Süre                : 2 Saat 17 dakika
Çıkış Tarihi     : 27 Eylül 1991 Cuma, Yapım Yılı : 1991
Türü                : Komedi,Drama,Fantazi
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  TriStar Pictures , Columbia Pictures Corporation
Yönetmen       : Terry Gilliam (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Richard LaGravenese (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Jeff Bridges (IMDB)(ekşi), David Hyde Pierce (IMDB)(ekşi), Lara Harris (IMDB)(ekşi), Mercedes Ruehl (IMDB)(ekşi), Kathy Najimy (IMDB)(ekşi), Harry Shearer (IMDB)(ekşi), Jayce Bartok (IMDB)(ekşi), Dan Futterman (IMDB)(ekşi), Robin Williams (IMDB), Bradley Gregg (IMDB), Stephen Bridgewater (IMDB), Amanda Plummer (IMDB), Michael Jeter (IMDB), Richard LaGravenese (IMDB), Diane Robin (IMDB), Christian Clemenson (IMDB), Carlos Carrasco (IMDB), John de Lancie (IMDB), Pat Fraley (IMDB), Ruben Dario Cruz II (IMDB), Ray Huffman (IMDB), Jack Mulcahy (IMDB), Peter Austin Noto (IMDB), Tom Waits (IMDB)

The Fisher King (~ Balikçi Kral) ' Filminin Konusu :
Hip bir DJ olan Jack, canlı bir telefon konuşmasının ardından hızlı ve renkli hayatına veda eder. Ciddiyetsiz bir tavır ile bir kişinin hayatına yanlış bir yön vermiş ve hayatının hatasını yapmıştır. Yaklaşık üç yıl sonra intihara eğilimli bir ayyaşa dönüşen eski DJ Jack Lucas, hayatı, kendi oyun alanına çeviren sokaklarda yaşayan bir şizofrenle karşılaşır. Bu ilişki bizi yaşadığımız dünyada gerçek delilerin kimler olduğuna dair bir sorgulamaya itecektir.

Ödüller      :

Venedik Film Festivali:Little Golden Lion, Silver Lion, Pasinetti Award-Best Actress, Silver Lion
Academy Awards - Oscar:En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Toronto International Film Festival:People's Choice Award
Academy of Science Fiction, Fantasy & Horror Films:Saturn Award-Best Supporting Actress


  • "(bkz: pantolon paçasını tel zımbayla zımbalamak)"
  • "terry gilliam'ın deliliğe övgü düzdüğü bir diğer filmi*.tom waits de çıkar karşımıza bi ara, akıl hastanesinde pek manalı sözler söyler. bir tekerlekli sandalyeden."
  • "central station'daki dans sahnesiyle flashmob'un fikir babası olduğu aşikar. tom waits de kısacık rolüyle yine gönülçelenlik yapıyor."
  • "filmde parry'nin panikle önerdiği porno filmlerden biri "creamer vs. creamer" gibi efsane bir isme sahiptir."
  • "tek kelime ile şaheser olan film. görselliği kurgusu akıcılığı ve içerdiği mesajlar ile insanı kavrayıp derinden sarsmaktadır.ve artık malesef çok daha hüzünlü bir şekilde izleyeceğimiz filmdir."
  • "hastanede geçen jack'in komadaki parry ile konuşması kesinlikle ağlatır."




Facebook Yorumları
  • comment image

    zirvedeyken cukurun ta dibine dusmenin, ne kadar da kolay oldugunu anlatan cok naif bir filmdir bu, seversiniz. yani ben severim. "sandiginiz kadar 'guclu', 'onemli', 'basarili' ve 'mutlu' musunuz? peki hep boyle mi kalacaksiniz?" diye sorar aslinda. tum bunlarin tepetaklak olmasi an meselesidir. bunlarin cazibesibe kapilmanin, sadece bunlarla var olmanin anlamsizligini sorgular bir yandan.

    vicdan muhasebesi yaptirir insana. dostlugu sorgulatir. birilerini gercekten sevip sevmemeyi, onlar gibi olmadikca onlari umursamamayi, bazi seyleri/kisileri basina ayni sey gelince anlamayi anlatir. dupeduz bencilligi... parry'nin lydia'nin evinin onundeki konusmasi ise cok sey ifade eder. beklentisizligi.... ayrica delilik bazen ne guzel bir maske, ne sahane bir duvardir, icine kapanip butun kapilarini kaparsin. kimse giremez iceri.

    hastanede parry lydia'ya: ah sevgilim nerelerdeydin? sevgilimsin degil mi? oyle misin?


    (kacin kurbagasi - 18 Şubat 2008 16:14)

  • comment image

    robin williams ve jeff bridgesi neden bu kadar çok sevdiğimi bir kez daha anlamamı sağlayan muhteşem film.mükemmel gibi görünen hayatlarımızın içindeki boktanlıkları,iniş çıkışları ve deli zannettiğimiz kişilerin bile kimi zaman bizden daha akıllı davrandığını görüyoruz bu filmde.belki siz görmüyorsunuz ama benim için öyleydi işte.muhteşem oyunculuk,gerçekten güzel bir senaryo ve unutulmayacak bir film olmuş.mutlaka izlenmeli ve köşe başında tutulmalı diyor ve cümlemi burada noktalıyorum.

    --- spoiler ---
    i'm hearing horses! parry will be so pleased!
    ---
    spoiler ---


    (elluin - 30 Mart 2008 09:40)

  • comment image

    jeff bridges ve robin williams'ın kariyerlerinin en başarılı oyunculuklarından birine şahit olunabilecek, amanda plummer ile mercedes ruehl'in de ikiliye harikulade ayak uydurduğu, deliliğin sınırında yeşeren ne varsa olgunlaşana kadar geçen sihirli süreci olanca naifliğiyle sunan 1991 tarihli terry gilliam şaheseri.

    insanlığın ikiyüzlülüğünü temelinden yakalıyor ve okşayarak yüzünü gün ışığına döndürüyor, soyup çırılçıplak çimenlere salıyor, uluyor ve bu esnada güldürmeyi de ihmal etmiyor, "küçük adamı havalandırıyor". eylemlerin, bir başkasına yardımı dokunacak seçimlerin kaynağında yatana eğilip soytarılığı üstleniyor ve diyor ki: "tek bildiğim senin susadığındı."

    iyi bir insan olmak isteyenlerin karşısına çıkıyor fisher king, kendini daha iyi hissetmek, içsel bir tatmin yaşamak, iyi bir insan olmak için elini uzatmanın, avucunun içindekini sunmanın kimseye gerçek anlamda bir yararı olmayacağını söylüyor. iyiliğin kökeninin iyi bir insan olma ereğinde saklı olmadığını, hiçbir zaman da saklı olmuş olmadığını, iyi eylemin yalnızca iyi eylem olmaklığında en saf halini aldığını, iyiliği eden ve iyilikten fayda sağlayan arasında sınırlandığı sürece anlamını bulduğunu, susayana susadığı için su vermenin insancıl lezzetiyle, daha iyi bir insan olmuş olmak için, ahlaksal değerler nazarındaki tanımı için, tatminkarlık için su vermenin zaman boyunca sözcüklerle, öğretilerle bulanıklaşmış metal tadının arasında aşılamayacak bir hissizleşme uçurumu bulunduğunu anlatıyor.

    robin williams travmatik sahnelerdeki performansı başta olmak üzere her sahnede filmdeki bir karakter olmaktan çıkıp filmin kanlı canlı bir parçası oluyor, jeff bridges keza aşınmış psikolojisini her sahnede hissettiriyor, karakterini en tepede devralıp dibe vurup parçalanana, parçalarını acı içinde bir araya getirip toparlanarak tekrar yükselişini tamamlayana kadar jack'in içine hapsediyor kendini. perry'nin ve jack'in dostluğunun yüzeyi elle dokunulur oluyor, gözünüzü yakıyor, aklınıza düşüyor.

    ustaca kurgu, usta yönetim, usta oyunculuk. travmalardan doğan masalların öyküsü.


    (marley - 12 Eylül 2011 15:10)

  • comment image

    parry'nin anlattığı balıkçı kral hikayesiyle senaryonun parallelliği o kadar güzel işlenmiş ki filmden alınan zevki kat be kat arttırmıştır. hayatın sert kırılma noktalarının kişiler üzerinde nasıl bir etkiye sahip olabileceğini ve hayatın daha doğrusu insanın usulca belki de hiç farkında olmadan tıpkı soytarının kralı iyileştirmesi gibi telafi etme çabasını anlatıyor. tekrar tekrar izlenilmesi gereken filmlerden.
    bir de öyle bir sahne vardır ki bünyeyi mest eder.
    --- spoiler ---
    parry'nin aşık olduğu kızı takip ederken çevredeki insanların dans ettiği sahne ile bile film başlı başına mükemmeldir.
    ---
    spoiler ---


    (clones - 19 Eylül 2011 22:37)

  • comment image

    uzun zamandır izindeydik, bir o kanalda bir bu kanalda kacırıp duruyorduk, dovunuyor, hayıflanıyorduk, malumunuz, cnbc enin sonsuz cabalarıyla muaffak olduk filme.
    soguk, paragoz radyo sunucusu*, bir dinleyicisine ögut vereyim derken bir felakete neden olur. parıltılı hayatı birden dibe suruklenir. aradan birkac yıl gecince bu basarılı sunucu ayyas bir sekilde intahara meyil vermisken, muhtemelen dunyanın en sevimli sizofreni* ile karsılasır. bu yıllar once neden oldugu felakette karısı öldugu icin deliren eski bir universite profesorundur. alkolik sunucumuz, vicdanını rahatlatmak icin sizofrenimize yardıma karar verir ve olaylar gelisir.
    fisher king suphesiz bir insanlıga, merhamete, sevgiye ulasma filmidir. delilik masalsı bir sekilde yucletilmis, aslında bos, anlamsız bir maddiyat icinde yuzen insanların dunyasının gercek delilik oldugunu anlatmak icin kullanılmıstır. hayat pamuk ipligine baglıdır, bir anda mahfolabilir, bir anda yeniden bir mucizeyle baslayabilir. asıl olan bir baskasının elinden tutabileek, ona yardım edebilecek yuceligi kendimizde bulmaktır. tabi tum bu temalar tum kutsal kitaplarda islenir, "komsun acken tok yatma" insanlık icin yeni bir ogreti degildir. fisher kingi boylesine etkileyici yapan, belkide, gozumuzun onunde hergun akan dunyanın icinde gecen bir hikaye olmasıdır.


    (yanilgi - 28 Mart 2003 00:48)

  • comment image

    terry gilliam'ın deliliğe övgü düzdüğü bir diğer filmi*.
    tom waits de çıkar karşımıza bi ara, akıl hastanesinde pek manalı sözler söyler. bir tekerlekli sandalyeden.


    (tabularasa - 28 Mart 2003 00:52)

  • comment image

    bir tek sonu olmamış.

    --- spoiler ---
    filmin sonlarına doğru, dibe batmış olan john, menajerini arıyor ve işine geri dönmek istediğini belirtiyor. menajeri ise, gel konuşalım diyor. jack ise parayı bulan erkeğin yapacağı ilk şeyi yapıyor ve, telefon görüşmesinden 3-5 dakika sonra, onun en pis, en loser dönemini çekmiş, kendisine emek vermiş anne'i terkediyor.

    sonra parry hastaneye düşüyor, jack parry'nin isteğini* yerine getirip aydınlanıyor. buraya kadar tamam. jack, kutsal kaseyi bilinci yerinde olmayan parry'ye veriyor ve parry bir anda iyileşiyor. sonra jack anne'in yanına gidip onu sevdiğini söylüyor, anne de onu affediyor. lydia'yla parry de muhteşem bi çift olmuş zaten. ve son! hayat ne güzel di mi?

    dandik romantik komediler gibi illa mutlu sona bağlanmsaydı, daha etkileyici ve akılda kalıcı bir film olabilirmiş.
    ---
    spoiler ---


    (black sabahat - 24 Eylül 2012 15:52)

  • comment image

    filmde parry'nin panikle önerdiği porno filmlerden biri "creamer vs. creamer" gibi efsane bir isme sahiptir.


    (kozniku - 19 Temmuz 2013 00:18)

  • comment image

    istasyonda vietnam gazisinin kurduğu "insanlar kitapçıya işerse, toplum anarşiye yönelmeye başlar..." cümlesi ile yine aynı gazinin aşağıdaki konuşması beni alıp götürmüş, çok etkilemiştir...

    bu adam her gün işe gidiyor günde 8 saat haftada 7 gün. sinirleri bozulunca kendi varlığını sorgulamaya başlıyor. bir gün işten çıkmak üzereyken patronu yanına çağırıyor ve diyor ki; "hey bob neden buraya gelip kıçımı yalamıyorsun?", "hadi" diyor. "canın cehenneme, bu makası boynuna saplayınca yüzünün şekli nasıl değişecek aceba" diyor kendi kendine. sonunda beni düşünüyor "bir dakika" diyor, iki kolum ve iki bacağım var, en azından dilenmek zorunda değilim. ve elindeki makası bırakıp kıç yalamaya başlıyor...
    aslında ben ahlak yolunda trafik işaretiyim, "kırmızı" diyorum... "daha ileri gitmeyin"... bip bibi bip


    (abani - 18 Mayıs 2004 13:29)

  • comment image

    tek kelime ile şaheser olan film. görselliği kurgusu akıcılığı ve içerdiği mesajlar ile insanı kavrayıp derinden sarsmaktadır.
    ve artık malesef çok daha hüzünlü bir şekilde izleyeceğimiz filmdir.


    (geneticallycorrected - 12 Ağustos 2014 12:13)

  • comment image

    terry gilliam 'ın 25 yıl önce attığı zaman ilerledikçe daha da yüksek tınılayan bir çığlıktır..

    --- spoiler ---

    yapi yapiyle çiftleşir ve yapilerin çoğu gerizekalıdır, onlar insan değil, aşık olamazlar pazarlık yaparlar, onlar şeytan. mükemmeliyetçiliğe bayılır sıradanlıktan kaçarlar
    ---
    spoiler ---

    kibirin ne kadar lanet sonuçlar doğurduğunu nadiren güldürerek çoğu zaman da dayak yermişçesine aklımıza kazır. milletin swarmla vs gibi zırvalıklarla pahalı mekanlara gitmeyi statü sandığı, kısacası görgüsüzlüğün adının sosyalleşmek olduğu günümüzde kesinlikle izlenmesi gereken bir haykırıştır.


    (harun0006 - 12 Mayıs 2015 00:44)

  • comment image

    --- spoiler ---
    central park'ta çimenlerde uzanırken robin williams'in ağzından balıkçı kral'ın hikayesi de aşağıdaki gibidir. bir nevi de filmle özdeştir:

    "begins with the king as a boy having to sleep alone in the forrest to prove his courage so he can become king. while he's spending the night alone he's visited by a sacred vision. out of the fire appears the holy grail, symbol of god's divine grace. a voice said to him, 'you shall be the keeper of the grail so that it may heal the hearts of men.' but the boy was blinded by greater visions of a life filled with power and glory and beauty. and in this state of radical amazement, he felt for a brief moment, not like a boy. but invincible. like god. so he reached in the fire to take the grail and the grail vanished leaving him with his hand in the fire to be terribly wounded. now, as this boy grew older his wound grew deeper. until one day life for him lost its reason. he had no faith in any men, not even himself. he couldn't love or feel loved. he was sick with experience. he began to die. one day, a fool wandered into the castle and found the king alone. and being a fool, he was simple-minded. he didn't see a king. he only saw a man alone and in pain. and he asked the king, 'what ails you, friend?' and the king replied: ' i'm thirsty and i need some water to cool my throat.' so the fool took a cup from beside his bed, filled it with water and handed it to the king. and as the king began to drink he realized his wound was healed. he looked and there was the holy grail that which he sought all of his life. he turned to the fool and said: 'how could you find that which my brightest and bravest could not?' the fool replied: 'i don't know. i only know that you were thirsty.'"
    ---
    spoiler ---


    (pumuckl - 21 Nisan 2005 21:07)

  • comment image

    hikaye, cesaretini kanıtlamak için ormanda yalnız uyuyan çocuk bir kral ile başlar. geceyi yalnız geçirirken kutsal bir görüntü görür çocuk kral. alevlerin içinden kutsal kase çıkar. tanrı'nın ilahi merhametinin simgesi... bir ses duyar: ''insanların yüreklerini iyileştirmesi için kaseyi koru.'' ancak çocuk kasede güç, başarı ve güzellik dolu bir hayatın garantisini görür. bu kısa şaşkınlık halinde kendisini bir çocuk gibi değil de aksine yenilmez hisseder. tanrı gibi... kaseyi almak için ateşe uzanır ama kase yok olur... ve eli korkunç bir şekilde yanar. çocuk kral büyüdükçe yarası daha da derinleşir. yaşama amacını kaybeder. kendine ve başkalarına inancı kalmaz. sevemez... sevildiğini hissedemez... bu olay onu hasta eder. ölmeye başlar.
    bir gün kaleye bir soytarı gelir ve kralın yalnız olduğunu görür. soytarı basit bir adamdır, o'nun kral olduğunu anlamaz. sadece yalnız ve acı içinde bir adam görür. ''seni üzen nedir dostum?'' diye sorar. kral şöyle cevap verir: ''boğazım kurudu, su içmeliyim.'' soytarı yatağın yanından bir kap alır, suyla doldurur ve krala verir. kral suyu içmeye başlar... ve yarasının iyileştiğini görür. ellerine bakınca ömrü boyunca aradığı kutsal kaseyi görür. soytarıya sorar: '' en parlak ve cesur adamlarımın bulamadığını nasıl buldun?'' soytarı cevap verir: '' bilmiyorum. tek bildiğim senin susadığındı.''

    hayatta mutluluk denen mefhumu yakalamanın en büyük yolunun ne olduğunu anlatır bu hikaye ve dahilinde filmin ana temasını oluşturur. çok klasik olarak addedilen "hayatta küçük şeylerle mutlu olmak", "olayların iyi tarafını görebilmek", "fedakar olmak", "bakabilmeyi bilmek", "bir varmış bir yokmuş insan oğlu" vb. söylemlerin aslında nasıl da gerçek olduğunu anlatır bize bu film. biraz fantastik, olabildiğince içten, olabildiğince açık... her şey çok basittir aslında, ne zaman yöntemini bulursun, öğrenirsin ve bilirsin; işte o zaman yaşam denen şeyin tadına sonuna kadar varırsın.
    the fisher king'in en büyük öğretisidir bunlar. elbette, yine hayata dair küçük tespitlerin repliklere döküldüğü sahneler de dikkatten kaçmaz.

    --- spoiler ---

    istasyondaki vietnam gazisinin elindeki kaba oradan geçmekte olan bir adam para fırlatır ama para yere düşer. jack parayı yerden alırken "sana bakmadı bile" der... vietnam gazisinin şahane bir açıklaması vardır : "bakmamak için para veriyor..."

    anne ve lydia konuşmaktadır. anne'nin doğduğundan beri erkeklerle çıktığını söylemesi üzerine lydia "ben aslında hiç kimseyle çıkmadım" der. bunun üzernie anne'nin söylediği şey ironiktir, bir anlamda gerçektir ve bir o kadar da komiktir : "iğrenç bir olay.... hiçbir şey kaçırmadın!" :)
    tam da bu diyalog üzerinden gidersek, filmde, aslında kadın-erkek ilişkilerine ve hangi tarafın nasıl hisler beslediğine dair çok güzel detayların da olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. anne, jack'in her türlü pok püsürüne, sorumsuzluğuna ve tüm paranoyasına rağmen onu taşır, ona bakar ve onun yanında olur. ama jack'in işleri yoluna girmeye başladığında anne tüm bu fedakarlığının karşılığını terk edilmek olarak alır. jack'in yalnız kalmaya ihtiyacı vardır çünkü. işte bu kadardır... erkek milleti öyle bir organizmadır ki anlayamazsın, anlamak için uğraşmak nafiledir. anne de bunu adı gibi bilen bir kadın olduğu için serbest bırakır jack'i. sonuçta, yine erkek milleti öyle bir canlıdır ki bumerang misali geri dönebilir tüm özgürlüğüne rağmen, aynen jack gibi. savunması da hazırdır: "seni seviyorum..." :)

    ---
    spoiler ---

    the fisher king, dostluktan, mutluluktan, mutsuzluktan, aşktan, hayal kırıklığından, unutmamaktan, kaybolmuşluktan, yere çakılmaktan, günü gelince yeniden doğabilmekten, özlemekten, sevgiden, kısaca insana dair her ne varsa onlardan dem vuran, baştan sona kadar harika bir filmdir velhasıl kelam. görmeyi bilene elbette...


    (antrakt - 24 Temmuz 2005 19:07)

  • comment image

    nefis bir filmdir, içinde aşağıdaki replikleri de barındırır.

    - senatör payton ile olan ilişkin ne zamandır sürüyor?
    - bu çok igrenç, insanların özel hayatıma karışmalarından bıktım.
    - bir abd senatörüyle otoparkta seviştin. özel hayatın kalmadı. limuzinin arka koltuğunu anlat. mahvolmuş hayatını anlat. egzotik şampanyaları anlat.

    ***

    - nietzche iki cins insan olduğunu söyler. büyük insanlar, walt disney veya hitler gibi. bir de bizler, geri kalanlar. bize başarısız ve ezik der. bizimle dalga geçilir. bazen başarıya yaklaşırız ama asla elde edemeyiz. biz, harcanabilir kütleleriz.

    ***

    balıkçı kral'ın hikayesini duydun mu? hikaye, cesaretini kanıtlamak için ormanda yalnız uyuyan çocuk bir kral ile başlar. geceyi yalnız geçirirken kutsal bir görüntü görür. alevlerin içinden kutsal kase çıkar. tanrı'nın ilahi merhametininin simgesi. bir ses duyar: "insanların yüreklerini iyileştirmesi için kaseyi koru". ancak çocuk, kasede güç, başarı ve güzellik dolu bir hayatın görüntüsünü görür. bu kısa şaşkınlık halinde kendisini bir çocuk gibi değil de aksine yenilmez hisseder tanrı gibi. kaseyi almak için ateşe uzanır. ama kase yok olur ve çocuğun eli korkunç bir şekilde yanar. çocuk kral büyüdükçe yarası daha da derinleşir. bir gün yaşama amacını kaybeder. kendine ve başkalarına inancı kalmaz. sevemez, bu olay onu hasta eder. ölmeye başlar. bir gün kaleye bir soytarı gelir. ve kralın yalnız olduğunu görür. soytarı basit bir adamdır. onun kral olduğunu anlamaz. sadece yalnız ve acı içinde bir adam görür. "seni üzen ne dostum?" diye sorar. kral şöyle yanıt verir: "boğazım kurudu, su içmeliyim". soytarı yatağın yanından bir kap alır doldurur ve krala verir. kral suyu içmeye başlar ve yarasının iyileştiğini görür. ellerine bakar ve ömrü boyunca aradığı kutsal kaseyi görür. soytarıya sorar : "en parlak ve cesur adamlarımın bulamadığını nasıl buldun?" . soytarı yanıt verir: "bilmiyorum, tek bildiğim senin susadığındı..."


    (bayan ariza - 24 Nisan 2006 17:46)

Yorum Kaynak Link : the fisher king