabın "cia tarafından komünizme mücadele çerçevesinde bedava dağıtılmış" olması oldukça ilginç bir iddia. bu konuda ekşi sözlük'te krasnoya'nın bir entry'si dışında bir kaynak gösterebilecek olan varsa hodri meydan. cia'nın a'dan z'ye fordizme giydirmekte olan bir kitabı komünizme mücadele çerçevesinde dağıtmaya başlaması eğlenceli olurdu evet (oniki eylül'ün orta yerinde trt'de özgürlüğün kelimesi yasakken kaptırıp animal farm göstermişlerdi mesela), fakat o kadar da salak değiller ne de olsa.

    aldous huxley'in lsd merakı üzerinden adamı cia ajanı yapıyorsanız john lennon'ı falan da cia ajanı yapmanız gerekiyor maalesef.


    (can sebahattin dere - 16 Eylül 2010 08:27)

  • comment image

    kurgu, betimlemeler, karakterler ve üslup olarak 1984 kalibresinde bulmasam da, gelecek tahayyülünün isabeti açısından 1984'ten çok daha başarılı olan distopya.

    orwell, 1984'te merkeziyetçi ve totaliter bir sistemin(stalinizm) hakim olduğu sefalet ve vahşetin sıradanlaştığı, insanların korku, ölüm, işkence, açlık ve dezenformasyonla silikleştirilip, hayali düşmanlarla da nefretin empoze edildiği bir dünyadan bahseder. brave new world'de ise sefalet yoktur, vahşet yoktur(ayrıkbölge'yi hesaba katmaz isek), açlık yoktur, ölüm bir korku sebebi değildir, kimse hastalanmaz, sex sıradanlanmış ve herkes tarafından yapılmaktadır, ulaşım çok hızlı ve zahmetsizdir, şayet tüm bunların üzerine yine de bir sorununuz varsa soma bunu halledecektir. iki kitapta da insanlar koyun sürüsü haline getirilmişlerdir; birincisinde sindirilerek, ikincisinde baştan çıkarılarak. kısaca, ilkinde korktularımız, ikincisinde ise sevdiklerimiz bizi esir alıyor. imdi, soğuk savaş dönemini bir anımsayalım. bir tarafta coca cola'sı, hollywood'u, michael jackson'ı, marlboro'su ve mc donalds'ı ile kapitalizmin simgesi "pespembe" amerika; öte tarafta sıkı bir merkeziyetçilikle muhafaza ve müdafaa edilen, bilgi almanın çok zor, alınanların ise muğlak olduğu, ekonomik olarak abd'nin yarı büyüklüğüne bile ulaşamayan "gıpgri" sovyetler. kırk küsur yıl devam eden bu çekişme sonucunda ise bilindiği üzere 1991 yılında sovyetler çöküyor ve işte bu noktada da 1984'ün kehanetleri cortluyor bence. fakat amerika ve rüyası; tökezlese de, tık nefes olsa da hala -globalleşme ve internetin de yardımıyla- yaşıyor(michael jakcson'un yerini justin bieber alıyor belki) ve insanlığın önüne "ideal" olan olarak konulmaya devam ediyor. amerika'ya şu an bakıldığında; yıllardır süren dünya hakimiyeti ve yüksek refah oranıyla(tabii görece yüksek) süper güç olmuş, bilimde ve teknolojide ilerlemiş bunu sağlık, ulaşım, üretim, askeriye gibi sektörlere yansıtmış, her türlü bilgiye kolayca ulaşılabilen müreffeh bir ulusa sahip olduğunu görebiliriz. madolyonun öbür yüzünde ise aynı toplumun, herşeyi kolayca elde edebilen ve bu yüzden şımardıkça şımaran, multi milyarderler, beyaz yakalılar, göçmenler, zenciler, evsizler vs. gibi pek çok sınıftan müteşekkil, sex, alkol ve uyuşturucu kullanım yaşının git gide düştüğü, dünyadan bihaber bir komüniteye doğru evrildiğini de görebiliyoruz. huxley, brave new world'te tam da bunu anlatıyor işte. eğer insanlara istedikleri herşeyi verir, isteklerinin sınırlarını da belirleyebilirsen, o insanları istediğin şekilde biçimlendirir ve kontrol edebilirsin (hasan sabbah stayla).

    son kertede buluttan nem kapan bazı sosyalistlerin dediği gibi bu kitapta eleştirilen sistem sosyalizm değil kapitalizm'dir. smurfs'te ne kadar komunizm propogandası olabilirse bu kitapta da ancak o kadar sosyalizm eleştirisi olabilir. tabii sen zorlarsan o başka.


    (robert nedir o - 20 Kasım 2010 19:49)

  • comment image

    öncelikle kitabın adının çevirisiyle ilgili hassas tenlerin sevgilisi'nin daha evvel söylediklerine* eklemek istediklerim var. ''brave new world'' ifadesi aslen şekspir'in the tempest adlı eserinde

    ''o wonder!
    how many goodly creatures are there here! how beauteous mankind is! o brave new world! that has such people in it!''

    şeklinde geçer. ve o dönemde -hatta kısmen hâlâ- brave sözcüğü 'cesur' ilk anlamının dışında güzel, mükemmel, renkli gibi anlamlara da gelir. zaten kitabın fransızca*ve almanca* versiyonlarında sözcüğün bu anlamları dikkate alınarak çevrilmiştir. öyleyse türkçesinin de güzel yeni dünya, mükemmel yeni dünya gibi bir şey olması kanımca daha münasiptir. *

    bu bilmiş girizgahtan sonra biraz da kitabın içine girecek olursak; benim nazarımda da muhteşem bir totalitarizm ve hatta teknik siyasi doktrin kalıplarının dışında çıkıp daha genel düşünürsek -düşünelim evet- muhteşem bir ''mutlak güzel'' eleştirisidir, bir masterpiece'tir bu kitap.

    aslında şahsen başta anakronizmin ağına düşüp huxley'in iğne oyası gibi ince ince işlediği bu yeni dünyayı hiç orijinal bulmadığımı itiraf ederim. ivf ile doğmuş ilk bebek bugün 32 yaşında kazık kadar kadın* olmuş ve yapay rahim fikri -hiç uygulamaya geçmese de- artık eskimişken; elbise yamalamayı geçtim, düğmem düşse dikmeye üşenen*** ve gattaca türevi öjeni konulu sci-fic filmleri okulda fi tarihinde ders* diye izlemiş bir bünye olarak başta hak ettiği takdiri edemediğimi düşünüyorum kitaba.* 1932 için fazla iyi bile diyorum şimdi bu kitabın bilim-kurgu içeriği***** için. ve bunda huxley'in yarım bıraktığı tıp eğitiminin etkisi yadsınamaz şüphesiz.

    yalnız kitapta naçizane kestiremediğim bir husus var. insanın üreme güdüsü en iyi dölü seçerek* (bkz: eşeyli üreme) ve her şeyden de önemlisi kendi dölünü vererek (bkz: the selfish gene) en iyi nesli oluşturmaksa bu sistemde seksi üremeden ayırdıktan sonra salt şartlandırma yoluyla bu içgüdünün gerçekten tam olarak ortadan kaldırılıp kaldırılamayacağından emin olamadım bir türlü. bu güdü genlerimize kodlanmış bir şeyse salt postnatal şartlanma nasıl üstesinden gelecek bunun? bana o kısmı biraz şüpheli geldi açıkçası. yani kitapta arada normal yollarla üremeye çalışan anarşikler olmalıydı sanki tüm şartlanmalara rağmen.*

    aslında tam bu noktada ''halihazırdaki içgüdülerimiz, şartlanmalarımız hatta genlerimiz bile özgürlüğümüz önünde engel değil mi?'' itirazı gelebilir. bu ''doğa doğal mıdır?'' sorusu kadar sinir bozucudur ve sanırım bu soruya verdiğiniz yanıta göre halihazırda özgür olup olmadığımıza -kısmen- cevap verebiliriz. yalnız kesin olan bir şey varsa o da varolanın üstündeki herhangi bir iradenin (brave new world sisteminde olduğu gibi) insanın özgürlüğüne bir perde daha ket vuracağıdır.

    bütün bunlar dışında bir de bu kitabın ütopya mı distopya* mı olduğu tartışması var. ben şiddetle distopya tarafındayım. zira homo sapiens dediğimiz tür eğer özbilinci, özgür iradesi, hayal gücü ve vicdanı sayesinde insan sıfatını almış ise (bkz: insan/#20371204) bu özellikleri elinden alınan bir insanın özgürlüğünü geçtim insan olduğundan bile bahsedemeyiz. böyle bir canlı, sadece iki ayağı üstünde yürüyen bir primattır. öyleyse brave new world dünyasını beğenen haz manyaklarını şempanzelerle dolu bi kafese atıp düzenli muz ve süt atmak suretiyle mutlu edebiliriz sanıyorum.**

    aslında bu dünyayi pek de olumsuz bulmayan görüşlere çok da şaşırmamak gerekiyor. çünkü huxley'in dünyası diğer birçok ünlü distopyadan farklı olarak hazcı bir yaklaşım üzerine bina olmuş, haliyle de çekici geliyor. oysa sırf tüp içinde dünyaya gelmenin kastedildiği 'independent existence' tabiri bile başlı başına bir oksimorona; iş bölümü denen şey muğlak bağımlığa dönüşmüş durumda bu düzende. hala anlamamaya inat edenler için tamamen kontrol edilemeyen sebeplerle bu sistemin dışına düşme ihtimalini -örneğin kitapta linda böyle bir şeyi tecrübe eder- ve bu sistemin dışında bireyin koca ve deli gibi mutsuz bir hiç haline geldiğini hatırlatırım. en nihayetinde this book should have never made it to the hands of an epsilon minus semi-moron* der lafımı ortaya koyarım, isteyen alır istemeyen bırakır.*

    son olarak kitap açısından küçük bizim memleket için büyük bir noktaya daha parmak basmak isterim. efenim, daha evvel de belirtildiği üzere kitaptaki bilumum karakter ve kavram üzerinden devrin ileri gelen devlet, düşünce, bilim insanlarına, kanaat önderlerine göndermeler yapmıştır huxley. misal kitapta malthusian kemeri denen bekaret kemeriyle kontrolsüzce artan nüfusun ihtiyaçlarını var olan kaynakların karşılayamayacağına dair sayısız karamsar teori ortaya atmış ingiliz nüfus bilimci ve ekonomi politik teorisyeni thomas malthus'a; herbert bakunin'le* sosyal darwinist* herbert spencer ve rus anarşist mikhail bakunin'e göndermeler vardır. sistemin başındaki kilit karakter mustapha mond ise mustafa kemal atatürk ve siyonist sanayici ingiliz baronu alfred mond'a göndermedir. bence mustapha mond üzerinden yapılan bu iki gönderme brave new world sisteminin modernleşme, sekülerleşme ve sanayileşme görüntüsü altında nasıl da tepeden inmeci, lider kültüne dayanan ve en nihayetinde faşist bir yapı olduğuna dair pek zekice bir işarettir.**

    demezsem çatlarım notu: bu kitabın bir sosyalizm eleştirisi olduğunu ve huxley'in aile dostları dolayısıyla bir cia ajanı olduğunu iddia eden* zevatın önce komünizm ve sosyalizm arasındaki farkları iyi bir bellemesini (bkz: sosyalizm ile komünizm arasındaki farklar) sonra bu kitabı baştan okumasını salık veriyorum. bir de bu kadar paranoya ve fesatlık bünyeye zarar. yapmayın etmeyin arkadaşım, yazıktır, günahtır.* ve evet kapitalizme, faşizme, lider kültüne olduğu kadar komünizme de bir eleştiridir bu kitap.

    bitirirken bittabi;

    viva izlanda!!!*


    (gabircik - 25 Kasım 2010 20:30)

  • comment image

    celal üster'in cumhuriyet kitap'taki yeryüzü kitaplığı köşesindeki yazısı (21 nisan 2011):

    12 nisan 2011 günlü guardian gazetesinde ilginç bir haber vardı. alison flood'ın haberinde, amerikan kütüphaneler birliği'nin yayımladığı, 2010 yılında amerikalıların en çok 'şikâyet ettikleri', 'yasaklanmasını en çok istedikleri' kitaplar listesinde aldous huxley'nin cesur yeni dünya adlı romanının da, üstelik üçüncü sırada yer aldığı bildiriliyordu. flood'a bakılırsa, ilk kez yayımlandığı 1932 yılında irlanda'da da yasaklanan ve o günden bu yana kimilerini sürekli tedirgin eden bu kitap hâlâ ortalığı karıştırmayı sürdürüyordu.

    sözünü ettiğim liste, kütüphaneler ve okullara gönderilen şikâyetler sonucunda ortaya çıkmış. daha çok 'öfkeli anababalar'ın gönderdikleri bu şikâyet mektuplarında, bazı kitapların içeriklerinden ötürü kütüphaneler ya da okullara alınmaması isteniyor. cesur yeni dünya ise, 2010 listesindeki tek klasik ya da daha yerinde bir deyişle tek modern klasik.

    amerikan kütüphaneler birliği'nin açıklamasına göre, şikâyet mektuplarında, daha çok, cesur yeni dünya'da 'açık saçık' bölümlerin yer aldığından, 'yakışıksız' bir dil kullanıldığından ve 'duyarsızlık'tan yakınılıyor.

    sansürler ve yasaklar

    birçok ünlü bilim adamı, sanatçı ve yazar yetiştirmiş bir aileden gelen aldous huxley'nin, hiçbir bireyin 'bilimsel' denetim ve koşullanmadan kaçamadığı gelecekteki bir dünyayı anlattığı cesur yeni dünya'nın, başta da belirttiğim gibi, yayımlandığı günlerden bu yana farklı türden sansürler ve yasaklarla başı belaya girmiştir. teknolojinin iktidarına karşı bir uyarı niteliği taşıyan ve karşı ütopya türünün klasiklerinden sayılan bu yapıt, aslında huxley'nin dönemin toplumuna yönelttiği yergi oklarından rahatsız olanların çeşitli tepkilerini üstüne çekmekten kurtulamamıştır.

    burada, yeri gelmişken, ilk kez 1999'da abd'deki checkmark books'tan çıkmış olan 100 banned books: censorship histories of world literature (100 yasak kitap: dünya edebiyatından sansür öyküleri) adlı kitaba değinmek isterim. wisconsin üniversitesi'nde ingiliz edebiyatı dersleri veren nicholas j. karolides, gazeteci ve eleştirmen margaret bald ve montclair üniversitesi ingiliz edebiyatı profesörlerinden dawn b. sova'nın ortaklaşa hazırladıkları bu kitap, sansür tarihini tek tek kitaplardan giderek gözler önüne serer.

    bence, kitabın en önemli özelliklerinden biri, özenli ve ayrıntılı bir araştırmanın ürünü olmasının yanı sıra, tarih boyunca çok farklı nedenlerden ötürü baskı gören kitapları hiçbir ideolojik ayırım gözetmeksizin ele almasıdır. örneğin, sansür öyküsü anlatılan kitaplar arasında karl marx ve friedrich engels'in komünist parti manifestosu da vardır, adolf hitler'in kavgam'ı da; salman rushdie'nin şeytan âyetleri adlı romanı da vardır, kuran-ı kerim de; binbir gece masalları ve kama sutra da vardır, d. h. lawrence'ın lady chatterley'nin sevgilisi ve âşık kadınlar adlı romanları da; chaucer'ın canterbury masalları adlı kitabı da vardır, aldous huxley'nin cesur yeni dünya'sı da.

    siyasal, dinsel, cinsel ve toplumsal gerekçelerle yasaklanan, baskı gören kitapların incelendiği 100 yasak kitap'ın yazarlarından margaret bald'un dediği gibi, 'yüzlerce yıllık sansür tarihine bakıp da nice kitabın yasaklandığını, nice yazarın yapıtlarının sansürden geçirildiğini gördüğünüzde, olsa olsa, tüm bu baskıların uzun sürede ne kadar etkisiz kaldığına şaşarsınız...' çünkü, ralph waldo emerson'ın dediği gibi, 'yasaklanan ya da sansür edilen her sözcük, yeryüzünün dört bir yanında yankılanır durur''

    tarih boyunca, zorba yöneticiler, totaliter devletler, kilise kurumları, kendi düşüncelerine ters düşen ya da otoritelerini sorgulayan kitapları yasaklamışlardır. ama bu türden yasaklamaları uygulayan, okuma özgürlüğümüzü kısıtlayanlar arasında 'demokratik' hükümetler, okul yönetim kurulları, yerel yönetimler ve dinsel bağnazlar da yok değildir.

    okullardaki baski...

    evet, 100 yasak kitap'ta sansür öyküsü anlatılan kitaplardan biri de cesur yeni dünya. huxley'nin başyapıtının, amerikan kütüphaneler birliği'nin açıkladığı 2010 listesinde yer alması yeni bir durum değil. cesur yeni dünya, abd'deki okullarda pek çok kez baskıyla karşılaşmış.

    örneğin, 1965 yılında maryland'deki bir okuldaki bir ingiliz edebiyatı öğretmeni, öğrencilerinden cesur yeni dünya'yı okumalarını istediği için okuldan atılmış. üstelik, öğretmenin görevine geri dönmek için yaptığı başvuru bölge mahkemesince reddedilmiş. bununla da kalmamış, temyiz, mahkemenin ret kararını onaylamış.

    1979'da, virginia eyaletindeki bir lise müdürü, tarih öğretmeninden, cesur yeni dünya'yı verdiği ödevden çıkarmasını istemiş. öğretmen bu isteği yerine getirmeye yanaşmayınca da, okuldaki görevine son verilmiş. huxley'nin kitabı, 1980'de, missouri eyaletindeki bir okulda ders izlencesinden çıkarılmış. 1988'de de, oklahoma'daki yukon lisesi'ndeki öğrencilerin anababaları 'dili ve ahlaksal içeriği' yüzünden kitabın çocuklarına okutulmamasını istemişler.

    görüldüğü gibi, abd'de, en çok anababalardan ve lise yönetimlerinden tepki görmüş cesur yeni dünya. peki, neden? kitabın, 1932'de de irlanda'da 'aile karşıtı' ve 'din karşıtı' olduğu gerekçesiyle yasaklandığını düşünürsek, ortaya çok ilginç bir sonuç çıkıyor: cesur yeni dünya'ya gösterilen tepkiler, yazarının savunduğu bir toplum düzeninden değil; tam tersine, döneminin sanayileşmiş batı toplumunun bağrında tohumlarını gördüğü, gerçekleşebileceğini düşündüğü korkunç bir toplum düzenini olanca çarpıcılığıyla sergilemesinden kaynaklanıyor.

    jack london'ın demir ökçe'si, yevgeni zamyatin'in biz'i, aldous huxley'nin cesur yeni dünya'sı, george orwell'ın bin dokuz yüz seksen dört'ü, platon'un devlet'inde, thomas more'un ütopya'sında, tommaso campanella'nın güneş ülkesi'nde, francis bacon'ın yeni atlantis'nde betimlenen toplumsal, ekonomik, felsefi ya da dinsel açıdan 'kusursuz' toplum düzenlerinden farklı olarak, birer karşı-ütopyadırlar. ütopyalarda okuyucuya sunulan bir 'düş'tür; karşı-ütopyalarda ise bir karabasan, içinde yaşadığımız günümüz toplumunun bağrında yatan tehlikelerden yola çıkan bir gelecek toplum karabasanı.

    erich fromm'un, bin dokuz yüz seksen dört için 1961'de kaleme aldığı bir sonsöz'de vurguladığı gibi, zamyatin de, huxley de, orwell da, insanoğlunun sevgi, adalet, hakikat, dayanışma uğrunda yoğun bir savaşım verdiğini varsayarlar; bu çabaların ortadan kaldırılmasını gerekli görenlerin uyguladıkları yöntemleri en ince ayrıntılarına kadar betimleyerek, aslında, insanoğlunun bu çabalarının gücünü ve yoğunluğunu doğrularlar:

    'zamyatin'in biz adlı yapıtında, insan doğasının insani istemlerinden kurtulmak için, lobotomiye benzer bir beyin ameliyatı gereklidir. huxley'nin cesur yeni dünya'sında yapay biyolojik ayıklama ve uyuşturucular, orwell'ın bin dokuz yüz seksen dört'ünde ise sonu gelmeyen bir işkence ve beyin yıkama gerekir. bu üç yazardan hiçbiri, insanın içindeki insanlığı yok etmenin kolay olduğunu düşünmekle suçlanamaz. ama yine de, üçü de aynı sonuca varır, bugün artık herkesçe bilinen yöntemler ve tekniklerle bunun mümkün olduğu sonucuna''

    çocukları bu kitapları okuyan ana-babaları tedirgin eden, böylesi karşı-ütopyaların, geleceğin baskıcı, totaliter, buyurgan toplumlarını betimlerken, bugün yaşadığımız toplumların insanlıkdışı niteliklerinin gizlerini açığa çıkarıyor olmalarıdır. en ürküncü ise, kimi anababalar ve okul yöneticilerinin, zamyatin, orwell ve huxley'nin yapıtlarında sergilenen toplumları yönetenlerin uyguladığı temel yöntemi benimsemeleri, bu kitapların yasaklanmasını, çocuklarına okutulmamasını istemeleridir. asıl karabasan da budur sanırım'


    (can sebahattin dere - 21 Nisan 2011 15:56)

  • comment image

    aldous huxley nin romanı, insanların yapay yollarla üretildikleri brave new world de kast sistemi vardır, alpha,beta,gamma,epsilonlar. oh lord demezler oh ford derler, henry ford bu dünyanın tanrısıdır(seri üretimi başlattığı için), m.ö., m.s. kavramları da aynı şekilde forddan önce forddan sonra şeklini almıştır.


    (ultraviolent - 29 Ekim 2000 17:31)

  • comment image

    dikkatli gözlerin ne zamandır farketmiş olduğu gibi buradaki "brave"i "cesur" olarak çevirmek yanlış çeviri, fena halde chicken translate; sözün kaynağı olan shakespeare alıntısında miranda bunu "cesur" anlamında kullanmıyor (bkz: http://www.shakespeare-literature.com/…mpest/9.html).

    1945'te orhan burian'ın (ve 1964'te ender gürol'un) yapmadıkları bu hatanın, yine ender gürol çevirisinin (güncellenmesi?) vasıtasıyla yerleşmiş olması ilginç bir regresyon örneği olarak incelenmeli:
    http://www.oncu.com/tallib/search.php?aaldous

    konu açılmışken, yıllar önce ender gürol çevirisinin güneş yayınları edisyonu ile orhan burian'ı yan yana okuduğumda, ender gürol açısından oldukça tatsız bir görüntü ile karşılaşmış olduğumu not edeyim.

    peki, nedir? bana kalsa "yaman yeni dünya" derdim. bir de şu var, meğer brave'in etimolojisi "bravo" imiş, "bravo yeni dünya!"nın hem etimolojisi hem de ironisi tutuyor. hayat ne tuhaf:

    http://oxforddictionaries.com/definition/brave


    (can sebahattin dere - 8 Eylül 2011 18:54)

  • comment image

    insanlarin belirli gruplara ayrildigi bir dunya* herkesin kapasitesi kadar gorevi var..dunyada alpha plus sadece 10 insan var ve bunlara world controllers deniyo.. sadece bu insanlarin eski bilgilere (bkz: shakespeare) (bkz: dante)(bkz: chaucer)(bkz: plato) vs. vs. ula$abilme yetkisi var..
    tarih kavrami yok (bkz: history is bunk) maksimum tuketim toplumu dayatilmi$ (bkz: ending is better than mending)
    ve aile kavrami olmamasi icin kurallar konulmu$ (bkz: everyone belongs to everyone else)
    insanlar tuplerde yeti$tiriliyor ve belirli bir sure sonra bu insanlar tuplere kar$i sevgi duymaya ba$liyorlar hatta $arki bile yapiliyor bu konuda (bkz: oh bottle my bottle)
    ve tabi ki soma var.. sistem herhangi bir bug gosterdiginde somayla bunun etkisinden kurtulunabiliyor..
    ama tabi ki her sistemde oldugu gibi bir de savage reservation diye buna tam kar$it, shakespeareokuyan, sexual intercourse yoluyla cocuk sahibi olan insanlari barindiran bir anti-sistem mevcut..
    ve bir gun bu iki sistemden farkli dunyalar caki$iyor..
    i$te bu noktadan sonra sistem ele$tirileriyle alip goturuyor aldous huxley.. gercekten cok ba$arili bir yapit..


    (pharaoh - 3 Mayıs 2003 14:51)

  • comment image

    "a squat grey building of only thirty-four stories. over the main entrance the words, central london hatchery and conditioning centre, and, in a shield, the world state's motto, community, identity, stability."
    gibi bir girişin

    "each bottle could be placed on one of fifteen racks, each rack, though you couldn't see it, was a conveyor traveling at the rate of thirty-three and a third centimetres an hour. two hundred and sixty-seven days at eight metres a day. two thousand one hundred and thirty-six metres in all. one circuit of the cellar at ground level, one on the first gallery, half on the second, and on the two hundred and sixty-seventh morning, daylight in the decanting room. independent existence–so called."
    gibi enteresan detayların

    "accompanied by a campaign against the past; by the closing of museums, the
    blowing up of historical monuments (luckily most of them had already been
    destroyed during the nine years' war); by the suppression of all books published
    before a.f. 15o.''

    "-i simply must get one like it," said fanny.
    "-there were some things called the pyramids, for example.
    "-my old black-patent bandolier …"
    "-and a man called shakespeare. you've never heard of them of course."
    "-it's an absolute disgrace–that bandolier of mine."
    "-such are the advantages of a really scientific education."
    "-the more stitches the less riches; the more stitches the less …"
    "-the introduction of our ford's first t-model …"
    "-i've had it nearly three months."
    "-chosen as the opening date of the new era."
    "-ending is better than mending; ending is better …"
    "-there was a thing, as i've said before, called christianity."
    "-ending is better than mending."
    "-the ethicsand philosophyof under-consumption…"
    "-i love new clothes, i love new clothes, i love …"
    "-so essential when there was under-production; but in an age of machines and the
    fixation of nitrogen–positively a crime against society."
    "-henry foster gave it me."
    "-all crosses had their tops cut and became t's. there was also a thing called god."
    "-it's real morocco-surrogate."
    "-we have the world state now. and ford's day celebrations, and community sings,
    and solidarity services."
    "-ford, how i hate them!" bernard marx was thinking.
    "-there was a thing called heaven; but all the same they used to drink enormous
    quantities of alcohol."*
    "-like meat, like so much meat."
    "-there was a thing called the souland a thing called immortality."
    "-do ask henry where he got it."
    "-but they used to take morphiaand cocaine."
    "-and what makes it worse, she tlainks of herself as meat."
    "-two thousand pharmacologists and bio-chemists were subsidized in a.p. 178."
    "-he does look glum," said the assistant predestinator, pointing at bernard marx.
    "-six years later it was being produced commercially. the perfect drug."
    "-let's bait him."
    "-euphoric, narcotic, pleasantly hallucinant."
    "-glum, marx, glum." the clap on the shoulder made him start, look up. it was that
    brute henry foster. "what you need is a gramme of soma."
    "-all the advantages of christianity and alcohol; none of their defects."
    "-ford, i should like to kill him!" but all he did was to say, "no, thank you," and fend
    off the proffered tube of tablets.
    "-take a holidayfrom realitywhenever you like, and come back without so much as
    a headache or a mythology."
    "-take it," insisted henry foster, "take it."
    "stabilitywas practically assured."
    gibi muhteşem repliklerin

    somagibi bir ilacın

    insanların gereksinimlere göre annesiz ve babasız olarak tüplerde yetiştirilmesi gibi matrix felsefesine bile ön ayak olmuş çılgın ama muhtemel yöntemlerin,

    geleceğin

    beyin yıkamanın,

    basit ve sunulmuş köle hayatlarının

    yukarıdaki gizli bakınızların anlamlarının

    bunların hepsinin dışına çıkıp esas gerçeklerle yüzleşilen mükemmel bir kaçısın,

    şahane bir sonun

    ve daha nelerin nelerin bulunduğu hem de 1931 senesinde bulunduğu muhteşem kitap.

    (bkz: 1984)
    (bkz: lord of flies)


    (kenny - 15 Eylül 2003 01:35)

  • comment image

    huxley'in kitabindan bazi parçalar:

    "bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil yapamadıkların için üzüleceksin. dolayısıyla halatları çöz. limandan uzaklara yelken aç. rüzgarı yakala, araştır, düşle, keşfet. "

    "yapabileceğin kadar söz ver. sonra söz verdiğinden daha fazlasını yap. "

    "oturarak başarıya ulaşan tek yaratık tavuktur. "

    "dalın ucuna gitmekten korkma. meyve oradadır."

    "günün sonunda kendini bir sokak köpeği kadar yorgun hissediyorsan, bu belki bütün gün hırladığın içindir."

    "başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin. şimdi başla!. şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla. "

    "gülümsediğinde güzelleşmeyen bir yüz hiç görmedim. "

    "kimi zaman içindeki sessiz sese uzmanlardan daha fazla güven. "

    "aerodinamik yasalarına göre, o tombul ve tüylü arının hiç uçmaması gerekiyordu. herhalde bunu ona hiç kimse söylemedi ki, uçuyor... "

    "zamanlarının büyük bir kısmını para kazanmak ve saklamakla geçiren insanlar sonunda, en çok istediklerinin satın alınamayacak şeyler olduğunu anlarlar. "

    "öteki insanlardan daha akıllı ol. yalnız bunu onlara söyleme!"

    "mutlu olmanın en garantili yolu bir başkasını mutlu etmektir."

    "hayatta ya tozu dumana katarsin, ya da tozu dumani yutarsin."

    "iyi çalışan, sık gülen ve çok seven başarıyı elde eder. "

    "insanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: kendisi!"


    (abraksas - 29 Ocak 2004 18:03)

  • comment image

    hayatımda tüm kelimelerini yutarak, adeta beynime kazıyarak, tek solukta okuduğum üç kitaptan biridir. diğer ikisi ise; le mur*, tous les hommes sont mortels*

    ben bu kitabı bir bilim-kurgu romanı olarak nitelendirmekten kaçınmayı tercih ederim. çünkü az sonra açıklayacağım nedenlerden dolayı, günümüz dünyasıyla o kadar bağlantılı nokta buldum ki, uzak bir geleceği ilgilendiren bir anti-ütopya olmanın ötesinde 21.yüzyılla ilgili bir dahi tarafından öne sürülmüş zekice öngörüleri bünyesinde barındıran kutsal bir kitaba dönüşmüştür benim için brave new world.

    şu duyusal film olayı var ya, aynı hollywood. insanları yalnızca kendi sıkıcı hayatlarından iki saatliğine uzaklaştıran ve bu uzaklaştırma seansları sırasında kendi sisteminin doğrularını bilinçaltlarına işleyen, sanattan ziyade sex sells mottosuyla çekilmiş filmler...yani, duyusal film = hollywood sineması. tek farkları hollywood filmlerinde karakterlerin öpüşmelerini, yaralanmalarını, sevişmelerini yani duyusal olan hiçbir şeyi kendi vücudumuzda hissedemememiz, teknoloji azcık daha gelişse bu adamlar sırf daha fazla satmak için duyusal sinema işine girip insanların cinsel dürtülerini sömürürler, çünkü kapitalizm bunu gerektirir. bu noktada günümüzle gerçekten benzeşiyor.

    günümüzle benzeşen bir diğer noktaya gelecek olursak, kitapta bahsedilen toplumda tanrının görevleri insanlar tarafından yapılıyordu. insanların kaderinin insanlar tarafından belirlenmesi ve insanların varlığına yine insanlar tarafından karar verilmesi gibi. bu durumda bence kitapta anlatılan sistem etik dışı görünse de aslında günümüzdeki sistemden biraz daha kabul edilebilirdir. romanda insanlar alfa, beta, gama, epsilon.. diye çeşitli sınıflara ayrılmışlardı ve işçi sınıfı yani epsilonlar kendi sınıflarının görevlerini yerine getirebilecek şekilde şartlandırılıyorlardı, kitap okumaya ve çiçeklere karşı olumsuz şartlandırma ve kendi çalışma koşullarına karşı olumlu şartlandırma eğitimi. hipnopedi denilen uykuda eğitim sapkınlığıyla kaderleri epsilonların diğerlerine nazaran daha az gelişmiş beyinlerine empoze ediliyordu, yani ülkenin istikrarı için devlet birkaç yüz vatandaşından vazgeçiyordu, onları epsilon takımının bireyleri haline getirerek -yani onları zekadan ve iradeden yoksun bırakarak-. bunu yaparken de yukarıda bahsettiğim şartlandırma tekniğini uygulaması ve epsilonları diğer sınıflara göre daha düşük iq'da üretmesi gerçekten zekice çünkü tüm şartlandırmaların anlamı, insanlara kaçınılmaz yazgılarını sevdirmektir. eğer sistem bu olacaksa mutlaka birileri feda edilmelidir ve bu fedakarlıktan daha az zarar görebilmeleri için şartlandırma yöntemini kullanarak onlara kaderlerini sevdirmemiz gerekir böylece istikrarı da sürdürürüz. bu gerçekten adilce, çünkü epsilonlar zaten kaderlerinin başkaları tarafından belirlendiğini fark edecek mental düzeyde değiller ve bu durumda yaptıkları işin asla statü bakımından kötü bir kategoride yer aldığını anlayamayacaklar, farkındalıkları yok çünkü, grev ya da protesto da yapmayacaklar, sendikaları da olmayacak ve böylece toplumsal istikrar sağlanacak. devletin toplumun genelinin menfaati adına böyle bir uygulamaya gitmesi ve epsilonlar tıpkı paryalar gibi kendilerinden üst kastlarda yer alan sınıflar tarafından yadırgansalar da şartlandırma sayesinde içinde bulundukları durumun vahametini hiçbir zaman fark edemedikleri için mutlu yaşayacaklar. oysa günümüzde öyle mi? değil, işçi sınıfı da artık bilinçli ve bu bilinç onları mutsuz ediyor çünkü maalesef sistemde işçi sınıfına ayrıcalık tanınması pek mümkün değil. yani cahilliğin ve aptallığın karşılığında mutluluğu kazanmış oluruz. etik olmayabilir ama toplumsal adaletsizliğin bilinciyle yaşamaktan daha iyidir.

    zaten genel olarak bu felsefeyle cahilliğin, aptallığın ve bireysel olmamanın, sanatın, bilimin ve felsefenin karşılığında yaşlanmaktan, savaşlardan, salgın hastalıklardan, iktidarsızlıktan vs vs kurtulup tamamen somalarla, uykuda beyin yıkama zırvasıyla mutluluğu elde etmek isteyen bir toplum, çok da uzak bir gelecekte yaşamıyor bana göre.

    şunu fark ediyorum ki insanların kendilerini mutsuz edecek şeylerden uzaklaşması -örneğin kitaplar- , kendini mutlu eden ve zevk almasını sağlayan şeylere yönelmesi hedonistçe olduğu kadar doğal çünkü hoşumuza gitmeyen şeyleri yapmak istemeyiz fakat bu felsefe bizi uygarlığın meyvelerinden uzaklaştıracaksa kendimize uygar diyemeyiz çünkü tamamen idini dinleyen bir toplum haline geliriz, seks hormonlu sakızlarımızı çiğneyerek izlediğimiz duyusal filme kendimizi kaptırıp yerdeki ayı postunun tüylerinin duyularımıza hitap etmesinden zevk almamızın uygarlıkla bir ilgisi yoktur bu yalnızca ilkelliğimizi besler.

    günümüzle benzeşen bir diğer nokta ise pragmatizm her şeyin herkese, herkesin her şeye faydalı olması. öyle bir faydalı olmak ki insan cesedinden fosfor elde etmek gayesi. amerika'nın jazz, blues, rock'n' roll'un yanında hollywood, mcdonalds ve coco cola ile birlikte yumurtladığı bir şey daha.

    hedonizm, pragmatizm, cemaat, istikrar, özdeşlik falan anlıyorum da devletlerin kalıcı olma merakını anlayamıyorum. neymiş, bireyselliğe değil topluma önem vermeliymişiz, yaptığımız işi sevmeliymişiz, tüketim gerekliymiş, şartlandırmaymış falan filan ama dünyaya da kazık çakmayacaksın sonuçta. vaktin geldiğinde sen de siktirip gideceksin yani, devletinin sınırları içerisinde yaşayan insanlar da öyle, hala niye devlet de devlet, birey de birey, toplum da toplum kasıyoruz anlamıyorum lan. hayır, bilmediğim bir şey varsa söyleyin bakın. noluyo, en kalıcı olan devletin vatandaşlarına sonsuz yaşam hakkı mı veriliyor lan? niye böyle boka çeviriyoruz hayatımızı, kendimizi zorunluluklarla donatıyoruz onu da anlamadım, aldous huxley keşke bana bunun açıklamasını yapabilseydin.

    (bkz: kafamda deli sorular)


    (freddie mercury nin disleri - 24 Şubat 2014 22:53)

  • comment image

    aldous huxley'in, orwell'in 1984'ü ile sıklıkla kıyaslanan, neil postman'ın o canım kitabı ''televizyon öldüren eğlence'' adlı kitabının sunuşunda iki distopyayı oldukça etkileyici ve yalın bir şekilde kıyaslayıp huxley'i galip ilan ettiği kitabının adıdır.

    huxley ve orwell'in kitapları birer kehanetse kesinlikle huxley'in kehaneti, ileri görüşlülüğü bakımından daha gerçekçi ve akılcı bir kitaptır. huxley'in tasvir ettiği dünya bilimkurgusal ve kısmen fantastik bir dünya olsa da, kitabın düşünsel özü, orwell'inkinden daha kapsayıcı, bütünlüklü ve mümkün bir tez ileri sürer.
    tabi ayrıca huxley'in kehanetinin edebi değerinin de hakkının teslim edilmesi elzemdir.

    şimdi postman'ın kitap sunuşuyla başbaşa bırakalım sizleri saygıdeğer okuyucular. sunuşu okuduğunuzda tezin doğruluğu ve ileri görüşlülüğü sizde istemeden de olsa cesur yeni dünya' yı okuma isteği uyandıracak.

    "gözümüzü 1984'e dikmiştik. o yıl gelip de kehanet gerçekleşmeyince sağduyu sahibi amerikalılar kendilerine usul usul övgüler düzdüler. liberal demokrasinin kökleri sağlam çıkmıştı. terör her yere sıçrasa da orwellci kábuslar en azından bize uğramamıştı.

    oysa orwell'ın uğursuz öngörüsünden başka bir öngörü daha bulunduğunu unutmuştuk: bu değişik kehanet, aldous huxley'in biraz daha eski, biraz daha az bilinen, ancak aynı derecede ürkütücü olan brave new world'üydü (cesur dünya). okumuş insanlar arasında bile yaygın olan inancın tersine, huxley ile orwell'ın kehanetleri aynı şeye ilişkin değildi. orwell'ın uyarısı, dıştan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönündedir. huxley'in görüşüne göre ise insanları özerklikleri, olgunlukları ve tarihlerinden yoksun bırakmak için büyük birader'e gerek yoktur. huxley'e göre, insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskından hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır.

    orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. huxley'in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okumak isteyecek kimse kalmayacağı şeklindeydi. orwell bizi enformasyonsuz bırakacak olanlardan, huxley, pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. orwell tutsak bir kültür háline gelmemizden, huxley duygu sömürüsüne dayanan içki álemleri ve tek başına iple asılı bir tenis topuyla oyalanmak gibi şeylerle ömür tüketen önemsiz bir kültüre dönüşmemizden korkuyordu. huxley'in brave new world revisited'de belirttiği gibi, tiranlığa karşı direnmek üzere daima tetikte bekleyen kamusal özgürlükçüler ile rasyonalistler, "insanın neredeyse sonsuz olan eğlenme açlığı"nı hesaba katmamışlardı.

    huxley, 1984'te insanları acı çekerek denetlendiğine dikkat çekerken; brave new world'de insanlar hazza boğularak denetlenmektedirler. kısacası orwell bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesinden korkarken, huxley bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu.

    bu kitap, orwell'in değil, huxley'in haklı olduğu düşüncesiyle yazılmıştır."


    (kulotsuzcorap - 13 Temmuz 2014 15:55)

  • comment image

    kanımca ütopya değildir, distopya hiç değildir. realite olduğu da tam anlamıyla söylenemez ama bence bu üç opsiyonun içinde en çok realite'ye yakındır.

    --- spoiler ---

    kitapta anlatılan dünya zaten şu anda bir nevi yaşanıyor. bir yanda dünyayı yöneten batılı büyük devletler, boy ortalaması 1.90 olan sarışın, bakmaya doyamayacağınız güzel, akıllı ve mutlu insanlar, alfalar. diğer yanda karakuru, sefalet içinde yaşayıp bombaların altında ölen, eğitim, zeka ve farkındalık seviyesi oldukça düşük çirkin doğulu kavimler, epsilonlar. bunun dışında bizim gibi arada kalmış, ne idüğü belirsiz milletler var, betalar, gamalar, deltalar. bunların sadece tesadüf eseri olduğuna inanıyorsanız kitapta yazanları bir ütopya veya distopya olarak nitelendirebilirsiniz ancak şahsen ben inanmıyorum.

    dinlere bakıyoruz, binlerce yıldır ortaya çıkan dinlerin hepsi aynı coğrafyadan çıkmış. bunların tüccarların birbirine anlattığı masallar, dillerden dillere dolaşıp her beşyüz yılda bir patlayan hikayeler olduğu gerçeği ilk aklımıza gelen. peki ya yönetenlerin bugünler için doğuya ektiği mayın tarlasıysa bunlar ? ya binlerce yıllık sistemli bir çalışmanın ürünüyseler ? islam dini 800 sene önce dünyanın en refah içinde yaşayan insanlarının diniyken bugün nasıl bu kadar karanlık bir felsefeyi çağrıştırabiliyor ? bugün islam coğrafyası erkeğin oturduğu yere oturursam abdestim bozulur mu'yu tartışırken (şartlandırma) batı islam coğrafyasının anasını sikmekle, kanını emmekle meşgul. araplar bahçesinden çıkan petrolün yarısını batıya veriyor, veren adamın da sesi çıkmıyor çünkü her seferinde ağzına altı gramlık soma tabletlerini (para) sokuşturup duruyorlar. bölgesel kralların ve para babalarının mutlulukları sağlandığından sorumlu oldukları insanların mutluluğu ve geleceği pek de siklerinde olmuyor haliyle, bölgesel dogmatizm, iç huzursuzluklar, yokluk ve batı kışkırtmalı terörist organizasyonlar sayesinde bu bölgenin insanları kişisel gelişimlerini tamamlayamayıp sadece hizmet etmek için dünyada bulunacak ve sisteme karşı asla tehdit oluşturamayacak birer epsilon olarak dünyadaki yerlerini alıyorlar. alfa'lar bu epsilon'ları ağır işleri yapmaları için kendi ülkelerine dahi davet ediyorlar. ne zaman ki bölgenin alfa artı'larından biri soma etkisinden kurtulup sisteme çomak sokmaya kalksa, batı ağır silahlarıyla girip onu yok ediyor, sorun kökünden çözülmüş oluyor.

    ha diyelim ki bu kitapta anlatılanların realite ile herhangi bir alakası yok, günümüz dünyasında yaşananlar sadece birer rastlantı. peki bu hikaye ütopya mıdır, yoksa distopya mıdır ? bana göre anlatılanlar distopya'dan oldukça uzak. mustapha mond ile savage'in konuşması günümüz dünyasıyla huxley'in zihinsel dünyasının hesaplaşması, karşılaştırılması aslında. ben bu tartışmada kesinlikle mond'un tarafındaydım. değişmeyen kaide, insan ne kadar aptalsa o kadar mutludur. insan ne kadar az şey biliyorsa o kadar huzurludur. bugün bu ülkede akp seçmeninin çoğu belki chp'li rakiplerinden çok daha zor hayat şartlarında yaşıyorlar, ama gidip araştırma yapsanız yüzde yüz eminim ki bu insanlar kendilerinden onlarca kat daha variyetli kişilere göre çok daha mutlular, kafanın içi boş çünkü, dünya küçük. ancak günümüz dünyasında bu kişilerin aldığı yanlış kararlar benim mutluluğumu etkiliyor. cesur dünya'da ise herkes mutlu, epsilon'un yönettiği bir ülkede benim mutsuz olmam gibi bir şey sözkonusu değil ki epsilon'un yöneten olma saçmalığı zaten olasılıklar dahilinde değil. yaşamın amaçsızlığını ve tesadüfler eseri dünyada bulunduğumuzu savunan biri olarak bu kısa ve amaçsız zaman dilimini çok yoğun anlamlar yükleyip mutsuzlukla tüketeceğime, kafası rahat ve mutlu bir insan olarak geçirmeyi tercih ederdim, cesur dünya'da kendinizden farklı olana zarar vermeden bunu yapabilmeniz mümkün. ha diyelim ki azınlık çıktınız, sistemin dışında kaldınız ve bazı şeylerin farkındasınız, diğerlerinden farklısınız. günümüz dünyasında eşcinsel cinayetlerinde, namus cinayetlerinde olduğu gibi, veya savage'in kızılderili kavminde olduğu gibi sadece toplum normlarının dışında yaşadığınız için gaddarca aşağılanıp yok edilmek yerine size sizin gibi olanların yanına gitme, sistem için tehdit unsuru olamayacağınız, insanların aklını çelemeyeceğiniz bir adaya sürülme seçeneği sunuluyor ve orada farkındalığınızı yine yaşayabiliyorsunuz. aynı vahşi'nin kullandığı gibi mutsuz olma hakkınızı sonuna kadar kullanabiliyorsunuz yani, ama burada mutsuzsanız mutlu olma hakkınız yok. bu perspektiften baktığınızda huxley'in cesur dünyası bence geçmişe göre çok daha merhametli olan günümüz modern dünyasından dahi kat kat anlayışlı ve opsiyonel. savage'in mutsuz olma hakkını kullanıp günümüz dünyası normlarına döndüğünde başına neler geldiği de malumunuz.

    ---
    spoiler ---


    (bana kedicik derdi - 27 Eylül 2014 18:17)

  • comment image

    televizyon öldüren eğlence isimli kitabın önsözünde neil postman şöyle bi şeyler der: "orwell, 1984'le bilginin sansürleneceğini, insanların denetleneceğini öngörüyordu. oysa huxley'in cesur yeni dünya'sında insanlar o kadar fazla enformasyona maruz bırakılıyordu ki artık bilgiye karşı uyuşup, duyarsızlaşıyordu... zaman huxley'i haklı çıkardı..." gibisinden, tam da böyle diildi ama... ve insan havai fişek gösterisi gibi olarak nitelenen bombardımanları tv'den izledikçe, "hakkaten bea!" demek istiyor bu görüşe


    (lepistes - 22 Temmuz 2004 15:25)

Yorum Kaynak Link : brave new world