Facebook Yorumları
  • comment image

    insanı önemli gibi gösteren bir çanta.

    her zaman ki gibi nöbette saat geç olunca erken kalkmak için dinlenme odasına gittim. müziği açtım. geçenlerde bir arkadaşımın verdiği siyah çantamı açıp içinden kitabımı, diş fırçamı ve deodorantımı çıkardım. koltuğa oturup son sigaramı yaktım. çantamı süzdü gözlerim. insanı önemli gösteren ya da önemli insanların taşıdığı cinsten bir çantaydı. ya da şu amerikan filmlerinde içine silahıyla beraber kimi zaman kokain kimi zaman elmas koyan adi, pislik ve bir o kadar da yakışıklı adamların çantaları gibi. hani filmin sonunda bir şekilde hayatta kalan ve ölmeyenlerin çantası. keşke ben de çantamda bir silah taşıyor olsaydım ve keşke bir amerikan filminde bir işin için falan bir yerlere gidiyor olsaydım.

    - neden amerikan filmi?

    çünkü türk filmleri aşk ve iyilik üzerine kurulu olduğundan hep yakalanıyorlar. ben elinde tavuk budu yiyen çirkin bir erol taş kötüsü olmak istemiyorum. türk filmlerinin sonunda iyi olan adamlar hep kazanıyor. hep mutlu son yani. belki bizler mutlu sonlardan hoşlandığımız için. belkide hayatımızdaki mutlu olan tek sonların yalnızca izlediğimiz filmlerde oluşundandır henüz. yani bir yerde çok sevilen filmler çok fazla mutlu bitiyorsa bir çok insan aslında mutsuz demektir bence. insanların çok mutsuz olduğu yerlerde mutlu biten bir film bileti, aslında kısa süreliğine cennete bir bilet bilet gibi ve film aralarında cennette sigara içilebiliyor. tabii sigara içmeyenler de var. onlar film aralarında sadece otururlar. sadece otururlar çünkü sinemalardaki büfeler gideceğiniz başka bir yer olmadığını iyi bilirler ve sizi oracıkta düzerler. kim cennette düzülmek ister ki?

    -ama yinede alışveriş yapanlar var.

    yani. evet var. mesela yeni çiftler. henüz birbirini yeni tanımaya başlamış iki insan burada su çok gereksiz pahalı ve muhtemelen suyu içince çişin gelecek demek istemez. çünkü onlar da büfeci gibi düşünürler o gece. susarlar. bozmak istemezler büyüyü. susarlar. susmak daha çekici. daha ilginç gelir karşıya susan kimse. tam algılanamadığı için. bu tıpkı gece salonun ışığı yanarken kendi odanın karanlığında aynaya bakmak gibi. kendini daha çekici bulursun. bu aslında kendini tam göremediğin içindir. ben az ışıklı bir karanlıkta kendime bakmayı seviyorum. hatalarım görünmüyor.

    -onlar senin hatan değil.

    her neyse, görünmüyorlar ve ben kendimi ne olmak istersem öyle görüyorum. çünkü karşımdaki adamı tam algılayamıyorum. sanki bulutlara uzun süre bakınca gördüklerim gibi hayatımda ve kendimde en çok ne görmek istiyorsam aynamda buluyorum.

    -konu nereye gidiyor? ne diyorsun?

    haklısın. konuya dönelim. aslında söylemek istediğim o siyah çanta. o gece o siyah çantaya bakarken neden bu işi yaptığımı düşündüm. neden buraya zorla geldiğimi. neden en azından bir suçlu dahi olamadığımı. sonra kafam düştü önüme ve bir sigara yakıp çakmağımla koridordan gelen ışığı bastırdım. aynaya baktım. gözlerimi kısıp bir süre baktıktan sonra ayağa kalkıp kollarımı iki yana açtım. aman tanrım. bir stardım. gecenin karanlığını bozan tiz insan çığlıkları, saatlerdir bekleyişler, korumalar ve her şey yalnızca benim sahneye çıkmam içindi. bekliyordum. beklediğim her önemsiz saniyede daha çok çıldırıyorlardı. inanılmazdım. duydun dimi.

    -neyi? ha, konuşurken müziği dinlediğini fark etmemişim.

    güzel bir konser kaydıydı o ama neyse. belkide çocukluktan geliyor her şey. çocukken hep enstrüman kurslarına gitmek istedim. hatta öyle bir hal aldı ki ne olsa razıydım. kötü resim yapardım çünkü ben. ama müziğin içime girebildiğini hissediyordum. gitar dedim olmadı saz dedim hayır dedi keman dedim bulamadı.

    -kim?

    babam. aslında iyi adamdı. bana sonraları sarı bir flüt aldı ve eğer ben yeterince istersem kendim çalışarak öğrenebilirmişim. o bu şekilde gitar ve akordiyon çalmayı dahi öğrenebilmiş. ama ben onun gibi değildim ve ancak bana methodu gösterilirse bir şeyi mükemmel yapabilen biriydim. mesela matematik dersinde öğretmenim ilk örneği çözdükten sonra tüm problemleri çözebiliyordum. matematik öğretmenim çok iyi bir insandı. babam gibi. babamda onun gibi öğretmendi. ilk okul öğretmeni. çocukları çok severdi. sanırım ben hiç çocuk olamadım ve benim bir sorunumdu bu. benden hep en iyiyi ve mükemmeli bekledi ve ben halen mükemmel olamadım. emekli oldu artık. annem çalışıyor ama. çalışmayı çok seviyor. iş yeri onun için bir sosyal faaliyet. bir hobi. benim de hobilerim var. tiyatroyla ilgilendim ama müziği çok sevdiğim için şarkı söyledim yarışmalarda. iki yıl üst üste birinci oldum. tamam. diğer yarışmacılar berbattı ama ben birinci oldum. hayatımda en önemsediğim birincilikler o yarışmalar. yaa gülme.

    -tamam gülmüyorum. konuya dön ama sen de.

    ha evet. siyah çanta. masanın üzerinde duruyordu. henüz dişlerimi fırçalamamıştım. üzerimdekileri çıkardığım için kollarım ve bedenim aynada gayet kaslı görünüyordu.
    karanlık odamda aynada istediğim gibi görünebilme özgürlüğüne sahipken ağzımdaki sigara ile beraber yüzüm biraz buruktu. kısık gözlerle bakıyordum aynaya. sanki az önce dayak yemiş ama halen öfkeli ve sert bir ifade taşıyordu yüzüm. kollarım kaslı ve siyah çantamın içinde silahım vardı.. sanırım at yarışı bahisçisiydim ve bu defa yanlış ata oynattığım için bahis için parasını aldığım adam beni üç iri adama ölesiye dövdürmüştü. ağzım yüzüm şişmişti ve arayabileceğim bir kadın da yoktu. beni tekrar düzlüğe çıkarabilecek yeni bir pislik düşünüyordum. belki birazdan ev telefonum çalardı ve bir uyuşturucu işi için bir yerlere gidip birilerini bulmam gerekirdi. şu an bilemiyorum tam olarak senaryonun ne olduğunu. ayrıca müzikte önemliydi. şu an leonard cohen miracle çalıyor. demek iş için gitsem de bir yerlerde bir kadın bekleyecektim ama o gelmeyecekti. ben de pisliğin teki olduğum için bir fahişeyle yatabilecektim. fahişe muhtemelen kırmızı ve oldukça kısa bir elbise giyecekti. dedim ya bilemiyorum. belki senaryo gereği gece çölde arabamla tekrar yola çıkacak ve aşık olduğum kadının bulunduğu kasabaya dönecektim. dönecektim ama kadınla öpüştükten sonra kadınla tartışacaktım. bağıracaktım. nedeni işimden dolayı kaygılanıyor oluşu olacaktı sanırım. o çok masum yüzlü ve makyajsız bir kız. son iş için beni bekle bebek, sonra uzaklara gideceğiz falan diyecektim. eminim buna. çünkü şu an cd den coldplay yellow çalıyor. sanırım bir sahil kasabasında olacaktık. şarkı çok aşk dolu ve yıldızlar sarı. güneş doğmadan ayı kapatan öpüşmelerimiz olacaktı bir tepede. herkes böyle bir adamla böyle bir kızın ne işi var diye soracaktı ama genç kızlar iç çekecekti. çünkü ben çok çekiciyim ve kollarım kaslı. yüzüm tam görünmüyor ve tam olarak göremediğimiz şeyler çekicidir. işte bu tam bu yüzden yeni açılan mekanlara saçma sapan ingilizce isimler koyarlar. insanlar tam olarak ne anlama geldiğini bilmez ve bu onların hoşuna gider. tabii çok iyi ingilizce bilenler için durum farklı. onlar saçma sapan fıransızca isimli yerleri tercih ederler. ama gerçekten bir mekan sahibiysen ve cidden müşteri istiyorsan hiç bir dili kullanmadan farklı bir isim bulmalısın. kadınları söylerken daha zarif gösteren bir isim olmalı. hatta aha dişi. pahalı elbiseler giyip oraya gittiklerinde ve başkalarına anlatırken o isim gurur vermeli onlara ve onlarla giden erkeklere. ne bileyim, mesela leöquyento gibi nasıl okunduğu bile belli olmayan bişey sence nasıl? yani epi topu yirmidokuz harf var ve eğer hiç bir dilde bir anlama gelmeyen bir kelime bulmayı başarmışsam işimiz kolay. şimdi o na tarihten olmamış bir hikaye uydurmalıyız. 2613 yıl önce yaşamış birilerine ait içinde şarap olan mitolojik bir hikaye.

    -bu olamaz. çünkü alkol zararlı ve ve sen mitolojik hikayeler uydurup alkolü sevdirmeye çalışır gibisin. birileri bu duruma kızar muhakkak. birileri çıkar bir yerlerden. mesela, mitolojik tanrılar ve papatya çayı derneği.

    öyle bir dernek yok diye biliyorum ama benzer bişiler vardır muhakkak. haklısın. peki sence alkol zararlı mı? aslında artık alkolün az alındığında faydalı olduğunu söyleyen doktorlar konuşuyor tv de. sanırım karım beni aldattı.

    -ne?

    şarkı değişti fark etmedin mi? eminem den kim çalıyor. sanırım karımdan nefret ediyorum. yooo seviyorum. hayır hayır nefret ediyorum. karar veremedim. en iyisi öldürmek. düşünmek istemiyorum. zaten artık tv yok. az önce karımı öldürürken o nu parçaladım. neyse, öldü orospu. ne diyordum. evet, alkol az alındığında faydalı olduğunu söyleyenler var. ve konu hep aynı. onlar hep her şeyin fazlasına karşılar ve bıkmadan her gün çıkıp tuz, şeker ve un fazla tüketiminden yıllardır bahsediyorlar. az tüketilmeli. tuz vıdı vıdı ile tansiyon yapıyor damar cidarlarını şeyapıp. şeker ise glikoz depoları vıdı vıdı ve karbonhidrat depolarının yağa dönüşümü ile obesite yapıyor ve beta hücreleri insülün şeysi ile diabet. durum hep ciddi sabah tv lerde. ayrıca aşırı antibiyotik kullanımı florayı bozar ve ağrı kesicilerin etki mekanizması tam bilinmiyormuş. ama aşılara güvenebiliriz. özellikle ölü aşılar tanrıya inanınca çok işe yarıyor. ölülerin işe yaradığının bir kanıtı değilse ne bu? dimi. bence güncel tıp her zaman haklıdır. zeytin yağına bir zamanlar zararlı demiş olsalar dahi, anne sütüne zararlı deyip mamayı önermiş olsa dahi tıp bir otoritedir. ve bizler güvenmek zorundayız. ne yani? tabii ki güvenmek zorundayız. eğer doktorlara güvenmezsek hasta olunca polise mi gideceğiz. düşünsene zaten polisin işi başından aşkın, vardiya usulü çalışıyorlar ve yeterince sağlık bilgileri yok. gidip polise hastayım ben diyorsun.

    -ne saçmalıyorsun?

    saçmalamıyorum. diyorum ki hasta olunca bir doktor tabii ki bir polisten daha güvenilirdir.
    ama hayır. şimdi değil. hayır şimdi değil. bir sürü planım var. offff. sanırım ölmek üzereyim. baksana, queen who wants to live forever çalıyor cd den. nerden çıktı ki bu şarkı şimdi? sanırım yaşam kısa. evet yaşam çok kısa ve hırsların çoğu anlamsız. bence yaşadığımız süre zarfında herkes zamanını en iyi olduğu konulara ve üretebilmeye ayırmalı. mühendisler, fırıncılar, berberler, kunduracılar ve marangozlar ve diğerleri. mesela kunduracılar. hiç giydiğin ayakkabıyı ve onu üreten kunduracıyı düşündün mü? kimse kunduracının ürettiği onca çeşit ve modele rağmen o nu düşünmez ve yaratıcı bulmaz. kimse giydiği ayakkabının bir öncekinden farklarını, kaç saat daha fazla kullanabileceğini, ayakla uyumunu, tabanının eklem hareketlerine göre ne kadar esnediğini, derisinin kokuyu önlemek için ne gibi işlemlerden geçtiğini, içeriye hava sokan gözeneklerin nasıl su geçirmediğini, nasırları nasıl önlediğini ya da nasır oluşturmak için tasarlanmış olabileceğini düşünmez. kaderlerini ayakkabılar belirler ama düşünmezler. eğer düşünürlerse kunduracılar en az karıncalar kadar etkileyicidir ve çok yaratıcı bulunabilirler. hatta sanatçı denilebilir onlara. kimse onların sanatçı olduğunu düşünmek istemez çünkü bu durumda sanatçıların da kunduracı olabileceğini düşünmemiz sonucuna gelinebilir. sence sanat kaderimizi belirlediklerini söyledikleri bir ayakkabıdan daha değerli mi? belki cidden sanatçılar da kunduracı ve onlar da giydiriyorlar sadece en değersiz şeyleri. dimi?
    -bak. o kadar saçmaladın ki, artık seni dinleyemiyorum. yeter artık. tekrar konuya gelir misin?
    tamam. kızmana gerek yok. ne diyordum. siyah çanta. sigara içiyordum ve çantamı süzüyordum. neden burada olduğumu düşünürken uyumuşum. ya da uyuduktan sonra uyandım. bilemiyorum. rüya gibi bir şeyin içinde koridordan bir ses geldi. içeriden müzik sesi gelen başka bir oda gördüm. odanın içinden kapı camına yansıyan gölgeden anladığım kadarıyla adam koltukta uzanıyordu. silahıma baktım. kolay işti. bebeğime söylediğim gibi bu son işimdi. işimi bitirip uzaklara gidip bir tepenin üstünde güzel bir kadın öpecektim. kendime güveniyordum. içerideki adamın silahı var mı diye düşündüm. beni beklemediğini düşünerek odaya daldım tekmeyle ve kapı açılır açılmaz karnına ve kalbine ateş ettim. hiç bağırmadı. sanırım uyuyordu. yüzüne gitti gözlerim ve sigaram düştü ağzımdan. adamın yüzünde yüzüm vardı sanki. benim yüzüme sahipti ama biraz dağılmış ve kanlı. allahım vurduğum adam bendim.

    -aha. yakalandın. hikayede boşluk var:) sen onun kafasına ateş etmedin ama yüzü dağılmıştı diyorsun?

    anlamıyorsun. o uyumuyordu ben odaya girdiğimde. siyah çantasını açıp dişlerini fırçaladıktan sonra uyuya kalmış sandım ama uyumuyordu. ben o gece bir silah istemiştim birilerini öldürmek için ama kafamdan vurmuşlar beni. beynim zaten dağılmış ve akmış yüzüme. ben zaten ölüymüşüm. yani anlattığım, düşündüğüm şeylere bak. hayal ettiğim şeylere.
    ben zaten ölüyüm.

    2001


    (unutulan replik - 4 Ekim 2016 20:44)

Yorum Kaynak Link : siyah bond çanta