Süre                : 1 Saat 33 dakika
Çıkış Tarihi     : 06 Kasım 2015 Cuma, Yapım Yılı : 2015
Türü                : Gizemli
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Tri Destined Studios , Urban Books Media
Yönetmen       : Trey Haley (IMDB)
Senarist          : Carl Weber (IMDB),Carl Weber (IMDB)
Oyuncular      : Lamman Rucker (IMDB), Christian Keyes (IMDB), Brely Evans (IMDB), D.B. Woodside (IMDB)(ekşi), Nafessa Williams (IMDB), Kellita Smith (IMDB)(ekşi), Anthony Montgomery (IMDB)(ekşi), Billy Dee Williams (IMDB)(ekşi), James Black (IMDB), Robert Ri'chard (IMDB), Jackée Harry (IMDB), Trisha Mann (IMDB), Olivia Longott (IMDB), Marla Gibbs (IMDB), Thomas Calabro (IMDB), Candace Smith (IMDB), Shoneji Robison (IMDB), Glenda Redfield (IMDB), Kareem J. Grimes (IMDB), William L. Johnson (IMDB), Shelby Stehlin (IMDB), Carl Gilliard (IMDB), Richard Varga (IMDB), Cyann Ribeiro (IMDB), Mario Melchiot (IMDB), Shonelle Blake (IMDB), Katherine Lee (IMDB), Monica Davis (IMDB), Porche Foxx (IMDB), Neferteri Shepherd (IMDB), Leah Minor (IMDB), Tiera Nicole (IMDB), Johanie Taylor (IMDB), Kat Pasion (IMDB), Christopher Michael Williams (IMDB), Anthony 'The Renaissance Man' Powers (IMDB), Dwayne Wycoff (IMDB), Rayan Lawrence (IMDB), Tracey Graham (IMDB), Mike Reddy (IMDB) >>devamı>>

The Man in 3B ' Filminin Konusu :
Üniversitede başarılı bir tarih profesörü olan John Oldman ortada hiçbir neden yokken, aniden 10 yılını ayırdığı akademiden istifa etmiştir. Şehirden gitmeye hazırlanırken veda etmek için evine gelen meslektaşları ondan neden istifa edip gitmesi gerektiği konusunda bir açıklama yapmasını isterler. Arkadaşları John'un bu sessizliğine anlam verememektedirler. Önceleri suskun kalan John da neden gitmesi gerektiğini biraz geçmişe dönerek anlatmaya başlar.   Filmde ortamdaki kişiler profesör ve uzmanlardan oluşan bir ekip olduğundan, John'un hayat hikayesini anlatmasıyla birlikte tartışma merak uyandırmaya ve içinden çıkılmaz bir hal almaya başlıyor.


  • "japonların otantik amerikan eserlerine olan düşkünlüğü, amerikalıların savaş sonrası japon kültürüne olan meraklarını açıklamak için kullanılmış sanki. filmi olsa keşke."




Facebook Yorumları
  • comment image

    almanya'nin sava$tan sonra afrika uzerinde gercekle$tirdiklerinin tasviri nadir bulunan cinstendir, i$in ilginci o donemin partei cilginligi du$unuldugunde "kurgu olm nah yaparlardi boyle bir $eyi" demek zor olsa gerek.

    dunyaya daha 60'li yillardan bir butun olarak bakan, bugunun globalizm denen zimbirtisini o yillardan yakalayabilmi$, agir ilerleyen, diyalog bazli, du$unmeye iten bir roman derim buna ben. ursula k le guin lezzeti arayanlara da oneririm bazen, kafam iyiyse de turist omer afrika da filmini oneririm.


    (kusmuk - 27 Kasım 2006 21:19)

  • comment image

    benim gibi bilim kurgu'dan pek hazzetmeyen bir adamı bile son derece etkilemiş ve kitabı 2 günde okuyup bitirmemi sağlamıştır. kitap 2.nci dünya savaşını nazilerin kazandığını ve neticesinde dünyaya hakim olmasını konu alır. her ne kadar alternatif tarih diye de nitelendirebilsek, de yazar bu görüşe karşı çıkmıştır. kitap müthiş bir hayalgücünün yanı sıra sosyolojik öngörüler, felsefi bilgiler, ve muazzam bir tarih bilgisi içermektedir. (örneğin yazar, bu romanı yazarken william shriver'in the rise and fall of the third reich kitabından faydalanmıştır). kitap son derece sürükleyici olmasına rağmen açıkcası sonu beni çok etkilememiştir. romanlarında gelecek bir zamanı konu alan dick, fal, geçmişte yapılan bir hareket yapılmamış olsaydı bugün durumumuz ne olurdu gibi ve uzakdoğu felselerine atıfta bulunur. tarzı hakkında spielberg'in yönetmiş olduğu minority report'u izlemek fikir verebilir.


    (halki - 5 Kasım 2007 11:31)

  • comment image

    "2. dünya savaşı'nı almanlar ve japonlar kazansaydı dünyanın hali nice olurdu" temalı roman. anafikrini bilemiyorum, çözemedim tam. ama bence, "dünyanın her şekilde mna konuyor, savaşmayın sevişin" olabilir gayet. evet beğendim bu anafikri. böyle olsun.

    bilimkurgu serisi kitabı ama bilimkurgu değil, gelecek kurgusu ama ütopya veya distopya değil, tamam kurgu evet ama boş bir hikaye değil, diplomatik ama stratejik değil... "olaya bir de şu açıdan bakmaya ne dersiniz" kitabı.

    en güzel tarafı, bize iki taraflı bir kurgu sunuyor olması. şöyle ki; roman amerika'da, savaşın almanya ve japonya tarafından kazanıldığı bir dünyada geçiyor evet. fakat bir de, romanın içinde bahsedilen başka bir roman var, o romanda da savaşın abd tarafından kazanılmış olması durumunda olacaklar kurgulanmış. fakat "romanın içindeki roman" olarak sunulan metin de "kurgu", yani o da kendi başına apayrı bir alternatif.

    enteresan bişey. tükenmeden alın.


    (dagny taggart - 1 Kasım 2009 21:41)

  • comment image

    japonların otantik amerikan eserlerine olan düşkünlüğü, amerikalıların savaş sonrası japon kültürüne olan meraklarını açıklamak için kullanılmış sanki.

    filmi olsa keşke.


    (roboute guilliman - 14 Mayıs 2010 01:53)

  • comment image

    kitabın tamamlanmamış iki bölümünün çevirisi şöyledir:(lütfen çalıp çırparken kaynak gösterin tamam canım. öptüm kib bye)

    yüksek kuledeki adam(1964) romanının
    devam taslağına ait tamamlanmış iki bölüm

    bir

    1956 yılı beş ağustos sabahı reichsmarshal herman göring, miami, florida’da bulunan devasa luftwaffe üssünden kuzeye uçtu. iyi bir ruh haliyle uyanmamıştı; küçük doktor’un almanya ve alman işgali altındaki bütün toprakların şansölyesi olarak tayin edilmesine dair yakın zaman ait bir anı tıpkı demir bir ütü gibi zihninde duruyordu. göring, sonuçta ingiltere’yi mağlup eden ve savaşı kazanan benim bombardıman uçaklarımdı; propaganda bakanlığı işe yaramayan ama modaya uygun bir heyecanla insanları kışkırtıp üzerlerine suç atmaktan başka bir şey yapmamıştı, insanın üzerinde düşünmeden edemiyor diye aklından geçirdi.

    altındaki manzarada virginia gau akıp gidiyordu; göring’in r-15 messerchmitt roketi onu siyah noktaları; yani tarlalarda tanrının emri bir ruh hali içinde sonsuz ve dairesel alanlarda çalışan köleleri görebileceği kadar alçaktan uçuyordu. insanda aklına ve iyi duygularına hitap ediyordu ama bu gün onu hiçbir şey neşelendiremezdi.

    ihtiyar şansölyenin öleceğini tahmin edip uygun bir tedbir almamıştı. oysa diğerleri, mesela goebbels bunu tahmin etmişti –ss’in yüksek kademelerindeki meraklı sivri zekalıları saymıyordu bile. ancak politik açıdan sürekli dikkat halinde olmak başkent berlin’deki prinz-albrechtstrasse’de bulunan daimi karargahlara sayısız iç yazışma notu yazan ve sonunda kızartılıp tütsülenen reichsführer ss, reinhardt heydrich’e bir fayda sağlamamıştı. merak ediyorum, acaba ne planlıyor? reichsmarshal derin bir düşünceye daldı. görünüşe bakılırsa, waffen-ss bölükleri ve zırhlı alaylar birliği, özellikle de ihtiyar, mert sepp dietrich komutasındaki leibstandarte tümeni heydrich’in yerinden edilmesini önlemek için toplanmıştı –dr. goebbels şimdiye kadar bunun üzerinde elbette düşünmüştü- ve partiyi tehdit etmenin yanında generallerin atadığı yeni şansölyeye sadakat yemini peşine düşmek bormann’ın üstesinden gelemediği bir şeydi. tekrar düşünceye daldı ve mevcut kriz boyunca korunmasında merkez konumda olan miami luftwaffe üssünden ayrılmasının akıllıca olup olmadığını bir kez daha düşündü. bütün olan bitene rağmen, hitler gençlik teşkilatı’nın başkanı baldur von scherach goebbel’in emriyle tutuklanmıştı. ancak goebbels, akdeniz’in suyunun boşaltılmasını hedefleyen tarım alanı projesindeki başarı yüzünden von scherach’ı kıskanıyordu. scherach’ın bir başarısı olan bu proje goebbels’in ilgi alanına giren kitleler arasında popülerlik kazanmıştı, yani orta yerde bir çıkar çatışması uzanıyordu... ve scherach’ın tutuklanmasıyla bir kaç gün önce çözülmüştü.

    elbette bir hesaplaşma durumunda wehrmacht’ın bir avantajı vardı: sadece ve ayrıcalıklı olarak hidrojen bombasına sahip olmak. ss yıllar boyunca ajanlarını gönderip gizlice askeri tesisleri gözlemiş, kendilerine ait bir nükleer reaktör inşa edebilecek kadar bilgi öğrenmeye çalışmıştı. başarısız oldukları belliydi. ancak partiyi veya ss’i –ya da üçüncü bir gücü belki bir koalisyonu- temsil eden her hükümetin generallere, özellikle de bu günlerde emekliliğini yaşayan ama hala gücü eline bulunduran en yüksek rütbeli harp mareşali general rommel’in desteğine ihtiyacı vardı. teslim gününden –kahire’de kişisel olarak başardığına kibir dolu cehaletiyle inandığı günün tarihinden- birkaç yıl sonra alman işgalindeki amerika’nın askeri valiliği görevinden alındığı için hala partiden ve ss’den nefret ediyordu. halbuki luftwaffe’nin ingiliz radar şebekesini çökertmesi zaferi getirmişti, bunu alman ilkokul öğrencileri bile biliyordu.

    r-15’in otomatik pilotu varış noktası olan albany, new york’a yaklaştığını işaret eden sesli bir sinyal verdi.

    umarım fritz sacher iddiasını ispatlayan bir şeyle gelmiştir diye düşündü. öyleyse onu ödüllendiririm diye aklından geçirdi. bir beze dikkatlice sarılmış halde geminin arka kompartımanında uzanan bu ödül dr. seyss-inquart tarafından yürütülen tıbbi deneylerin ürünü, eşsiz bir biçimde deforme edilmiş bir cenin taşıyan büyük bir şişeydi. ceninin babası slav annesi ise zenciydi. rahimdeki gelişimi sırasında seyss-inquart’ın ekibi tarafından üzerinde çalışmalar yapılan ceninin kafansın olması gereken yerde bir ayağı ve ayaklarının olması gereken yerde de gözleri vardı. sadece bu vardı ve reichsmarshal’ın koleksiyonundaki yüzden fazla genetik eğlenceliğin bir parçasıydı. daha doğrusu en iyi parçaydı. ancak fritz sacher’i memnun etmek koleksiyon yapma zevkinden önce geliyordu, en azından araştırmacı bilim adamının iddialarına inanılabilirse.

    köpekli ve silahlı bir devriye ekibi sacher’in new york’taki konutunun çevresinde gözcülük yapmayı sürdürüyordu ama operasyonun kendisini koruyan şey mutlak gizlilikti. operasyonu luftwaffe fonları destekliyordu bu yüzden onun bilgisi dahilindeydi. abwehr yani deniz kuvvetleri karşı istihbaratı da personel desteği sağladığı için amiral canaris de bunu biliyordu. bu yüzden r-15’ten inerken kendisi bekleyen sacher ve canaris’i karşısında bulmak onu şaşırtmamıştı.

    gemisinin basamaklarından inmek için verdiği çabayla nefes nefese kalan göring “herr sacher size gerçek bir wunderkind getirdim,” dedi. hiç hoşlanmadığı amiral canaris’e baktı ve “size bir şey yok,” dedi.

    canaris ortaya konuşup “der dicke (şişko) japonlara imreniyor,” dedi, “hediye verme tarzı. seremoni.” saatini kontrol etti. “başlamak istiyorum,” dedi. amerika’nın kendi kendini yönettiği savaş önceki dönemlerde eyalet valisinin konağı olan binanın içinden, yani alandan başladı.

    göring, bezle örtülü iri cüsseli şişeye uzanırken “bundaki şekil bozukluğunu tahmin etmeye çalışın,” dedi.

    “burada olduğunuzu bilen var mı, reichsmarshal?” diye sordu sacher, “ss’den mesela. özellikle ss konusunda ciddi endişelerimiz var.”

    göring şişeyi indirip genç bilim insanı sacher’e uzattı ve “sadece benim adamlarım,” dedi. “bu alışılmışın dışında. ağırlık yapacaktır.”

    şişeyi alan sacher, “çok teşekkür ederim reichsmarshal. alçaklık koleksiyonunuz herkesçe iyi biliniyor. çocukken brenner yakınlarındaki villanızın çevresinde gezindiğimizi hatırlıyorum, şey görmüştük…” derken şişenin örtüsünü çoktan açmıştı bile. “bir cephalopedalis . şey.. harika.” şişenin dibinde doğru ağır ağır batan fetüsü dikkatle baktı. almanya’da en az bin reichsmark eder, hatta daha da fazla. henüz kendi koleksiyonumu oluşturamadım; sadece birkaç tane-“ dedi.

    amiral “başlayabilir miyiz?” diye sertçe seslendi.

    binaya girdiler. göring ve canaris beyaz önlüklü araştırmacı bilim insanını koridor boyunca takip edip reichsmarshal’ın tahminine göre eskiden yemek odası olan geniş bir odaya girdiler. iki adam bir masanın etrafında oturuyorlardı, önlerinde kağıtlar ve nesneler vardı, ikisinin de özellikle dikkat çeken bir görüntüsü yoktu; ikisi de tedirgin olmuşa benziyordu, reichsmarshal’ın geldiğini görünce saygı için beceriksizce ayağa kalktılar.

    sacher, “bunlar on iki kişilik kommando grubunun hayatta kalan üyeleri, aslen bizim bağlantı noktamız tarafından gönderildiler,” dedi. “ilk kez bundan on sekiz ay önce paralel evreni fark ettik, ona die nebenwelt adını verdik çünkü bu evrenle sınır oluşturuyor ve daima bunun yanında yer alıyor, üstelik buradaki gibi bir zayıf nokta sayesinde nüfuz edilebilir halde. böyle bir noktanın varlığını on sekiz aydan beri biliyoruz. artık bu nebenwelt’e ait kesin özellikleri gösterebiliriz ve herr reichsmarshal, amiral canaris ve zatı alileriniz bu sunum için benimle burada buluşmayı istediniz. sizlere bu tesadüfi karşılaşmaları konusunda kısa bir bilgi erecek olan herr kohler’i ve herr seligsohn’u takdim ediyorum.”

    iki adamdan kısa boylu olanı “adım kohler,” diyerek kendini tanıttı. yanında kendinden emin bir şekilde geriye yaslanmış arkadaşı oturuyordu. kohler çatlak, acemi bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü: “biz, yani buradan diğer dünyaya geçerken hayatta kalmayı başaran ancak geri dönüşte bizim gibi sağ kalmayı başaramayan kommando biriminin üyeleri ile birlikte nebenwelt’de o evrendeki bu coğrafi bölgenin genel lisanı olan ingilizceyi ustaca konuşarak hemen hemen bir buçuk yıl sıradan bir yaşam sürdük. oranın makul derecede huzurlu bir ortam olduğunu ancak yahudiler tarafından kontrol edildiğini gördük. bunun neden böyle olduğunu, neden almancanın değil de ingilizcenin sözlü ve yazılı lisanda baskın hale geldiğini tesadüfi arkadaşlıklar aracılığıyla ve halk kütüphaneleri yoluyla araştırdık.
    geçiş yapmadan evvel –herr secher daha önce kuramlaştırdığı gibi- tahminlerde bulunarak kendimizi hazırladığımı gibi, nebenwelt’de roma-tokyo-berlin üçgeninin savaşı kötü yöneterek komünizm ve plütokrasi devletleri ittifakının olağan bir zafer kazanmasına imkan vermiş olan alternatif bir dünya bulunmaktadır. bu sebeple amerika bir numaralı yahudi devletidir, bolşevikler dünyanın yarısını, yani diğer yarısını kontrol etmektedir, yani dr. goebbels’in mihver güçlerinin bir mağlubiyeti halinde olabilecekleri öngördüğü şekilde dünya bu güçler arasında paylaşılmıştır.

    bir sessizlik oldu. reichsmarshal ve amiral canaris üzerinde düşündüğü gibi, hiç kimse konuşmadı.

    canaris hemen “savaşın neden yanlış idare edildiğini özellikle araştırma imkanı bulabildiniz mi?” diye sordu.

    göring sinirli bir ifadeyle sacher’e “ne önemi var ki? akademisyenlerin işine yarayacak teknik detaylardan başka bir şey değil. sizin bu nebenwelt’iniz bir halüsinasyon ve fanteziden ibaret. burası gibi gerek değil,” dedi. yanında duran ve içi bilimsel metinlerle dolu kutunun üzerine sertçe vurdu.

    kohler, “yanımızda insan eliyle yapılmış belgeler getirdik,” dedi.

    göring soğuk bir dille “sahte,” diye karşılık verdi.

    amiral canaris, “bunu tespit etmek benim işim,” diye onun dikkatini çekti. masaya doğru yürüdü, bir araya toplanmış kağıtları ve nesneleri dikkatle incelemek için eğildi. “amaca mahsus bu fikre neden karşı çıkıyorsunuz reichsmarshal? herr kohler’in söylediği gibi –teoride de olsa- bu dünyanın varlığını bir buçuk yıldan beri biliyoruz. bu fikri hazmetmeniz için önünüzde uzun bir zaman vardı, artık elimizde orada bir süre yaşamız olan adamlarımızın getirdiği malzemeler de var. bu beni şaşırtıyor,” dedi. “ama aynı zamanda da rahatsız ediyor,” diyerek masadan büyükçe bir kitabı aldı, ne aradığını bilen bir hareketle sayfalarını çevirdi. yanı başında sadık bir köpek gibi bekleyen, iddiasından geri atmaya pek de istekli olman kohler’e bir bakış attı. “elimizde william shirer tarafından yazılmış üçüncü reich’ın yükselişi ve çöküşü adında bir kitap var,” dedi. kohler’e bakmayı sürdürerek devam etti; “bunu ‘teknik detayların” cevabı olarak alıyorum,” dedi. sesi kuruydu.

    kohler başını sallayıp “1945’e kadar olan dönem,” diyerek onu onayladı. “bunu birkaç kez okudum; eksiksiz bir kitap; orada bulduklarımın kesinlikle en iyisi. new york’taki pek çok kitapçıya sordum ve bana bunun her yönüyle kapsamlı olduğu söylendi; yani rastgele seçtiğim bir çalışma değil,” dedi. sesi düşüncelerinin samimiyetiyle çınladı ve “ kesinlikle sahte değil,” diye ekledi.

    sacher, “sizin buraya gelişinizi beklerken amiralim ve elbette sizin de reichsmarshal, -kitabı canaris’in elinden aldı ve işaretli bir kısmı gösterdi- bunu şahsen inceledim, size de okumama izin verin,” dedi.

    “o zaman bize anlatın,” dedi canaris.

    sacher, “onların tarihi, açıkçası otuzlu yılların başında bizim tarihimizden farklılaştı. başkan roosevelt’e yapılan suikast başarısız olduğu için amerika mihver devletleri’nin karısında savaşa girdiği zaman o, devlet başkanıydı,” dedi.

    canaris telaşla “brick başkan olmadı mı?” diye sordu.

    sacher, “hayır, herr amiral” diyerek başını salladı.

    kohler, “savaş devam ederken, mareşal rommel kahire’yi almayı başaramadı, bu yüzden rusya’dan güneye inmekte olan alman ordusu ile bağlantıyı kuramadı. almanya rusya hatlarını geçemedi; volga nehri üzerinde yer alan stalingrad isimli bir şehirde komünist eşkıyalar karşı saldırıya geçip altıncı kolordumuzun tamamını yok ettiler,” dedi.

    yanında duran herr seligsohn “ve –doğrudan göring’e bakmadan- luftwaffe britanya’da sivil nüfusun yoğun olduğu yerleri bombalamaya odaklandığı için radar ağlarını kullanılmaz hale getirmemişti bu yüzden britanya adalarının işgali gerçekleşmedi,” diye mırıldandı.

    kohler, “savaşın sonuna doğru, anglo-sakson kuvvetleri atom bombası geliştirdiler. yahudi einstein bunu roosevelt’e bir mektupla anlattı, yani almanya’da doğmuş olmasın rağmen vatanına ihanet etti,” dedi.

    göring, “almanya hiçbir yahudi’nin vatanı değildir,” diye karşılık verdi.

    canaris duygusuz bir ifadeyle, “herr einstein’ın da aynı fikre ulaştığı görülüyor,” dedi.

    sacher,”materyalleri buraya getirdiler, almanya’nın şimdiki haliyle kalması şartıyla. ülke, anglo-sakson kuvvetleri ve komünist rusya arasında paylaşılmış durumda. ikiye bölünmüş, artık ortada bir ulus da yok dedi ve ekledi; “japonya bu gün itibariyle birleşik devletler’in uydusu halinde. komünizm doğu’nun tamamına özellikle çin’in içlerine kadar yayılmış durumda,” dedi. sesi taş gibi soğuk ve ruhsuzdu, gerçekleri duygusallık katmadan basitçe naklediyordu; “dünyamızın şekillendirilmesi için roosevelt’in öldürülmesinin ne kadar önemli olduğunu bu durum daha da belirgin hale getiriyor. eğer bu söylenenlerden herhangisi bile gerçekleşmiş olsaydı …”

    göring araya girdi, “1947 zaferine bizi taşıyan görkemli muharip mareşalimiz erwin rommel’in bu sözde nebenwelt’de başına neler geldiğini öğrenmek istiyorum. onun mağlup olduğunu hayal dahi edemiyorum,” dedi.

    kohler, “afrika’nın kaybedilmesinden sonra,” dedi, “mareşal fransa’da britanya’dan gelebilecek bir istilayı bekleyen kuvvetlerin komutanlığına getirildi. yoldayken bir ingiliz spitfire uçağı tarafından yeri tespit edildi ve makineli tüfek ateşine maruz kaldı, yaralandı. batı duvarında uzanan büyük kale avrupa’nın istilası sırasında komuta kademesinde yoktu.” durakladı. kısık bir esle “dahası var,” diye ekledi.”

    görün ısrarla “yani?” diye sordu

    “mareşal rommel adolf hitler’i öldürmek için komplo kuran bir grup haine katıldı.

    göring “bu imkansız,” dedi.

    canaris asabi bir el hareketi yaparak “bekleyin,” dedi. “bırakın da bitirsin.”

    kohler, “planları suya düştü,” diye devam etti. “hainler hak ettikleri şekilde boğazlandılar ve et kancalarına asıldılar. bir asker ve eski bir vatansever olan erwin rommel’in intihar etmesine izin verildi. o da öyle yaptı.”

    tekrar uzun ve gergin bir sessizlik oldu.

    sonunda göring,” sanırım bu sözde ‘insan eseri belgeler’ abwehr tarafından derlenmiş sahte evraklar,” dedi. amiral canaris’e dikkatle baktı, yüzündeki hafif alaycı maskenin içine, kullandığı kelimelere nüfuz etmeye çalışıyordu. “ancak benim açımdan buradaki motivasyon da pek net değil. özellikle de mareşalin kötülendiği bölüm. geri kalan kısımları zaten anlamadım.” konuşmasına sert ve doğrulayıcı bir ton vermişti ama sesinde yine de üzeri örtülü bir şüphe ve kafa karışıklığı seziliyordu. duyduklarını hazmedebilmesi için zamana ihtiyacı vardı. hiç şüphesiz tüm uydurma “ifşaatlar” reich’ın politikalarındaki mevcut andaki siyasi krizle ilgiliydi; bu çok açıktı. bu tehlikeli girişimi amiral canaris ve karşı istihbarat örgütü kurgulamıştı; ne de olsa kohler ve seligsohn, tıpkı kommando birliği gibi abwehr ajanıydı.

    yine de –sacher’in dediği gibi bir buçuk yıldan beri alternatif bir evrenin varlığı ispatlanmış görünüyordu-. bu konu üzerinde fazla münakaşa etmedik. keşke luftwaffe ekibinden sadık birkaç adamını gönderebilseydi…

    kohler, “radar ağları yerine ingiliz kentlerini bombalamanın sizin değil führer’in kararı olduğunu eklemek için acele ediyorum herr mareşal,” dedi. göring’e umutla baktı.

    kollarını kavuşturmuş bir halde ağır ağır adımlar atan amiral canaris kendi kendine konuşurcasına “deminden beri garip bir şey üzerinde düşünüyorum. japon kontrolündeki bölgelerde, özellikle de rocky mountains eyaletlerinde ve psa’ da bir kitap ortalıkta dolaşıyor; burada yasaklı ama benim bürom kitabı yine de inceledi. japonların arasında oldukça popüler olduğunu söylüyorlar, en azından biz öyle tahmin ediyoruz,” dedi.

    göring “çekirge uzanmış yatıyor,” dedi. kitabı okumuştu; hawthorne abendsen’in kitabı üzerindeki okuma yasağı elbette onu bağlamıyordu. “ittifak kuvvetleri savaşı kazanmış olması halinde bu gün dünyanın alacağı durumu anlatıyor,” dedi.

    canaris, “aynı zamanda da ittifak kuvvetleri’nin savaşı nasıl kanabileceğine dair bir analiz var. abendsen eğer sovyetler birliği, general von paulus’u stalingrad’da durdurmuş olsaydı kazanabilirlerdi diye iddia ediyor. abendsen kurgusal dünyasını özellikle bunun üzerine inşa ediyor,” dedi. sacher’e dönerek “bu, iki kommando tarafından rapor edilen tarihi bir durum; nebenwelt’de bu olay gerçekleşmiş, bu yüzden bana öyle geliyor ki abendsen’in kitabı bir nebenwelt günlüğü olabilir,” dedi.

    kohler, “tam olarak değil,” dedi, “seligsohn ve ben abendsen’in kitabına aşinayız; onun tanımladığı dünya ile bizim geçtiğimiz n sekiz ay boyunca üzerinde çalıştığımız dünya arasında muğlak bir benzerlik var. ancak detaylar farklı. aradaki ilişki kesin olmaktan uzak. örneğin kitapta amerika rexford tugwell başkanlığında savaşa giriyor. oysa nebenwelt’de roosevelt hala-…”

    canaris ısrarla “ama abendsen’in nebenwelt hakkında en azından gene bir bilgisi varmış gibi görünüyor. detaylar farklı da olsa benzerlik çok belirgin, bunu göz ardı etmek siyasi açıdan akıllıca olmaz,” dedi.

    göring “neden akıllıca olmaz?” diye sordu.

    canaris yüz ifadesini değiştirdi, “bu nebenwelt’e ulaşmanın bir tek sacher’in tekelinde olmadığını gösteriyor. eğer bir kişi, mesela hawthorne abendsen bunun farkındaysa diğerleri de farkında olabilir, belki de çoktan fark etmişlerdir. ihtiyacımız duyduğumuz bu çıkış kapısı üzerinde bütünlüklü bir kontrolüz yok,” dedi.

    göring, “ne için ihtiyaç duyuyoruz ki?” diye sordu. amiralin tipik istihbaratçı mantığının bir benzeri olan karmaşık düşünce biçimini idrak etmekte zorlanıyordu.

    amiralin yüzünde imalı bir ifade oluştu. belli ki, sözlerini dikkatle seçiyordu;” bu açıdan bakıldığında ordu tarafından planlanan her türden askeri operasyon rafa kalkacaktır,” dedi.

    göring, “neden?” diye sordu, hala anlamamıştı, “ne tür bir askeri operasyon planlanıyor ki?”. aklına önce venüs ve mars’ın sömürgeleştirilmesini içeren uzay programı geldi. o ana kadar wehrmacht uzakta durmuştu; dış göç sadece ss tarafından yürütülmüştü. acaba en azından ordu bu işe katılmayı düşünmüş müdür diye merak ediyordu. kesinlikle yardımı olurdu; genetik açıdan elverişli insan türlerinden yeterince toplamak konusunda ss dikkat çekici bir başarısızlığa uğramıştı.

    ancak canaris, başka bir konuya yöneldi, kaypak ve becerikliydi, doğrudan kendisine yönelen bir soruyu bile geçiştirmişti. “abendsen’in hayal ürünü alternatif dünyası ve nebenwelt arasında her detayı ele alan bir kıyaslama geliştirilmelidir. tam olarak hangi açılardan benzeştiklerini farklılaştıklarını bilmek istiyorum,” dedi. yüz ifadesini değiştirdi. “belki japonların eşzamanlılık, yani anlamsız tesadüf diye adlandırdıkları şey bu olabilir. hatta fizikçimiz wolfgang pauli’nin eşzamanlılık dediği kavram belki de budur; mantıksız bağlantı fikrinin alman kökenli olduğunu söylemeyi unuttum,” dedi. kaşlarını çattı;”kafamı karıştıran bu lanet kehanet kitabını kullanmaları, her kararlarında i ching denen metodu kullanıyorlar. iyi ki parti bunu yozlaşmış doğu mistisizmi diyerek reddetti.”

    kohler, “kehanet kitabı nebenwelt’de de var; birkaç kez karşımız çıktı ama-anladığımıza göre- kullanımı yaygın değil. abendsen’in kitabında anlattığı dünyada ise varlığından hiç bahsedilmiyor,” dedi.

    canaris düşünceli bir iadeyle “bir başka fark daha var, eğer kehanet kitabına inanmak durumunda kalsaydık onun da, burada bulunabildiği haliyle, nebenwelt’in varlığını biliyor olmasını farz etmemiz gerekirdi. okuduklarıma göre abendsen bu kehanet kitabını kullanıyor; anladığım kadarıyla da kitabındaki heksagramlar aracılığıyla oluşturuyor. onun kurgusal dünyasının nebenwelt’e olan benzerliğinin açıklaması bu olabilir. ancak zararlı-almanya’ya zararlı. kehanet kitabını ona inanları bilgilendirme amacını taşıyor…” dedi. birden sustu, kaşlarını tekrar çattı, “ondan sanki canlı bir şeymiş gibi bahsediyorum,” dedi.

    göring, “alman işgalindeki topraklarda kitabı yasaklamakla gayet iyi bir yapmışız demek ki. dr. goebbels’in bu konuda ne kadar anlayışlı olduğunu hatırlıyorum; şu çağdaş besteci –adı neydi?- bu kitabı akor yürüyüşlerini geliştirmek için kullandığını yazdığında öfkeden köpürmüştü,” dedi.

    canaris, “küçük doktor anlayamadığı her şey karşısında öfkeden köpürürü zaten,” dedi.

    göring, “kehanet kitabını kim anlıyor?” diye sordu. “ona güvenenler bile anlamıyorlar. pauli’nin eşzamanlılık teorisi haricinde, kitabın işleyişine dair hiçbir hipotez yok. ancak eski çinliler gözle görülemeyen ruhların hangi heksagramın geleceğini belirledikleri fikrini taşıyordu,” dedi. bunu konuşmaktan sıkılmıştı, konuyu onu albany’den buraya getiren işe yöneltti. aniden “sacher,” dedi, “nebenwelt’e ulaşılabilmenin gizli tutulması almanya’nın dahili ve harici güvenliği için büyük önem taşıyor. abendsen’in kitabı zaten konuyu kamuoyuna açıkladığı için spekülasyonu önleyemeyiz; kitabın geneli hakkında almanya’da bile pek çok entelektüelin, elbette kitabı okumadan, bilgisi var. ne yazık ki, okumuş olmak o kadar gerekli değil; varlığını bilmek yeterli. ne demek istediğimi anlıyorsunuz sanırım.” kitleler için başka bir yaşam tarzıyla, yani alma hegemonyasından yoksun bir varoluşla ilgili spekülasyon yaratmak, gemeinschaft yani 1932’de parti tarafından yaratılan ve bu gün dünyanın yarısına hakim olan halk topluluğuna dair mutlak kimliği bozmuştur. yazar hawthorne abendsen bu kitap aracılı ile büyük zarar vermiştir, gizli polis teşkilatı sicherheitsdienst ’ın elindeki hiçbir araç çekirge romanının kaçak nüshalarının berlin gibi bir merkezi gaus’ta ortaya çıkmasını engelleyemedi. özellikle hamburg’da kitabı bilmek-ve ona sahip olmak- devle güvenlik teşkilatını küçük düşürdü, ihtiyatlı olmayı sürdürmeliyiz.

    göring, abendsen’in tutuklatmalıydık, sd einsatz gruppe tarafından yakalanmalı ve bir uzman tarafından sorgulanması için alıkonulmalıydı, diye düşündü. buradan çıkar çıkmaz bu konuyu heydrich ile görüşmeye karar verdi. şaşırtıcıdır ki, reichsführer ss’in şimdiye kadar alınan mesafeyle hiçbir ilgisi yoktu.

    kohler, “nebenwelt’i anlatmaya ve bu insan yapımı belgeleri açıklamaya devam edeyim mi?” diye sordu. kendisinin ve seligsohn’un masasının üzerinde yığılı duran dosyaları gösterdi.

    göring "öyle yapın” dedi ve diğer dünyanın, yani mihver devletlerinin ikinci dünya savaşını –inanılmaz bir biçimde- kaybettiği esrarengiz evrenin ayrıntılı, dolaylı raporuna kulak kabartı.

    iki

    ayna gibi cilalı daimler sedan aracın içinde oturan ve albay rudolf wegener ile tempelhof hava meydanında karşılaşan ss ajanları, araç birinci sınıf kara gömleklilerin yani, yani sepp dietrich’in leibstandarte birliğinin alman içişleri bakanlığında ortaya çıkan büyük krizin kazasız belasız atlatılması umuduyla ordugah kurduğu prinz-albrechtstrasse’deki ss karargahına yaklaşırken sakin sakin sohbet ediyorlardı. wegener birliğin stratejik noktalara yerleştirilmiş devasa tiger tanklarını ve her kavşağa ve binaya doğrultulmuş 88mm.’lik namlularını görebiliyordu.

    askeri güç gösterisi onu etkilemiyordu. bir wehrmacht havanı tarafından ateşlenen tek bir taktik hidrojen bombası ss bölüğünün tamamını ve heydrich’i silip süpürürdü. ancak, cellat psikolojik açıdan muhtemelen huzurluydu; ss zihniyeti tıpkı bu pırıltılı tanklar gibi kusursuz işlenmiş, gösteri yürüyüşü tarzı manevraların fiyakalı gösterisi üzerinde serpilip büyümüştü.

    heydrich’in büyük ofisine kadar kendisine eşlik edildiğinde reichsführer ss’i telefonda konuşurken buldu.

    heydrich, boş gözlerle wegener’e bakarken, merhametsiz, tekdüze bir ses tonuyla “bu işi yapması için birini çoktan gönderdik zaten,” diyordu, “denver’de bir otel odasında öldürülerek ortadan kaldırıldı. boğazı kesildi. evet, birileri bunu yaptı. evet, kendisi yahudi abendsen’e çok yaklaşmıştı.” bir sessizlik oldu. “hayır, on buraya getirmiyor; neden getirsin ki? kitabında bahsettiklerinden başka anlatacak neyi var?” bir sessizlik daha oldu. bu sefer biraz daha uzun sürmüştü. sonunda heydrich, “eğer onun buraya getirilmesini istiyorsanız, sebebini bana söylemek zorundasınız. biz luftwaffe’nin muavini değiliz. tamam, birilerini gönderin. bombalayın. güle-güle.” heydrich teflonu kapattı, masadaki kağıt bloğunun üzerine bir not karaladı, sonra başını eğerek masasının önünde duran deri koltuğu gösterdi. wegener’e “reichsmarshal,” diye açıklama yaptı, “hepi topu dört yüz kilo. oturun. amerika pasifik devletlerinde bulunmuş olan abwehr ajanı sizsiniz demek,” dedi. dosyaları yelpaze gibi açtı, dikkatle karıştırdı ve sonunda bir tanesini seçip açtı, “hakkınızda yazılanları okuyordum. japonların işleri yürütme yöntemi hoşunuza gitti mi? üstünkörü değil mi? elbette işler burada daha iyi sayılmaz, özellikle de iğrenç, alçak, sakat lağım faresi goebbels sinsizce sürünerek şansölyeliğe –geçici olarak tabii- tırmanırken. uyurken bizi yataklarımızda boğazlayacaktı. sizine bu yüzden hava meydanında buluştum,” dedi.

    wegener duygusuz bir sesle “bunu anlıyorum,” dedi.

    heydrich çatlak sesiyle “bormann’ın öldürüldüğünü düşünüyoruz. goebbels’in yasal şansölye oluşuyla ilgisi yok. pek ok ss avukatından bana bu konuda brifingler aldım. bütün parti üyelerinin katılıyla bir oylama yapılması gerekecekti. hitler’in istediği gibi almanya’nın yeni lideri parti üyeleri arasından çıkmak zorunda. yasal olarak tayin edilmesine rağmen goebbels çok yaşlı-tıpkı bütün altparteigenosse gibi. elbette ben bu kategoriye girmiyorum,” dedi.

    wegener hemfikir olduğunu “yanına bile yaklaşmıyorsunuz,” diyerek açıkladı.

    “aslanağzı operasyonu hakkında japonları bilgilendirmek konusunda epeyce ilerleme sağladınız mı? general tadeki ilgilendi mi?”

    wegener, “ben- bu konuda hiçbir şey bilmiyorum, dedi.

    heydrich sinirli bir şekilde ve sert bir tonla “ama japonlara onlara saldırmak üzere olduğumuzu söylemeye gittiniz,” dedi, sanki bir yabancıyla konuşur gibiydi, “aslanağzı operasyonu- japonya’ya saldırı. sizin göreviniz; isveçli bir işadamı rolündeydiniz.” dosyanın sayfalarını çevirdi. “tempelhofer hav meydanından şu yeni lufthansa 9-e uçaklarından birine baynes adıyla binerek ayrılmıştınız. yolda sizinle bir sd ajanı konuştu; adının alex lotze olduğunu söylemişti, ressam numarası yapıyordu,; siz de güya plastik ve polyester işindeydiniz. san francisco hava limanında sizi japon ticaret misyonundan üst düzey bir yetkili yani bay nobusuke tagomi karşıladı. bir gün sonra onun nippon times binasındaki ofisinde japon imparatorluk ordusunun emekli genelkurmay başkanı general tadeki ikinizle buluştu ve siz de ona japonya adalarına wehrmacht tarafından yakın zamanda yapılacak saldırıyı bildirdiniz, bu gizli bir saldırıydı ve japon gizli servisi tokkoka bundan haberdar değildi,” dedi.

    wegener “bunlar benim için son derece yeni bilgiler,” dedi.

    heydrich sabırsızlıkla “saçma,” dedi, “gerçek şu ki general tadeki ve bay tagomi ile yaptığınız konferans sırasında bir sd timi zorla içeri girip üçünüzü de öldürmeye çalıştı ama başaramadılar,” diye ekledi.

    kısa bir sessizliğin ardından wegener boğuk bir sesle “bay tagomi iyi silah kullanır. amerikan iç savaşından kalma silahlardan oluşan bir koleksiyonu var bunlarla atış talimi yapıyor,” dedi.

    “neler olduğunu merak ediyoruz. san francisco sd’nin başkanı bruno kreuz von meere japon sivil polis teşkilatı kempeitai keskin nişancılarının içeride veya tagomi’nin ofisinde beklediği teorisini ileri sürmüştü. hmm; bu durumda, tagomi, kreuz von meere’nin adamlarının işini kendisi bitirdi.” başını salladı, belli ki esrarın aydınlanmasından memnun olmuştu. “yani ülkenize ihanet ettiniz. buna bütün abwehr teşkilatı dahil mi, yoksa bir tek siz mi vardınız? amiral canaris’in budaki konumu nedir?” diye sordu.

    wegener,” onun bu gezim hakkında hiçbir bilgisi yok” dedi, heydrich’in aksi yönde bir bilgisinin olup olmadığını merak ediyordu. reichsführer ss her şey biliyor gibiydi, unu neden bilmiyordu acaba?

    ancak heydrich konuşmanın yönünü değiştirdi, başka bir konuya odaklandı. “pasifik devletlerinde savaş çabalarımızın başarısızlıkla sonuçlandığını anlatan bir yahudi kitabına rastladınız mı? şu çekirge isimli kitaba yani?” dedi.

    wegener olaydan kendini soyutlamış bir ifadeyle, “kitabı burada da bulabilirsiniz,” diye cevap verdi.

    heydrich “beni reichsmarshal ile konuşurken duydunuz; açığa vuramayacakları sebeplerden dolayı benden abendsen’i kaçırıp buraya getirmemi istiyorlar,” dedi. dikkatle wegener’e baktı, “albany, new york’ta sizin organizasyonunuz ve luftwaffe’nin de dahil olduğu ortak bir projenin var olduğunu anlıyoruz. bu konuda kişisel bir bilgini var mı?” diye sordu.

    wegener, samimiyetle “hayır,” diye cevapladı.

    heydrich “saptayabildiğimiz kadarıyla, bu proje birinde bizim diğerinde ise abendsen’in sanki hayali bir kurguymuş gibi yazdığı diğer dünyanın bulunduğu paralel evrenlerin varlığı tahmininden yola çıkılarak uygulanıyor. projeyi yönlendiren sacher’in hangi başarılı sonuçlara ulaştığını bilmiyoruz. belki de başarısız oldu. öncüller yanlış da olabilir. ya da-“ heydrich yüz iadesini değiştirip devam etti, “öncülleri ispatlayacak başarılı sonuçlara ulaştılar ama bu diğer paralel evrene fiilen bir kapı açacak yeterlilikte değildi,” dedi. parmaklarını kullanarak ihtimalleri metodik bir biçimde saydı:” ya da daha başka bir dünyaya- anladım kadarıyla nebenwelt diye adlandırdıkları yere- açılan bir geçide ulaştılar ki bu da yahudi abendsen’in sözde kurgusal kitabında betimlediği yerden farklı. elbette başka ihtimaller de var,” dedi. dikkatle düşündü; “nihayetinde, abendsen’in bahsettiği de dahil bir çok farklı dünyaya ulaşmayı başardılar.”

    “hmm,”

    “reichsmarshal abendsen’i öldürmek değil bulmak ama kaçırıp buraya özellikle reichsmarshal’ın miami’deki luftwaffe üssünde bulunan geçici karargahına götürtmek istiyor.” heydrich uzattığı parmaklarını inceledi, içlerinden birini seçti, “bundan da abendsen’i grasshopper’daki dünyayla ilgili olarak sorgulamak istedikleri sonucu çıkıyor… bu da beni bir şans yakalamış oldukları sonucuna götürüyor,” dedi. gözlerini kaldırdı, wegener’e zeka dolu, anlamlı bir bakış attı. “bu konuyu bilmediğinize emin misiniz? bir abwehr ajanısınız, duyduğumuza göre abwehr sacher’e ajan temin ediyormuş onun amacı da…, ya da belki çoktan amacına ulaşmıştır-“

    wegener onun sözünü kesip “son zamanlarda bütün vaktimi psa ziyaretinin hazırlıklarıyla geçirdim ve artık görevim de sona erdi. benim konuşmanızın bir yararı yok, size yardım edemem. şimdiye dek sizin söylediğiniz gibi kasdını aşan bu projenin varlığı ile ilgili hiçbir şey duymadım,”dedi. sesi heydrich’e şüpheli gelmişti, daha çok yüksek rütbeli zeki, dengesiz ss’in hayal ürünü uydurmalarına benziyor diye ekledi.

    heydrich ellerini birleştirip sandalyesini masasının arkasında duran duvara dayanana kadar iterken “o zaman bunu bir düşün,” dedi, “almanya’ya açıkça ihanet ettin, kasten ve sistematik bir şekilde çok gizli askeri bilgileri düşmanımıza yani japon genelkurmayına taşıdın. reichsgericht’in çağrısına gerek kalmadan boğazını kesip cesedini et çengeline asabilirdim. öncesinde taşaklarını penseyle ezerdim. tuz ruhuyla yakardım…”

    wegener sesini makul bir ılımlılıkta tutmaya çalışarak “sizin biriminiz bir deniz kuvvetleri karşı istihbarat ajanına hiçbir şey yapamaz. eğer duruşmaya çıkarılacak olursam bu abwehr’deki üstlerimin başkanlığındaki yarsı askeri bir mahkemede olacaktır,” dedi.

    “bahse var mısın?”

    wegener, “biriminizin, aslında bütün ss’in aslanağzı operasyonu’na karşı olduğunu kesinlikle biliyorum. beni takip ettirdiğinizi bizzat kendiniz söylediniz; general tadeki ile karşılaşmamdan önce neden geldiğimi biliyordunuz; beni durdurabilirdiniz,” dedi.

    heydrich sakin bir dille, “durdurmaya çalıştık,” dedi, “nippon times binası’nın girişinde.”

    “nereye varmaya çalışıyorsunuz?”

    heydrich, “şu anda waffen-ss birliği leibstandarte’nin sıfır noktasındasın. buradan kimse çıkamaz, ne abwehr, ne wehrmacht ya da parti hatta bunların üçü bir araya gelse bile seni buradan çıkaramaz. bu yüzden eğer bir iş yapacaksan bunu benimle yapmak zorundasın ve ne kadar zorlu bir iş ortağı olduğumu herhalde duymuşsundur. önündeki bu dosyada- masasının üzerine saçılmış sayfaları gösterdi- yaptığın ihanetin bütün belge ve detayları mevcut. halihazırda bu açık bir dosya ama tüm içeriğine rağmen bunu ebediyen kapalı tutma yetkim var. sabah 05.00’e kadar hiçbir sd ajanı ortaya çıkmayacak ve seni nihai çözüm kampına götürmeyecek; sana karşı nacht und nebel (gece ve sis) operasyonu yapılmayacak-bunu garanti ederim. aslında sizi, waffen-ss’e onursal albay yapacağım; bizzat general dietrich adına bir takdirname yazacak,” dedi. masasındaki telefonun ahizesini kaldırdı ve “bana sepp dietrich’i bağlayın,” dedi.

    wegener, “mekanizmaya aşinayım ve ilgilenmiyorum,” dedi. ss’in onursal albayı olduğu anda onların yargı yetkisi altına girmiş olacak, emirleri heydrich’ten veya onun teşkilatındaki daha düşük rütbeli subaylardan almak zorunda kalacaktı. yıllar içinde sayısız wehrmacht subayı bu türden payeleri, sonuçlarını önceden fark edemeden, kabul etmişti. aklından, anlık ss ajanları diye vahşice bir düşünce geçti. hepsi de heydrich’in bir kalem hareketiyle yaratılmıştı.

    heydrich omuzlarını silkip telefonu kapattı, “belki de bir yıl içinde ortadan kalkacak bir organizasyonun albayı olarak kalmayı istemek de sana kalmış bir karar. amiral canaris yılardır ince bir buzun üstünde geziyor, düşmesi ve peşinden geri kalanları da sürüklemesi an meselesi…. “

    wegener, “benim buradan çıkıp gitmem izin verme karşılığında benden ne istiyorsunuz?” diye sordu.

    “sadece ‘çıkıp gitmek’ denemez. üstelik, daha önce açıkladığım gibi, mesela üyesi olduğun teşkilat tarafından yapılabilecek misillemelere karşı güvenliğinin daimi olmasını temin edeceğim. sd tarafından korunmak esas itibariyle senin ulaşamayacağın bir durum; anormal hale gelecek olan bu günkü tahmini zor siyasi çekişme döneminde geceleri tekrar rahat uyuyabileceksin. şunu yapmanı istiyorum: abwehr’deki üstlerine tekrar rapor verecek ve buraya yaptığın bu kısa gezintiden hiç bahsetmeden san francisco görevini rapor edeceksin. yani, tempelhofer’de uçaktan indin; abwehr karargahına da taksiyle gittin. her şey sakin biçimde gerekleşti.”

    wegener,” bundan sonra da sacher’in projesiyle ilgili olarak size ve emrinizdekilere düzenli olarak bilgi ereceğim,” diye tamamladı.

    heydrich onu dikkatle süzdü.

    wegener, “sacher’in projesine ulaşamayabilirim,” dedi.

    “bahsedildiğini duyarsın. biz de duyduk ama canaris’in organizasyonuna henüz sızmayı başaramadık… muhtemelen şimdiye kadar. acelem yok, zaman alacağını kabul ediyorum. bilgiler ulaştığı sürece elbette. verstehst du?

    wegener,” sizi anlıyorum,” dedi. bir süre düşündü ve hesaplanmış bir risk almaya karar verdi; “beni öldürmeyeceksiniz, çünkü general tadeki’ye aslanağzı operasyonu hakkında bilgi vermiş olmam sizin de işinize geliyor. partinin wehrmacht’ı desteklemesini engellemek için bunu bir silah olarak kullanacaksınız; artık ani bir saldırı söz konusu değil, japonların hidrojen bombasına sahip olmadığını hepimiz biliyoruz, muazzam miktarda savunma donanımları var. japonya adaları imha edilse bile çin’deki kentleri, manchukuo kolonileri, filipinler, amerika pasifik devletleri ve latin amerika’daki toprakları-“

    heydrich asabi bir ses tonuyla “doğu asya ortak refah bölgesi’nin coğrafyası hakkında bilgim var,” dedi.

    wegener,” bunun yanında,” diye devam etti, “füzelerimizin hedef bulma sistemleri kusurlu, herkesin bildiği gibi hem de. örneğin, füzelerimizin performansını afrika’daki sonuçlarını biliyoruz. yıllardır-…”

    “hedef bulma sistemleri çoktan iyileştirildi.”

    “benim varlığımın sürmesine ihtiyaç duyacaksınız çünkü ben, japon genelkurmayının aslanağzı operasyonu’nu öğrendiğini birinci elden bilen tek alman vatandaşıyım. ben olmadan bunların hepsi sadece benim hakkımda hazırlanmış bu dosyada kalır ki o da sahte olabilir. ya da wehrmacht generalleri özellikle de rommel bunu tartışmaya açar,” dedi.

    heydrich, “harp mareşali emekli oldu, üstelik de çok yaşlı,” diye ekledi.

    “tekrar göreve başlaması planlanıyor.” abwehr bunu birkaç ay önce öğrenmişti. “açıkçası, operasyonun en yetkili komutanı o olacak; gayet iyi bilindiği gibi, onun eşsiz strateji yeteneğini şimdiye dek geçen olmadı. varlığı onu übermensch gibi gören insanlar arasında savaşı daha popüler hale getirecektir. modern zamanların tek gerçek kahramanı, hindenburg’a dönüşmesi gereken kişi.”

    “ya da adolf hitler’e.”

    “hitler’in efsanevi stratejist ünü etkisini yitirdi wehrmacht o zaman bile onun eksikliklerini biliyordu, bu gün almanların çoğu da bunun farkında. sizin de bunu bildiğinizden eminim. bu tür konuları özellikle takip edersiniz.”

    heydrich hiddetle, “frengi yüzündendi. eğer ur-führer gençlik yıllarında viyana’da bu hastalıkla temas etmemiş olsaydı, o yahudi kenti-…”

    wegener ayağa kalktı, “bana göre bu sohbetin sona ermiştir. üstlerime başarılarımla ilgili rapor vermem gerekiyor. guten tag,” dedi.

    zaten ayakta olan reichsführer ss konuşmaya başladığı sırada masasındaki dahili haberleşme cihazı uyarı verdi. aletin üzerindeki tuşa basıp “evet?” diye yanıtladı.

    haberleşme cihazındaki ses, “general skorzany sizinle görüşmek istiyor efendim,” dedi.

    “tamam. içeri alın.” heydrich kollarını kavuşturdu, topuklarının üzerinde ağır ağır ileri geri sallanarak ciddiyetle düşünüyordu.

    üzerinde waffen-ss generallerine özgü üniformasıyla, iriyarı, kır saçlı, oldukça iyi görünüşlü, temkinli ve zeki bakışlı, bir adam heydrich’in odasına girdi. wegener’e bir bakış atıp onu süzdü sonra da reichsführer ss’e dönüp ona da sorgularcasına baktı.

    heydrich, wegener’e “önerilerimi zihninizde iyice değerlendirin. kısa bir süre önce pasifik devletlerinde gerçekleştirdiğiniz yüz yüze karşılaşmaları askıya alacağım. hafta sonunda önce seni ararım, umarım mantıklı bir karar varırsın. şu andaki durumunun hiç de iyi olmadığını aklından çıkarma,” dedi.


    (fortuneteller 657 - 25 Nisan 2012 09:50)

  • comment image

    adı aşırı derecede dikkat çeken, yazarı zaten tartışmaya gerek olmayan, teması on numara ve ele alındığında bırakılması zor olan bir kitap. lakin 6:45 yayınları'ndan yeni çıkan versiyonu redaksiyon konusunda sınıfta kalmış olup yüzlerce yazım ve imla hatasıyla doludur. en göze batanları da insan isimlerinde yapılanlardır. örneğin alman konsülü herr reiss, bir bakarsınız "her reiss" olur, bir bakarsınız "reis" olur. bay tagomi'nin ofisinde çalışan bay ramsey arada bir size firavun ramses olarak göz kırpabilir. bunun yanı sıra, karakterler motele değil modele gidebilir. efendime söyleyim, kitapta sözü geçen "operation dandelion" çeviride "karahindiba operasyonu" olarak geçerken, philip k. dick'in sonradan yazmaya çalışıp yarıda bıraktığı ve 6:45 çevirisinin arkasına eklenen devam kitabına ait taslaklarda bir anda "aslanağzı operasyonu"na dönüşebilir. kaldı ki karahindiba'nın eş anlamlısı da "aslanağzı" değil "aslandişi"dir. ulan türkçeye çevrildiği saniye direk baskıya mı verdiniz kitabı ne yaptınız siz abicim?


    (t rex - 1 Haziran 2014 11:03)

  • comment image

    6:45 yayınlarından çıkan versiyonunun çevirisi berbat olan kitap. (bkz: feyyaz şahin) yahu, bir kelime aynı sayfada nasıl bir kez doğru bir kez de yanlış yazılabilir? ne imla kurallarına önem vermişler, ne de anlatım ve iç monolog ayrımını gözetmişler. anlatıcı durumu betimlerken birden aynı üslupla karakter içinden düşünmeye başlıyor, tabii kafa karman çorman. genel olarak da çevirilerin sığlığından mı bilemem ama kitapta bir ruh eksikliği var. ben çeviriden olduğunu düşünüyorum, ki üstte de belirtilmiş, hatalar öyle gözardı edilecek şekilde değil ve kitabın anlatımına dahi etkiyor.

    kitabın başına da bir yazı koymuşlar, bir süre gülmekten kitabı okuyamadım. sanki yeraltı edebiyatına hevesli bir ergene ''al abicim sen içli çocuksun yaz şöyle acayip bi şeyler'' demişler de ortaya saçma sapan bir yazı çıkmış; kadıköy'ün puslu sokaklarında ölüme giden lemurlar ne ya? bildiğin güneşli ve neşeli bir yer orası? sanki innsmouth. black metalciler bile şen şakrak, pembe saçlı kızlar kucaklarda geziyor. neden böyle bir kasvet durup dururken?

    biz, 1984, cesur yeni dünya gibi aynı türden kitapları zevkle okuduğumdan ve halihazırda bu kitabın da yarısına geldiğimden kitabı bırakmak istemiyorum. ama böyle olduğunu bilseydim asla almazdım. ucuz da değil.


    (buried alive - 27 Haziran 2014 02:26)

  • comment image

    6ltı kı4kbe5 yayın'dan (altıkırkbeş) çıkan ve feyyaz yiğit'in çevirdiği versiyonu rezalet olan kitap. hayır philip k. dick'te sıkıntı yok. çeviri çok boktan, bu bir. anlamsız kısaltmalardan tut, yarım yamalak çevrilmiş yer isimleri var. (mesela japon adalarına bir yerde 'home islands' diyor, bir yerde 'yurt adaları'. yurt adaları ne amına koyayım?)

    hadi tamam, çevirmenin tarzı var dedik, sıyrıldık işin içinden.

    elaleme posta koymaktan ölüyorlar, "yok adam alıyor kitabı pat diye basıyor kendine editör diyor" diye, kardeşim bastığınız kitabı bir okuyun. tırnak işaretleri tutarsız, yazım hatası gırla. noktasız biten cümle saydım 3-4 tane. yarım cümle bile var lan. yarım cümle ne amına koyayım, korsan kitap mı alıyoruz?

    kitap şahane de, okuması zor. daha önce sıçan çevirmen gördüm, sıçan editör gördüm. ikisinin birden sıçtığını da ilk kez görüyorum, alkış valla.


    (the dreamreader - 11 Ağustos 2014 17:35)

  • comment image

    ilk sezonunda çok büyük bir olay olmasa da ikinci sezonunun sonuna doğru coşmuş ve muhteşem bir final yapmış dizidir. imdb puanları da bunu kanıtlıyor. *dizinin puanı 8.1; ikinci sezon son üç bölüm ise 9.1, 9.4 ve 9.6. bu arada 3 bölüm hariç bütün bölümler 8.1 ve üstü puandayken neden dizi 8.1 bilemiyorum *.

    dizi aslında dandik başladı, ilk bölümleri biraz ilgi çekiciydi ama sonra sıktı. ilk sezon çok bir şey beklemeden dizinin özellikle nazi tarafındaki görselliği ile idare ediverin. adamlar cidden faşizmin vaad ettiği şeyleri gösterirken, aynı zamanda böyle bir dünyanın çirkinliklerini ve ikilemlerini gözler önüne seriyorlar. japon tarafına aynı özeni göstermemişler, yazık olmuş. ancak aynı zamanda almanların japonlara teknolojik ve askeri üstünlüğü olduğu sıkça vurgulanıyor.

    dizinin başlıca karakterleri de bir ilginç, bir iki tanesi ise resmen muhteşem. lost'tan beri böyle karakter karakter incelemesi yapmadım. ayrıca bazı karakterler arasındaki ilişki ağı türk dizilerine taş çıkarır.

    --- spoiler ilk 2 sezon ---

    buradan gerisi ağır spoilerlı.

    bu arada bu dizide paralel evrenler falan var. henüz o işlere çok girmediler ama bazıları .

    adolf hitler: evet dizide bir adolf hitler var, olmasa ayıp olurdu. hitler'den beklenileceği gibi davranıyor, öyle konuşuyor öyle bağırıyor öyle gülüyor*. bir miktar da uyuz, takdir etmesini bilmiyor. john smith kendisine o kadar yardım etmiş, teşekkür edeceğine üzerine bir de ağır görev veriyor. ikinci sezonda nalları dikiyor.

    joe blake: bu adam için denilebilecek tek bir şey varsa o da kafası karışık. direniş diye başlıyor, nazi casusu çıkıyor, sonra o işten de zevk almadığı ortaya çıkıyor, arada juliana'ya yazıyor. bu arada çocuğu olan bir sevgilisi varmış onu öğreniyoruz. olaylar gelişiyor. john smith'e posta koyup inşaatta çalışmaya başlıyor*. sonra bunu almanya'ya gönderiyorlar babası altyapı bakanı gibi bir şey çıkıyor. ona orada bir kız ayarlıyor. bu babasının yanında kalmaya karar veriyor. ikinci sezonun sonunda babasıyla birlikte kolundan çekip götürüyorlar. tahminim john smith buna acır salar ama kısmet.

    frank frink: bu zavallım tam anlamıyla bir kader kurbanı. kader kurbanı gibi olmadığı zamanlarda da psikopat. japon polisi bunu yakalıyor, sevgilisi juliana yüzünden sorguya alıyor. "bak sen yahudi asıllısın, kız kardeşin de öyle. onu ve çocuklarını gaz odasına aldık, konuşmazsan açacağız gazı" diyorlar. bu bir şekilde yandaki direniş üyesi mahkumun gazına geliyor konuşmuyor. kardeşini ve çocuklarını öldürüyorlar, bunu da öldüreceklerken yanlış ihbar olduğu ortaya çıkıyor, öldürmüyorlar. yandı gülüm keten helva. bu deliriyor tabi. sonra bir miktar juliana ile devamında kendi başına direnişe katılıyor. arada juliana bunu sattı sanıyor. direniş'ten japon bir ablaya sarıyor. başına bol bela açılıyor, en son da japon askeri binasına bomba yüklü araçla saldırı düzeniyor.

    anne ve arnold: juliana'nın annesi ve üvey babası. acayip bir ikili. çok görmüyoruz ama ikisi de sansasyonel işlere imza atıyor. arnold postacıyım diye aileyi yiyor, meğer japon istihbaratında telefon dinliyor çıkıyor. aynı zamanda juliana'nın babasının asker arkadaşı çıkıyor (baba savaşta ölmüş). anne de ev hanımı ayaklarında geziyor ama juliana'nın üvey kızkardeşi arnold'dan değil, arnold'un diğer asker arkadaşından * çıkıyor. bunu öğrenen juliana annesine "ordu malı" gibi bir şeyler de söylemiyor değil.

    ed: frank'in kankası. ölümüne bağlı. sevimli de bir tip. frank yüzünden başına gelmedik bela kalmıyor. yakuzasından kempetaisine (japon polisi) hepsinde dayak yiyor, işkence görüyor ama hayatta kalıyor. biraz saf, sakar ve salak. ama acayip iyi satışçı.

    kido: muzlu süt diye okunur, chief inspector kido diye söylenir. kempetai'nin başı, öyle aman aman değil ama zeki adam. genelde olayların biraz gerisinde kalır ama işe yarayan adamdır. bu günlere kadar allah'a emanet geldi. görsen disiplin ve otoriteye saygı abidesi ama başı derde girdi mi kabız olduğu ile aynı surat ifadesini takınıyor.

    yoshida: kido'nun çırağı, teğmen gibi bir şey. çok şey öğrendi yanında. hatta kendi soruşturmalarını da yürütüyordu ama kısmet. özleyeceğiz.

    tagomi: trade ministerımız göz bebeğimiz. hiro nakamura'nın büyük amcası. iyi niyetli, kurnaz ama işi hep ters giden abilerden. barış isterken az daha nükleer felakete kurban gidiyordu. gözü daldı mı paralel evrene kayıveriyor. emmi paralel evrendeki hayatını tam düzenledi. karısı yaşıyor, çocuğu yaşıyor, torunu olmuş. düzenli hayat da var neden geri gidiyorsun? gerçi çocuğu juliana'yla evlenmiş, kız da çocuğun başını belaya sokmak için elinden geleni yapıyor. belki ondan biraz tırstı da döndü. dönerayak da 2. sezonu kurtaran filmi getirdi iyi oldu.

    kotomichi: bu adamın muhteşem bir ismi ve iş ahlakı var. her bölümde aynı işi yaptı. kapı aç kapı kapa. aslen bizim tagomi'nin müdür yardımcısı. kimseyle ne yüz göz oldu ne bişi. meğersem sonradan öğreniyoruz paralel evrenden gelmiş. hiroşima'ya attıkları bombada yaralanmış hastanede bir şekilde bu evrene geçmiş. bakmış burada aile çocuklar hala yaşıyor, kalmaya karar vermiş. akıllı adam. seni seviyoruz kotomichi.

    lem washington: aklı selim zencilerden. ne juliana ile yüz göz oldu ne de gözünün kaşının hatrına yenik düştü. ödülü ise sağ kalmak oldu. az ama kritik işlerde görüyoruz kendisini. bir de tam bir aile babası. kötürüm çocuğunu balığa götürürken falan çekmişler.

    hawthorne abendsen: namı diğer the man in the high castle. film koleksiyoncusu, direnişin beyni dayı. biraz kafadan kontak ama o kadar film izleyince oluyor sanırım. çok göremiyoruz kendisini ama genelde kritik anlarda ortaya çıkıyor. michael moore'u andıran bir tipi ve davranışları var. juliana'ya önce acılar yaşatıp sonra eşeğini bulduruyor. ama akıllı adam.

    robert: adam kendi halinde bir koleksiyoncu, zevk ve estetik sahibi bir insan. en büyük sıkıntısı bu dünyada bu kalibredeki tek insan. kafa çok çalışmıyor. günün birinde frank bunu ziyarete geliyor ve frank'e antika kurşun satıyor. hayatının geri kalanı mundar oluyor.

    heusmann: joe'nun babası, mühendis, altyapı bakanı (cebelitarık'a baraj planları falan vardı). büyük vizyoner ama ağır sıçtı. hitler ölünce bunu vekil bırakmış; asker değil mühendis, führerliği geri alması kolay olur diye*. meğer abi alttan alttan kuyusunu kazıyormuş hitler'in. ölür ölmez japonya'ya bonba gibi bir şey atalım havasına girdi. japonya'nın daha güçlü bombası var dediler yolundan döndüremediler. john smith sağolsun sonradan aldılar götürdüler bunu.

    heydrich: psikopat general hayatımızda kısa ama heyecanlı anlarda bulundu. bunu ilk olayında iyi paketlediler. sonra da oyun oynayıp ağzından lafı aldılar. tabi ki gene john smith başardı.

    juliana: buna bulaşanın burnu dertten çıkmıyor, biraz da kara dulluk var. sevgilisi frank işkence görüyor, frank'in kardeşi ve yeğenleri öldürülüyor, frank'in arkadaşı ed de arada kaynıyor, frank direnişe geçiyor, asker öldürüyor, bomba çalıyor,juliana'dan umudu kesince japon ablayla işi pişiriyor, bina patlatıyor ve en sonunda altında can veriyor. buna abayı yakan joe bunun yüzünden kaç kez ölümden dönüyor, juliana'yı öldü sanıyor, bir sarışına varıyor, babasının yanında hapse atıyorlar. george dixon kızı yerine koyuyor, juliana bunu sırtından vuruyor. tabi buna ters giden kimse de sağ kalmıyor. kendisi aikidocu, geleni geçeni harcıyor. hep bir kanadı kırık, hep mağduru oynuyor. sonra da kafasının dikine gitmeyi acayip seviyor. bir tek john smith bunun rol kestiğini anladı bugüne kadar, lafı koydu kızdan ifadesini aldı. bir de kendisini oynayan alexa davalos kontrata koydurdu sanırım, her bölümde dört kez "güzel kızsın" iltifatını alıyor. *

    smith ailesi: sizi bilerek sonlara sakladım. on numara ailesiniz. helen hükümet gibi kadın. thomas tam bir ergen. kendini sevdirmeye yarandırmaya çalışıyor ailesine ama mal mal hareketleri oldu. sonunda da intiharını verdi. küçük kızları ise işte küçük kızlar. çok bir esprileri yok.

    john smith: bu dizinin literatüre en büyük katkısı obergruppenführer john smith. böyle bir karakter yok. aile babalığı bunda, anasının gözü olma bunda, sert askerlik bunda, yalanı adamın gözünden şıp diye anlama bunda, stres altında çalışabilme bunda. bir de amerikan ordusundan nazi ordusuna yatay geçişini de takdir etmek lazım. joe'yu da idare etti, juliana'yı da. en sonunda gitti komplo ortaya çıkardı, savaş engelledi, berlin'de nazi parlamentosunda 150 bin kişi kendisine tezahürat yaptı. dünyayı dize getirdi ama aile trajedisi yaşadı. efsane olduğu kadar trajik de bir karakter oldu. kendi dizisini yapsalar izlerim.

    rudolph wegener: geri zekalının başkanı. atom bombası planlarını illa bilim bakanına ben vereceğim diye tutturmasan belki şimdi hayattaydın. ver tagomi'ye o bilim bakanına versin arada ne olacak. gidip führer'in kafasına sıkacakken "ya ben bunu neden daha önce düşünemedim. olan olmuş, seni öldürsem daha fazla insan ölecek" deyip kendi kafasına sıktı. iyi niyetli ama mal.

    george dixon: bunu da ikinci sezonda az gördük, ölsün diye bekledik. iyi niyetliydi, direniştendi ama juliana'ya fazla sevgi besledi. sonunda nalları dikti.

    gary: az manipülatif değilsin. seni nazi olarak da koysak aynı karakterle iş yapardın. hadi iyi yırttın.

    trudy: seni çok tanıyamadık trudy. bir iki ortalıkta gözüktün sonra öldün, en sonda dirildin. büyük ihtimalle paralel evrenden geldin ama dirildin kabul ediyoruz.

    bilimum yakuza bağlantılı adam: o kafayla yakuzada nasıl o kadar yükseldiniz anlayamıyorum.

    --- spoiler ---


    (jesters cap - 22 Ocak 2017 16:26)

  • comment image

    severek izlediğim dizi. ikinci sezonunun ilkinden daha iyi olması dizi adına umut verici. dizi söylendiği gibi belki hakettiği ilgiyi görmüyor ama herkese göre bir konusu olmadığını da kabul etmek gerekiyor. 2. dünya savaşı ve alternatif tarih meraklılarının ise kaçırmayacağı türden bir yapım.

    kitabını diziden çok daha önce okumuştum. ancak okumayanlar için de büyük bir kayıp olmadığını söylemeliyim. çünkü dizi daha ilk sezonunda kitaptan fazlasıyla saptı. şu an ilgisinin bile kalmadığı söylenebilir. kitapta olmayan karakterler dizinin başrolünde, kitapta öne çıkanlar ise dizide çok daha farklı ele alınmış. bu haliyle dizi için ancak kitaptan "esinlenmiş" diyebiliriz. belki de daha iyi olacak, çünkü kitaba da roman olarak çok bayılmamıştım.

    --- spoiler ---
    hafif spoiler
    ---
    spoiler ---

    dizide dönem canlandırmaları güzel, heyecanı yerinde. senaryo ise biraz kör topal ilerliyor. oyuncuların hepsinin iyi olduğunu söylemek zor. ancak rufus sewell john smith rolünde adeta parlıyor. juliana karakteri ise en sevmediğim karakter olmayı başardı. kadın güzel olabilir ama devamlı ağlak suratıyla etrafındakilere felaketten başka bir şey getirmedi. önce sevgilisine zarar verdi, sonra yeni sevgilisi nazi'ye yardım etti. direniş'e naziler'den fazla zarar verdi. bu haliyle neden kaçtığını anlamış değilim. almanlar'ın kendisine madalya vermesi gerekiyordu. kadını bir vursalar da kurtarsak diye her bölüm umutlanıyorum ama görünüşe göre kolay kolay gitmeyecek.

    dizi iyi gidiyor ama tutarsız tarafları da çok, ya da cevaplanması gereken çok soru duruyor diyelim. direniş'in üç beş adamla yürüyor görünmesi, paralel evrenle ilgili ortada kalan sorular, bazılarının nasılsa iki evren arasında kolayca gidip gelmesi...en çok aklıma takılanlardan biri de john smith'in durumu. adam savaşta bildiğin amerikan ordusu subayı iken en koyu nazi'den bile daha nazi hale gelmiş. bunun açıklanacağını umuyorum ama mantıklı bir cevap olacağını da sanmıyorum. hele eski düşman subayının bu kadar yükselmesi ve hitler'in yanına gidecek bir pozisyona gelmesi olacak şey değil.

    --- spoiler ---
    hafif spoiler
    ---
    spoiler ---

    son olarak bizde de nazi, daha doğrusu tek adam sempatizanı fazla olduğundan dizinin şık ve görkemli nazi dünyasına bakarak çok fazla ümitlenmemelerini tavsiye ederim. aslında dizide sistemin ne kadar berbat olduğu gösteriliyor. öyle ki almanlar savaşı kazansa bile tanrılaştırılmış lider anlayışıyla fazla ileri gidilemeyeceğini anlıyoruz. daha hitler'in ölümüyle üst kademe birbirini yemeye başlıyor. kimse kimseye güvenmiyor, bir gün kahraman olan ertesi gün hain pozisyonuna geçebiliyor. bakalım yeni sezon neler gösterecek.


    (mandir - 31 Ağustos 2017 01:12)

Yorum Kaynak Link : the man in the high castle