• "türkçe dil desteğiyle bile anlayamadığım oyun. galiba problem bende. *"
  • "ilk e-book"




Facebook Yorumları
  • comment image

    son zamanlarda oynadığım en hoş ve özgün oyunlardan biri. oynamak derken lafın gelişi aslında, çünkü dear esther oynatmaktan çok karanlık, mistik ve gizemli bir romanı yaşatıyor kişiye. ne vurdu kırdı, ne de bizimle iletişime giren başka birşey, sadece gözümüzü açtığımız muhteşem görsellikte yaratılmış bir ada ve bu adada hikaye anlatıcının eşliğinde yaptığımız fazlası ile hislere oynayan bir yolculuk var oyunda. aralıklarla giren keman ve piyano odaklı hoş müzikler ise bu yolculuğu daha da etkili kılmakta. sonuç olarak kısa(bir buçuk saatte bitti!) ama etkisinden kolay çıkılamayan güzel bir romana benzeyen oyun var karşımızda. yalnız steam'deki 10 dolarlık fiyat bu kısalıktaki bir oyun için biraz fazla, beklenip indireme girdiğinde almak daha mantıklı olabilir.


    (kenjin - 15 Şubat 2012 20:46)

  • comment image

    oyun kelimesinin anlam ifade etmediği şeydir.daha çok bir tecrübedir.yada gavurların deyimiyle bir (bkz: anthem) dir.o kadar güzel bir tecrübeydiki..

    --- spoiler ---
    son chapter da ilk olayı anlamaya başladığınızda ellerinizi açıp yaa ama diye bir tepki veriyosunuz.bu süreye gelene kadar zaten o görsellik beraberinde yanlızlık hissi sizi o kadar kapıp götürüyorki insanın tüyleri diken diken oluyor.ve finale gelene kadar beraberinde bir dear esther da sizden geliyor mecburen ağzınızdan dökülüyor.ingilizceyi çok zorlayan bir edebi-eser beraberinde okunan biraz zorladı açıkcası bir ara oyun-çeviri.com el atarsa sevinirim.birde tekrar bitirip tecrübe edenler görselliğin değiştiğine özellikle duvar yazılarının farklılaştığna şahit olmuş.evet süresi çok kısa bir saatte sonuna geliyorsunuz ama o kadar güzel bir tat kalıyorki sizde anlatamam.müzikler uçuruyor sizide-ve onuda.aslında herşeyi her ayrıntyı apaçık vermiyor sadece belirli pasajlar sadece ufak resimler arada semboller,imgeler küçük şeyler kalanı beyninizde bitiyor hikayeyi siz yazıyorsunuz belleğinize.yazarkende beraber sizde sonunda onunla beraber gökyüzüne gidiyorsunuz.hatta belki bir damla göz yaşı beraberinde geliyor..

    ek olarak youtube dan bir yorum..
    i just got done playing through for the second time. each playthrough is a different experience. while the "maps" remain the same, the details like cave drawings, clues, etc. change each time. you also get a new narrative each time as well. this allows one's analysis of the mysterious and open-to-interpretation story to change each time as well. these subtle and sometimes not-so-subtle alterations allowed me to get almost a whole new perspective on the world the game throws you into. the level of detail put into this game can be compared to bioshock, where new details can be picked up on even the 3rd or 4th time you play it... just an amazing game!!! so, if you're on the fence, then i say go buy it. it's only 9.99, and is made by a small indie development team who deserves the money, and will not disappoint their customers

    ---
    spoiler ---

    sakın bu tecrübeyi es geçmeyin..sadece bir saatiniz gidecek ama o kadar dolu olacakki bu deneyim şaşırcaksınız.birde daha önce indigo prophecy yada (bkz: fahrenheit) e bakanlar bunuda kesin sevecektir...

    come back
    come back
    come backcome back


    (othervoices - 24 Şubat 2012 13:13)

  • comment image

    yalnızlığın iliklerine kadar hissedildiği görsel bir şiir şöleni. duygu ve düşüncelerle yaşayan yalnızların hislerine tercüman olmuş bir ilk. oyun kategorisine girmeyen bir oyun. oyun değil ama oyun. bilemedim şimdi. mükemmel bir şey. bu kadar tanım yeter herhalde. oyunu aynı gün içerisinde iki defa bitirmeme rağmen üçüncü için kısa bir süre geçmesini bekliyorum ki kendime geleyim. zira ortalama 1-1,5 saat süren bu serüvenden her oynandığında başka şeyler çıkarılabiliyor. hatta görülebiliyor.

    ne diyorsun amına koyim diyenler için gelsin: bu bir oyun (demeye dilim varmıyor) ve oyunda amacımız yok. hiç bir aksiyon yok. sadece ileri geri sağa sola gidebiliyoruz. yani bırakın oyun severleri klasik icon adventure oyunu sevenler bile sıkıntıdan buna dayanamaz. ancak edebiyat ve yalnızlık severlere tavsiye ederim. neyse.

    --- spoiler ---

    oyunun sonunda yere düşmeyip mektupların olduğu yere yönelmemiz bizim ruh-hayalet benzeri bir şey olduğumuza işaret ediyor bence.
    zaten antene giderken tepede gözüken silüeti gördüğümde tüyler saygı duruşuna geçti birden. kaşla göz arası kayboldu tabi. otoyolu gördüğümüz sahnedeki gibi. daha sonra ikinci oynadığımda farkettim gizli hayaletleri. hastane odasında bir yataktayız ve beynimiz nörolojik oyunlara gark ediyor da olabiliriz bizi. sanitarium'u hatırlatırım.

    ---
    spoiler ---

    öyle ağır bir ingiliz edebiyat dili var ki anlatıcının, toplasan belki 10 civarı paragraf konuşuyor ama yazı kaybolana kadar anlamak var bir de anladığını anlamak var. ilk oynadığımda olayın özünü zerre anlamadım. acaba gerizekalı mıyım dedim de sonra kimsenin anlamadığını okuyunca nasıl da rahata erdim. bu sebeple dil paketinden yararlanmakta büyük fayda var. çünkü dil bilmek yetmiyor böyle durumlarda. ayrıca ingilizce'nin yaratıcı bir dil olmadığını da çürüttü benim gözümde.

    beni en çok kıran nokta ise, bu oyun burda bitmez ve bitmemeli!

    şu dünyada tek saygı gösterdiğim insandır indie yapımcısı. gerek oyun gerek film. sen ben gibi düşünüp yanına yandaş bulan adam bunlar. ne godamanların eline ayağına bakar ne de kimse onu yönlendirebilir. o yüzden diyorum ki, aynı atmosferde ve sürede bir ikinci part çıkarsalar yeter. ek paket gibi. her şeyi açıklamasa da yine bize bıraksa da kompozisyonun sonunu, o da kafi. yeter ki tat damakta kalmasın.

    nacizane incelememin sonuç kısmında yine bir tanım yapasım geldi bak. tutmayın yapacağım! ıssız ada yalnızlığının resme bürünmüş, dizelere dökülmüş, zaman zaman müzikle süslenmiş karanlık bir halidir dear esther. sanırım çok etkilendim. canımı yaktı gece gece bu oyun.


    (inancsiz deve - 11 Mayıs 2012 00:22)

  • comment image

    şu cümleler, oyunun ne kadar anlam yüklü olduğunun en güzel örneğidir:

    --- spoiler ---

    i’ve begun my voyage in a paper boat without a bottom; i will fly to the moon in it. i have been folded along a crease in time, a weakness in the sheet of life. now, you’ve settled on the opposite side of the paper to me; i can see your traces in the ink that soaks through the fibre, the pulped vegetation. when we become waterlogged, and the cage disintergrates, we will intermingle. when this paper aeroplane leaves the cliff edge, and carves parallel vapour trails in the dark, we will come together.

    yolculuğuma dipsiz bir kağıt teknede başladım; onun içinde ay’a uçacağım. zamandaki bir kırışık, hayatın kağıdındaki bir zayıflık ile katlandım. sen şimdi kağıdın diğer tarafına yerleştin; adi bitki örtüsüyle, lifle ıslanan mürekkepte izlerini görebiliyorum. içimiz su dolunca ve kafes dağılınca, birbirimize karışacağız. bu kağıt uçak uçurumun kenarından ayrılınca ve karanlıkta paralel buhar izler oyunca, birbirimize kavuşacağız."

    ---
    spoiler ---


    (sobamsobaci - 17 Ağustos 2012 00:39)

  • comment image

    adam öldürmemeceli fps.

    --- spoiler ---

    sevgili esther, selamün aleyküm kardeş! nasılsın?

    yürümekten haz alanların oyununa hoş geldiniz. "ben acayip yürürüm, kimse benim gibi yürüyemez," diyorsanız bu oyun tam size göre arkadaşlar! son dönemin tam bağımsız bilgisayar oyunu ile karşı karşıyayız. ne çeyrek, ne yarım, tam, ama tam bağımsız!

    “sevgili esther. bazen bu adaya hayat veren benmişim gibi hissediyorum. enlem ve boylamlar arasında bir yerde boşluk oluştu ve ada buraya konuldu. ne kadar zor bağdaştırsam da hayatımda tüm varsayımları reddeden tek bir başlangıç noktası olarak kaldı. her dönüşümde yeni işaretler bırakıyorum. çaresizliğimin düşmanca bakışı içinde onların baharda filizlenmesini umuyorum."

    az önce oyunun denizinde yüzerken iyice açılıp boğulmaya çalıştım, fakat bir ses, "geri dön," dedi ve maalesef otomatikman geri döndürüldüm. 2013 yılına hiç yakıştı mı şimdi bu sınırlandırma? kam bek'miş. ulan zaten aşırı derecede dalga geçiyorsunuz bizimle, sürekli yürümek ney lağ? "w" tuşumun silinen boyasının hesabını kim verecek?

    "sevgili esther. ne kadar süredir burada olduğumu ve kaç kez buraya geldiğimi artık bilemiyorum. kuşkusuz, bu yerin coğrafyası bana o kadar tanıdık ki, önümdeki formları ve şekilleri aslında gördüğümü kendime hatırlatmak zorundayım. gözüm kapalı bu kayaların arasından, uçurumların kenarından düşme korkusu olmadan ayağımı sürüyerek gidebilirim. ayrıca hep şöyle düşünmüşümdür, birisi düşecekse onun gözünü tamamen açmak gerekir."

    mağaradaki işaretleri çözen var mı, varsa bana ulaşsın. ben ortadaki işarette bir tavuk gördüm sanırım, ağzından bir şey hömkürüyordu.

    "donnelly keşişin efsanesini anlattı; kutsal bir adam yalnızlığın en saf halini arıyormuş. söylenenlere göre, anakaradan buraya altı olmayan bir tekneyle kürek çekerek gelmiş. böylece denizin bütün yaratıkları gece çıkıp onunla konuşabilirmiş. bu konuşmalardan kim bilir ne kadar hayal kırıklığına uğramıştır. belki şimdi, denize dadanan tek şeyin tankerlerin boşalttığı çöpler olduğundan, huzuru daha iyi bulabilirdi. derler ki kollarını güneydeki bir vadiye doğru açmış ve falez açılıp ona sığınak oluşturmuş. yüz on altı yıl sonra yüksek ateşten ölmüş. çobanlar mağaranın ağzında ona hediyeler bırakırmış, ama donnelly yazmış ki onu gördüğünü iddia eden kimse yokmuş. mağarayı ziyaret ettim ve hediyelerimi bıraktım, ama onlar gibi, ben de onun yalnızlığı için değersiz görünüyorum."

    daha oyunun ilk 15 dakikasında senaryodaki yüksek edebiyat göze çarpıyor. birileri çok şiir okumuş bu oyunu yazarken, belli. ama bizim cengâver türk şairlerden hiç okumamış, varsa yoksa edgar allan poe okumuş ellam.

    "annenin anlattığına göre, sen doğduğunda, doğumhaneye bir sessizlik çökmüş. yüzünün sağ tarafını büyük kırmızı bir doğum izi kaplıyormuş. kimse ne diyeceğini bilememiş, sen de hava boşluğunu doldurmak için ağlamışsın. seni bu yüzden hep takdir ettim; bulduğun her boşluğu doldurmak için ağlıyordun. sırf yeteneğini kullanabilesin diye, senin için boşluklar üretmeye başladım. doğum izi sen altı yaşındayken geçti, tanıştığımız zaman tamamen gitmişti, ama boşluğun sana olan cazibesi ve çaresi aynen duruyordu."

    bu arada sadece birkaç tuşu var oyunun, uyandırayım. f6 ile otomatik kayıt yapılabiliyor, f7 ile de son kaydınızı yüklüyorsunuz. o kadar, bitti. adam olana fazla bile.

    "o çobanlar dindar insanlardı. bu ilişkide aşk yoktu. donnelly bana dedi ki onların bir kutsal kitabı varmış ve katı bir devirle elden ele dolaşırmış. 1776’da, ada tamamen terk edilmeden iki yıl önce, ziyaret eden bir papaz onu çalmış. acaba, o arada sureleri ve ayetleri taşlara ve otlara mı geçirdiler, coğrafyayı önemli bir şifreyle mi işaretlediler; böylece kitabın yolundan gidip haramlarından uzak mı durdular?"

    tamam, oyundaki karakterimiz oldukça zekâlı ve okumayı seçmiş. bunu hemen anladık. az önce de koca teknenin yanında ilk defa işe yarar bir şey söyledi: "teknenin altında bir delik olmalı, yoksa nasıl gelirdi bu keşişler?" buna rağmen steam üzerinde toplamda 50.000'den fazla sattı. artık insanlar gerçekçiliğin farkında. o saçma senaryolardan birazcık da olsa kurtulduk gibi. ayrıca oyunun 14 şubat 2012 tarihinde çıkış yapması da “dear” esprisini kuvvetlendiriyor. yapım ekibinin o gün sevgilileri ile bu oyunu oynadığı aşikâr.

    "bu keşiş, bu kâhin, kemiklerin ve eski ekmeğin uzak tarihçisi, nereye kayboldu? neden, dedi çiftçiler, neden diye sordu jakobson, sırf kollarını tepeye açıp arkandan kapanmasına izin verecek, herkese kapalı ama sadece en özveriliye açık bir müze olan adanın karnına kendini kapatacaksan neden görüşlerini dert edesin."

    oyunda bir tane mağara var sanarak büyük bir hataya düştüğümü anladım an itibariyle. çılgınca işaretlenmiş her yer, oyunun müzikleri son derece duygusal ve derin olsa da, burnuma oldukça pis kokular geliyor benim. hayırlısı...

    "sevgili esther. kendimi bu okyanus kadar özelliksiz, bu körfez kadar sığ ve ıssız, kayıtsız bir enkaz kadar kimliksiz hissettim. benim kayalarım bu kemikler ve uçurumun önündeki çitler. içime deşilmiş mağaralar, kafam bir dağ, bu anten bana böyle iletecek. tamamen korunmasız sinir sistemini, donnelly’nin botlarıyla senin ve benim botlarımız hâlâ çiğniyor. senin için bir meşale taşıyacağım; onu mezar taşımın yanına bırakacağım. beni aşağı taşıyan tünellerde ihtiyacın olacak."

    mağaradaki tünelden aşağıya hunharca uçtuktan sonra suyun sıkışarak aktığı bir yerde kâğıttan gemilerin birleşerek yığıldığını göreniniz oldu mu? kim yüzdürmüştü o kâğıt gemileri? koca bir sır dostum, ha, lanet olası koca bir sır! tamam anlıyorum, muhteşengiz grafiklerle bir şölen gezintisindeyiz. senaryo da çok iyi. tamam da yarım saattir yürüyorum haritada, sadece ölü kuşlar gördüm o kadar. insan iki börtü böcek bari çizer lan, bu nasıl gerçekçilik?

    "burada sadece geceleri bir yaşam çabası var. şamandırayı ve anteni görebilirsin. kendimi diriltmeyi denemek için gündüz uyumaya başladım. son günlerin yaklaştığını görebiliyorum -devam etmek için artık pek amaç yok. burada bulacak yeni bir şey olmalı- bağlanılacak bir görüntüsü olan bir köşe ya da kuytu gibi. köprülerimi yaktım; teknelerimi batırdım ve suya batışlarını seyrettim."

    her yeri işaretlerle dolu olan tünelde biraz tereddüt etmedim değil. müziğin rengi de baya bir değişti. şey etmeseler bari. çünkü bu sefer dikkat ettiyseniz gayet elektronik çizimler bunlar. yani bildiğin fizik dersinde gördüğümüz akım şemaları. adamlar duvarda fizik testi çözecek hali yok ya. zaten bizim eleman kutsal kitaptan ve çobanlardan bahsederken bir şeylerden kıllanmıştım. acaba neler oluyor?

    “mağaralar içimse, burası taşların ilk oluştuğu yer olmalı. bakteri fosfor gibi ışıldıyor, yükseliyor, ve tünellerde şarkı söylüyor. buradaki her şey gel git gibi yükselip alçalmaya bağlı. belki bütün ada gerçekten suyun altındadır."

    su dolu başka bir çukurdan yine hunharca yuvarlanarak düştüğümüzde anlık da olsa bir rüyada uyanıyoruz. suyun altında bir otoban. sular altında kalmış bir dünya. birbirine yakın mesafede iki tane araba. elektrik sistemi hâlâ çalışıyor, çünkü farları açık. en sevdiğim kıyamet şekli. temiz. o anı birkaç kere oynuyorum tekrar ve tekrar yükleyerek. her seferinde fazla ileri gidemeden uyanıyoruz. bu da bize koyabilir.

    “bu otoyolda başka doğrultu ve çıkış yok. bu kavşaktan hızla geçerken, seni yol kenarında beklerken gördüm, titreyen ellerinde son bir içecek vardı."

    bu oyundaki onca mumu kim yakıp kaçıyor kardeşim? delirtmeyin lan adamı! tamam, iyi bir iş çıkartmış olabilirsiniz, ama bu kadarı da fazla! adamla dalga geçer gibi!

    “yolculuğuma dipsiz bir kağıt teknede başladım; onun içinde ay’a uçacağım. zamandaki bir kırışık, hayatın kâğıdındaki bir zayıflık ile katlandım. sen şimdi kâğıdın diğer tarafına yerleştin; adi bitki örtüsüyle, lifle ıslanan mürekkepte izlerini görebiliyorum. içimiz su dolunca ve kafes dağılınca, birbirimize karışacağız. bu kâğıt uçak uçurumun kenarından çıkınca ve karanlıkta paralel buhar izler oyunca buluşacağız."

    oyun biterken önce o koca anten direği olduk, sonra da kuş olup uçtuk iyi mi! come back!

    kıyak, âlâ!

    “sevgili esther. şam’ın uçurumlarını yaktım, onu derinden içtim. kalbim bacağım ve bu dipsiz teknenin her tarafındaki kâğıda iz bırakan beyaz bir çizgi. sen benim için bütün dünya gibi bir yuvasın, orada kırılmamış yumurtalar fosil şeklini alıyor, birleşiyor, kırılıyor ve havaya küçük siyah çiçekler yolluyor. bu enfeksiyondan, umutla. bu adadan, uçuşla. bu kederden, sevgilerimle."

    sevgilim ester, allah belanı versin. mektup yazma huyun azalarak yok olur inşallah. bizi de öldürdün, kendini de öldürdün. madem önce kendini öldürdün, bizi niye buna alet ediyorsun. sevgili ester, bir daha seni fps oyunlarında gözüm görmesin. hadi!
    ---
    spoiler ---


    (saykoblack - 3 Mart 2013 22:03)

  • comment image

    --- spoiler ---

    anlatıcı, narrator dediğimiz şahıs, anladığım kadarı ile esther'in ya sevgilisi ya da eşi. ve bu anlatıcı muhtemelen ölmüş, tıpkı esther gibi. çünkü son sahnede kendini fener kulesinden attıktan sonra ölmüyor. ve eğer baştan beri ölmüşse de ada denilen yerde sıkışıp kalmış bir ruh diyebiliriz.

    anlatıcının ruhu siz onu ilerlettikçe çevredeki yer ve eşyalara göre size yaşadığı olayları, anıları anlatmakta ve aynı zamanda esther'e seslenmekte. anlatıcı adada çok uzun bir süredir sıkışık kaldığını söylüyor bir yerde, bence bu sıkışma esther'i bir türlü bulamayışıyla da ilgili olabilir.

    bir teorime göre, anlatıcı ve esther araba yolculuğu yaparken adanın etrafındaki yolda kaza geçirip hakkın rahmetine kavuşuyorlar ve dolayısıyla anlatıcı burada sıkışıp kalıyor.

    diğer bir konu, oyunda bahsi geçen dört karakterin olması. bunlar: donnelly, esther, jakobson, paul.

    eh esther'in kim olduğunu az çok çakalladık. gelelim diğerlerine.

    - donnelly meselesi şu: adam kitap yazmış on sekizinci yüzyılda "a hebridean islands" adında. hebrid adaları'nda (iskoçya'nın batı kıyılarında ki britanya adasının en eski kayalarının bulunduğu ada imiş, wikipedia sağolsun.) yaşayan ünlü bir keşişi araştırmak için buraya gelmiş. ancak keşişi bulamayınca ada sakinlerinden, çoban jakobson'ın öyküsünü yazmış. donnelly'nin frengisi ve uyuşturucu bağımlılığı varmış. ağrılarına muhtemel ikinci sebep ise böbrek taşıymış. söylentiye göre frengisi onu hayal dünyası geniş bir yazar yapmış ve yapıtlarının doğruluğunun ne kadar güvenilir olduğunu sorgulatmış. donnelly nihayetinde eve döndüğünde ölmüş ve bedenini hastaneye bağışlamış.

    anlatıcı, donnelly'nin kitabını bir kütüphaneden almış (kaza öncesi) ve hikayenin sonunda kitabı yakmış ya da denize atmıştır deniyor.

    esther'in, donnelly'nin soyundan geldiği iddia ediliyor.

    -gelelim jakobson'a: iskandinav kökenliymiş. adanın ilk çobanı. evlenebilmek için hallice güzel bir baraka inşa etmiş ancak baraka tamamlandıktan iki yıl sonra ölmüş. ölümünün hangi sebepten olduğu belirlenememiş. donnelly, jakobson'ın beslediği keçilerdeki bir hastalıktan ya da doğuştan gelen bir hastalık yüzünden öldüğünü not ediyor. ayrıca notlarına köylülerin jakobson'ın ölü bedenini bir mağaranın içine ya da bir milin üzerine atıp çürümeye terk ettiklerini de yazıyor.

    donmuş cesedini, çok sert geçen bir kışın ardından ilkbaharda bulmuşlar. köylüler, köye hastalık yayılır korkusu ile cesedi mağaraya atmışlar ya da her nereyeyse artık.

    oyunda, anlatıcıyı ilerlettirerek jakobson'ın evine girebilirsiniz.

    -paul: wolverhampton'da yaşıyor ve bir ilaç şirketinde çalışıyor. exeter'daki bir konferanstan geri dönerken, anlatıcı ve esther'in bulunduğu arabaya çarparak kaza yapıyor. paul'ün alkollü olduğu için kaza yaptığı tahmin ediliyor.

    hikayenin sonunda paul jakobson olarak adı geçmiş paul kardeşimizin. (eski versiyonlarında.)

    paul, (kazadan sonra mı belli değil) anlatıcıya bir fincan içecek vermiş. bu fincan anlatıcının takıntısı olmuş ve dolayısıyla oyunda her yerde kimyasal formülleri ve formüllerden oluşturulmuş fincan şekillerini görmekteyiz.

    ahada bu kadar.

    ---
    spoiler ---

    kendimi hikayesini anlatmaya adadığımdan oyunun güzel müziklerinden ve görüntülerinden bahsetmedim ama diğer suserlar bol bol anlatmışlar zaten.

    hepinize dear esther'ler.

    edit: imla.


    (divanyayi - 1 Temmuz 2013 00:43)

  • comment image

    1 saatte oynanan ama her cümlesini açıklamak için 1 saat düşündüğüm hededir ayrıca. bana sorarsanız bu oyunun hiçbir mutlak açıklaması yok. oyuna her başladığınızda değişmiş farklı detaylarla karşılaşabiliyorsunuz. oynadıkça ve yorumlandırdıkça oyunu keşfetmiyorsunuz aslında, kendinizi keşfediyorsunuz. bu oyunu oynarken herkes kendi kafasından farklı teoriler yaratabilir, farklı noktaları birleştirip farklı sonuçlara varabilir... ben de yeniden başlayıp öyle yapmayı düşündüm. bunu yaparken de buraya yazmayı düşündüm...

    editle not: editle gelen spoilera bir iki küçük not geçtim, öznel yorumlarımı bir kenara bırakıp sadece o editi okursanız oyun hakkında daha çok şey öğrenirsiniz..

    --- spoiler ---

    sonuç olarak oyuna tekrardan başladım ve ıncığını cıncığını çıkararak ve kendi kafamdan bir teori de oluşturarak ilerlemeye karar verdim. ikinci oynayışım ama ilk oynadığım zamana dair hiçbir şey hatırlamıyorum şuan, o yüzden oynarken kısa kısa notlar geçeceğim buraya, ilerledikçe de bu notları düzenleyeceğim... bana sorarsanız bu teori fazla paranoyak bir teori olacak...

    ilk deniz fenerinde başladığımızda ötmeye başlıyor eleman:

    "sevgili esther,
    kıyıya vardıktan sonraki sabah kulağımda tuzla, ağzımda kumla ve ayaklarımda her zamanki dalgalarla her şeyin bu son gemi enkazıyla ilgili bir komploymuş gibi olduğunu hissettim.
    sudan başka hiçbir şeyi hatırlamadım, karnımda taşlar ve ayakkabılarım beni en kayıtsız canlıların yüzdüğü yerlere sürükleme tehlikesini ihtiva ediyorlardı."

    şimdi şöyle bir bakarsak, buradan ben çıkarım yapıyorum ki deniz burada hayatı ifade ediyor, gemi ise insanların bedenini(daha çok varlığını). kimi zaman başka gemiler ile karşılaşıyorlar, ilişkiler kuruluyor falan...
    kumlar, tuzlar, dalgalar ise anlatıcının hayatında çektiği acıları ifade ediyor. son gemi enkazı ise herkesin tahmin ettiği gibi elemanın bedensel ölümü olsa gerek. veya benim yorumum ile hayattan sürgün edilişi...
    ikinci cümlede kıyıya yaklaşış anını anlatıyor bence. -sudan başka hiçbir şeyi hatırlamadım- derken bedensel ölümüme gidiş anında -hayatımın özeti dışında hiçbir şeyi hatırlamadım- diyor. karnındaki taş şeysini anlamadım(sonradan edit, ileride böbrek taşlarından falan bahsediyor ama teoriyi oraya kadar uzatmadığım sadece editle kalıyor bu) ama ayakkabılara gelirsek diyebilirim ki ayakkabıları zihnini harekete geçiren temel etmendir. çünkü gemi adamın bedeniyse gemiyi ilerleten beden zihin olmalı. ayakkabılar ise bu zihnin aksesuarıdır. ayakkabı zihnin doğal bir parçası değil, dolayısıyla bu ayakkabı ortam gereği oluşmuştur, aldığı yola göre şekillenmiştir. devamında demek istediği şey ise bedeni(gemisi) olmadan yalnız zihin(bedeni) dalgaları kaldırabilecek güçte değildir, bedeninden ayrılan zihin, en kayıtsız canlılar olan ölümlerin yüzdüğü yere sürükleniyor, yani kıyıya. sonuçta bedeninden ayrılan zihinler kıyıya vuruyor, yani ölümler kıyıda... benim çıkardığım anlam budur, ya ben özürlüyüm anlatmak istediği şeyi anlamadım ya da kimse anlamadı ki böyle saçma sapan spesifik bir yorum yapmakta haklıyım.

    neyse, şimdi w-s-a-d tuşlarını kullanıp yürümeye başlıyoruz. evet, daha yeni başlıyoruz... buraya kadar anlattıklarım oyunun sadece ilk 2 dakikasıydı, gözüm(evet, gözüm) de yemiyor bütün oyunu anlatmaya ama, neyse...

    buraya kadar anlattıklarıma bakarak ada ne halt onu bir çözüme kavuşturalım. bedensiz zihinler karaya vurduğuna göre (klasik olacak ama) ada araf gibi bir yer olmalı. bedeninden ayrılan zihnin varlığına bedensiz devam etmesi için kendini toparladığı bir yer olarak düşünüyorum. bir bakıma bu ada zihnin bedensizliğinin kabulü gibi bir şey olsa gerek... ama tabi bu araf öyle gökte bir yerde falan değil, zihnin kendi içerisinde kendisini fixlediği kısım diyelim...

    ilk etrafımıza baktığımızda havanın kararmak üzere olduğunu görüyoruz. belli ki eleman bizden önce zihnini toplamaya başlamış zaten, biz sonlarına doğru oyuna dahil oluyoruz.

    şimdik, bakıyoruz bi deniz feneri var. giriyoruz içeri, yerlere bakıyoruz saçma sapan notlar falan, bunları açıklayamayacağım ama ilerlerseniz kırık merdivenlerin altında sertifika gibi bir şey vardı. elektrik bilmemney bilmemney yazıyordu, tam da okuyamadım açıkçası. muhtemelen bizim eleman elektrik mühendisi gibim bir şey. hatta o kadar ki başarısını simgeleyen hayvan gibi bir deniz feneri var orada. ama yukarı çıkamıyoruz, neden? çünkü adam bu yoldan geri döndü, ve artık yukarı çıkış yok. bu başarıyı devam ettirseydi belki de bu kaza gerçekleşmeyecekti, deniz feneri gemiye doğru yolu gösterebilecekti... deniz fenerine çıkan odadan arkamıza döndüğümüzde kapı ve kapının yanında etanolun formülünü görüyoruz, yani alkolün. bu yazıyı tabela olarak görelim, "alkole çıkan kapı!" tarzında. bir de klozet var orada ama onu da artık kutsallaştıramayacağım, kusura bakmayın, etik olmaz..

    şuan 2. oynayışım ve dediğim gibi ilk oynayışıma dair neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum. tek hatırladığım şeyler manzara ve oyunun sonunda uçan kaçan bir şeye dönüşmemiz.. ayrıca bir şeyden daha bahsetmek istiyorum, o deniz fenerinden çıktıktan sonra tam kapıdan dışarıya çıkarken içimden bir kuş geçti, ben dışarıya bakıyordum ve kuş içeriden dışarıya çıktı, yani benim gibi çıktı ama içimden geçti. acaba bununla içerideki etanol formülünün arasında bir bağlantı olabilir mi? değer verdiği birinin ölmesi gibi? mesela genç yaşta babasını(sonradan edit, lan ne babası, kaza alkolle gerçekleşmişti "bir tırnak gibi geriye kıvrık, şeytan tırnağı gibi, boğulan bir adamın direksiyona yapışması gibi, sarhoş ve sarmal, kırılmış bir kanat kadar çatlak ay'ın altındaki kayıp bir kıyıya vurmuş") alkol dolayısıyla kaybetmesi gibi? neden olmasın, sonuçta hikayeyi biz yazıyoruz! ama ben böyle yazmayacağım, kuşun içimden geçtiğini söylemiştim de belki de benim içimden kopmuştu o, benim bir parçamdı belki de. kariyerini bir kenara bıraktığı mesajını vermiştim, içindeki tutku ölmüştü belki de, o uçan siyah kuş tutkusuydu... neyse, şimdilik bu kadar, sonra devam ederim. (muhtemelen)

    edit 1 = haydin devam.

    deniz fenerinden çıkmıştık en son. deniz feneriyle birleşik bir mekan daha var, oraya girdiğimizde de bir sürü boya kutusu görüyoruz. ben derim ki bu boya kutuları alkol ile geçen bir dönemi simgeliyor. anlatıcı ne olduğu belirsiz bir nedenler zinciri dolayısıyla kendini alkole veriyor ve hayatın içinde bir barınakta kendisini hayattan soyutluyor. ama ne kadar soyutlayabilir ki?... adanın ne olduğundan bahsetmiştim ama neyi simgelediğini söylememiştim, ada, hayatını simgeliyor. ada sizinle birlikte doğar, geleceğiniz ile ilgili tüm olasılıklar önceden belirlidir, sizin yapacağınız şey yollardan birini seçmektir, veya seçmeyip sadece beklemektir. kimisi boya kutularıyla hayatına ara verir, kimisi de hayatını deniz fenerine adar...

    artık boya kutularından ayrılıp yolumuza devam etme vakti. karşımızda iki seçenek var, ister ölüme karşın kendimizi oyalamak için kumsaldan devam ederiz istersek de adaya karışıp hayatı keşfedebiliriz. ne kadar adaya karışma girişimine de girsek aslında yaptığımızın kendimizi kandırmak olduğunu kumsala düştüğümüzde anlıyoruz... anladığımız bir diğer şey de aslında yol seçemediğimizdir. kumsaldan değil de yukarıya çıkmamız aslında kumsaldan ilerlememizden ibarettir, çünkü ne yaparsak yapalım o yukarı bizim kaderimizde yok, önünde sonunda tekrardan kumsala düşüyoruz ve yürüdüğümüz yolun aslında kumsala ait olduğunu anlıyoruz...

    ilerledikten sonra bizimki yine ötmeye başlıyor:

    "uzaktaki o adalar, eminim ki, başka bir zamanın kalıntılarından fazlası değil. uyuyan devler, uyurgezer tanrılar son bir rüya için uzanmışlar. dudaklarımdaki kumu temizliyorum ve bileğimi daima sıkı tutuyorum, titreyen kollarım düşecek güncelerimi taşıyamaz."

    "uzaktaki o adalar" da bizim bulunduğumuz adalar gibi adalar işte, bunu açıklamaya gerek yok.
    "başka bir zamanın kalıntılarından fazlası değil." = başka bir zihnin yaşadıklarından arta kalanlardır*. peki bu zaman neden başka? çünkü zaman dediğimiz şey zihnin bir imgesidir. zaman dediğimiz şey zihin ile var olur ve herkesin kendisine özgüdür bu zaman, zihnin sadece kendisi hisseder o zamanı. herkes kendi zamanında var olur... adalar da bu zihnin kalıntılarını temsil etmiyor mu zaten?...
    "uyuyan devler, uyurgezer tanrılar" açıkçası bu hede diğer hedelere nazaran daha ucu açık. uyuyan devler derken adadaki fixlenmeye hazırlanan zihinleri kastediyor ve uyurgezer tanrılar derken ise bedeninin uyuduğu fakat soyut zihninin uyanık olduğu varlıklardan bahsediyor. yaratıcı derken ise zihninin o adayı yarattığı söylenebilir... yani buradan çıkarabileceğimiz teori her ada bir zihini temsil ediyor ve biz zihnimizin içerisindeyken aynı zamanda da dışarıdayız. şuan yaşadığımız hayat da öyle değil mi zaten? biz ne kadar dışarıda hissetsek de o kadar içeride değil miyiz?...
    "son bir rüya için uzanmışlar" gerek var mı açıklamaya? yine de açıklayayım, kastettiği şey -hayata ait son bir soyutsal gezi-den ibaret. yani fixleme döngüsü...
    "dudaklarımdaki kumu temizliyorum" = fixleme olayına başladım diyor, bedenim ile parçalanan zihnimi fixleyip özgürlüğüne kavuşturma yolunda ilerliyorum diyor.
    "ve bileğimi daima sıkı tutuyorum, titreyen kollarım düşecek güncelerimi taşıyamaz." bir diğer ucu açık hede de bu. bilek güçlüdür esasında, ve oynadığımız beden zihin olduğuna göre bilek zihnin güçlü bir parçasıdır. bilekler, zihnin parçalanmışlığına rağmen, sağlam duruyor. kollar ise öyle mi? sonuç olarak diyor ki zihnimin en güçlü köşelerini hazırladım bu özet için.

    burada bir not geçelim: bazen sonradan yazdığım yorumlar ilk yazdığım yorumlar ile çelişebilir, bunun nedeni ilerlediğimde karşılaştığım bir olayın yorumlarımı altüst edebilme olasılığından kaynaklanıyor...

    devam...

    ilerlediğimizde yerde bir fibonacci spirali ile karşılaşıyoruz. fibonacci spiralini hatim etmememe ve ilgimi de çekmemesi dolayısıyla şimdilik kafa yoramayacağım. kafa yorup açıklamak isteyen varsa beni aydınlatabilir. sonra devam edeceğim... (muhtemelen)

    ---
    spoiler ---

    edit = güya devam edecektik he, kaldı böyle..

    aylar sonrası 'spoiler'lı edit =

    --- spoiler ---

    çok böyle araf falan diyerekten soyut yerlere girmeye gerek yok aslında. adanın kökeni sanırım donnelly'nin kitabında yatıyor:

    anlatıcıyla kitabın arasındaki bağ:
    "donnelly'nin kitabı 1974'ten beri kütüphaneden hiç alınmamış. onu ceketimin içine koyarken ve çıkışta kütüphanecinin bakışlarında kaçarken düşündüm ki, hiç kimse kitabı aramaz. eğer mevzunun anlaşılması güçse, hele ki yazarın edebi tarzı çok daha karmaşıksa, sağlam ve güvenilir bir habercinin yazısı değildir. belki de ölen bir adam tarafından yazılmış bir kitabın son günlerdeki tek arkadaşım olması normaldir."

    donnelly'nin kitabı, anlatıcı ve ada arasındaki bağ:
    "donnelly mağaralardan geçmedi. buradan itibaren, onun rehberliği güvenilmezdir ve benden ayrılmıştır. şimdi anlıyorum bu ikimizin ve ıslak ve kayalardan alınabilen bir haberleşme arasında."
    "zayıf ikindi güneşinde donnelly'i okuyorum. adanın güney tarafına çıkmış, körfeze giden yolu takip etmiş ve dağa tırmanmış. mağaraları bulmamış ve kuzey tarafa bakmamış. bence bu yüzden onun ada üzerinde bilgisi kusurlu ve eksik dağın üstünde durdu ve o anda nasıl ineceğini düşündü. diğer taraftan o, benim gerekçelerimden yoksundu."

    özet geçmek gerekirse, donnelly kitabında sadece adanın yüzey kısımlarından bahsetmiş. ki bence ada da önceden bahsettiğim gibi bir sembol. anlatıcı, adada donnelly'i rehber olarak seçebilse de mağaralarda, yani zihninin derinliklerinde yalnız kalıyordu. why? cuz:
    "mağaralar içimse, burası taşların ilk oluştuğu yer olmalı. bakteri fosfor gibi ışıldıyor, yükseliyor, ve tünellerde şarkı söylüyor. buradaki her şey gel git gibi yükselip alçalmaya bağlı. belki bütün ada gerçekten suyun altındadır."

    bu arada: ada araf falan değil de, adamın iç dünyası olabilir. o adanın o olmasının nedeni de adayı içeren kitabı içselleştirmesi.. ya kitap adadan bahsediyordu da adayı iç dünyasında mesken tutup kendine göre dizayn etti, ya da kitap başka şeylerden bahsediyordu ve kitabın soyut anlatısını adaya çevirip somutlaştırdı. birincisi daha makul, ikincisi daha fantezik..

    ---
    spoiler ---


    (neroem9 - 1 Aralık 2013 18:12)

  • comment image

    adamı cümleleriyle döven oyun. bu kadar sağlam bir metin beklemiyordum açıkçası.

    --- spoiler ---

    shutter island'ın son sahnesinde şöyle der teddy: "live like a monster or die a good man"
    her şeyin farkına varıp o acının içinde yaşamaktansa beyin loblarının birbirlerinden kopmasını tercih eder.
    sonsuza kadar gidecek ve telafisi olmayacak noktaların bilinci boğup öldürdüğü, kaçmak ve yok olmak arasında kalan ruhun başka bir dünya yaratmaya çalıştığı zamanlarda daha iyidir, canavar gibi yaşamaktansa iyi ölmek.

    burada da aynı yönelimi hissettim ben.

    "dear esther. this will be my last letter. do they pile up even now on the doormat of our empty house? why do ı still post them home to you? perhaps ı can imagine myself picking them up on the return ı will not make, to find you waiting with daytime television and all its comforts."

    bu yüzdendir ki,

    evine dönüp de onun gülümsemesini bulamamaktan daha kötü değildir herhalde, çok sevdiği karısını sarhoş bir sürücü yüzünden kaybetmiş bir adamın ruhunun hapsolduğu ıssız adadan kurtulmaya çalışması.

    acısının gözlerinin içine bakmadan, çırpınıp duran huzursuzluğu bitmeden eve dönüp topla(ya)mayacak o sevgiliye hiç ulaşmamış mektupları.

    toprak ve kumdan bir meşalenin içinde, küllerinin tepeden aşağı süzülüşünü izlerken bulacak kendini. ve kolay alınan hayatın neden kolay kolay geri gelemeyeceğini. havaya karışmadan var olduğunu hissedemeyecek, kalbinin sesini bir demir yığını ile aniden kesmeden önce.

    kemikleri un ufak oluncaya, bacakları gövdesine girinceye kadar bekleyecek. siyah şeritleri görecek diplerinde suyun, teknesindeki oyuktan düşleyecek birlikte seyredecekleri yıldızı. yüzlerce ve binlerce kez mumlar yanacak. hiç bakmadığı fotoğraflarda gülecek ona, frengiden ve delilikten uzakta, neşter ve bıçakların arasından yürüdüğü yolları aydınlatacak onun güzel yüzü.

    ve bir kağıt teknede ay'a uçunca, bir kâğıt uçak uçurumun kenarından çıkınca ve karanlıkta paralel buhar izler oyunca bulacak ve geri dönecek. son karanlığın içinden, bir adanın dışına.

    akıp giden zamandan, umutla. hiç kırılmayacak bir araba camından, uçuşla.
    evinin önündeki paspasın üzerinden, sevgilerimle.

    sevgili esther,
    lütfen gitme.

    ---
    spoiler ---


    (alemara - 7 Ocak 2014 22:48)

Yorum Kaynak Link : dear esther