Devrim Arabalari (~ Cars of the Revolution) ' Filminin Konusu : Devlet Başkanı Cemal Gürsel tümüyle yerli üretim bir otomobil yapılmasını emreder ve görevin TCDD işletmesine verildiği bildirilir. O gün orada bulunan 23 mühendis bu emri 'Türk insanının makûs talihine karşı bir meydan okuma' olarak algılarlar. En küçük bir tereddüt ya da endişe sergilenmeksizin derhal işe başlanır. Çalışma mekanı olarak Devlet Demiryolları'nın Eskişehir'deki Cer Atölyesi seçilir. Zaman müthiş dardır. Cumhuriyet Bayramı' na kadar yalnızca 130 günü vardır ekibin. Türkiye’nin ilk yerli otomobili olacak eserin adı da konmuştur: “Devrim”.
Ödüller :
Kaybedenler Kulübü(2011)(7,7-18075)
Best Music
sanırım filmde manken, popçu, ve sevişme sahnesi yok. işin kötüsü sinan çetin yapmamış, teoman oynamamış. cık. bu film tutmaz...
(yoktan adam - 14 Ekim 2008 20:09)
gözden akan yaşlarla izlenen film.. bu güzel insanlarin hakettikleri saygiyi nihayet gördükleri bir yapim olmuş.. devrim'in bir başarısızlık degil "biz araba yaparsak işte calismaz boyle" kivaminda bir şey oldugunu degil, bir mucize oldugunun göstergesidir bu. türkiyede yapilan ve yapilacak devrimler mucizeden baska bir şey olamaz zaten.. ve mustafa kemal'in devrim'inde halkin sahip çıkması gibi sahip cikilmasi beklenir devrimlere yine halk tarafindan.. ama halk "hah ha işte türkler yapinca böyle dandik yapar" kivaminda devrim'e sahip çıkmaz. kim bilir çıkartılmaz belki de ..her neyse.. devrim bu filmle, kendi evlatlarini yememiştir nihayetinde..
(azuth - 24 Ekim 2008 13:18)
filmde geçen birçok dikkat çekici anekdot arasından biri şu tarihi bilgiye dayanıyor:15 mayıs 1961 tarihinde makine mühendisleri odası tarafından bir otomobil endüstrisi kongresi düzenlenmişti. kongrede konuşan cumhurbaşkanı cemal gürsel ‘yerli otomobil yapılamaz diyenler, kara düşüncelidirler. bir vapur dolusu pamuk verip 10 otomobil alıyoruz’ demişti. http://ramazanoglu.org/otomotiv_tarihi.htmaradan 48 yıl geçip 2009'a gelindiğinde hemen hiç bir şeyin değişmediğini söylemek abartmak olur mu? bugün devasa hale gelmiş bir otomotiv veya tekstil sektörümüz bulunduğunu iddia edecekler olabilir. oysa bu koca sektörlerinün ihtiyaç duyacağı bütün teknoloji hala tamamiyle dışa bağımlıdır. avuç kadar bir yarı iletken kart için bir kamyon iplik veya bir otomobil vermek gerekmektedir. türk ulusu hala bilimsel veri tabanı üretmek, araştırma ve geliştirme için zaman ve para harcamak geleneğinden yoksundur. ülke hala bilimsel temellere dayalı bir tarım politikası bile olmayan bir tarım ülkesi durumundadır. kötüsü tarımda bile, filmde anlatılan öykülere benzer engellemelere maruz kalarak dışa bağımlılığa mahkum edilmiştir. örneğin 10 yıl öncesinde her yöreye uygun pamuk tohumunu kendi geliştirebilir durumdayken bugün tamamen ithal tohuma teslim olunmak durumunda kalınmıştır. dünya genetik olarak modifiye* edilmiş tohumlarla her geçen gün pamuk verimini arttırırken türkiye tohumun ıslahında bile adım atamamaktadır. dahası genetik olarak modifiye edilmiş tohumların istilasına karşı bile kendini koruyabilecek yasaları çıkarmaktan aciz durumdadır. (2011'de gelen edit: geçen yılın sonlarında bir gdo yasası çıktı sonunda)22nci yy'dan günümüze bakan torunlarımız, türk ulusu'nun çağa katkısının ne olduğunu sorguladıklarında bu filmin belgesel niteliği daha da önem kazanacak korkarım.
(andrew - 27 Ekim 2008 00:17)
film tanıtımı için yayınlanan bir programda oyunculardan biri -hatırladığım kadarıyla serhat tutumluer- şöyle bir anekdot anlattı: bu filmin eski senaryosunda, ''alet bozuldu'' diye bir replik varmış. bir gün seti bu arabanın mühendislerinden biri aramış. çok kibar bir beyefendiymiş ve demiş ki, ''lütfen ona alet demeyin, o bir motor ve hiçbir zaman da bozulmadı.'' bu telefona istinaden o replik değiştirilmiş. demek ki adamlar yaptıkları işe hala böylesine sahip çıkıyorlar. sahiplenmek başarmak gibi bir şey sanırım
(jondaff - 27 Ekim 2008 13:35)
mühendis olarak daha bi keyifle, daha bi değişik duygusallıkla izlenbilen film. mühendisin özel hayatını çok güzel yansıtmış. ailesi ile olan ilişkileri, hırsı, azmi, çok çalışması, analitik zekası ve başarısı....hepsini hissederek izledik bu filmde. araba yapılırken teknik ayrıntıları görmek de ayrı bir güzellik oldu. hatta kaportayı nasıl yapmış olabileceklerini kaptıramamıştım. hangi teknikle yaptıklarını merakla beklemiş ve görmüş oldum.--- spoiler ---memlekette 2 tonun üzerinde pres yokken adamlar yokluktan varlık çıkartıyorlar--- spoiler ---hatta uzman mühendis-çömez mühendis; ve hatta mühendis-usta ilişkisinin de temel manada işlenmiş olması çok hoş. yılların mühendisi selçuk yöntem'in bizim bomba karakter, çömez ama idealist mühendis necip'e laf sokması:--- spoiler ---"senin bildiğin kadarını ben unutmuşumdur!!"--- spoiler ---
(gizo - 28 Ekim 2008 01:43)
film oldukça ironik.hikayesinde değil, hikayesi ve kendi var oluşundaki noktalar ile.yaklaşık 47 sene önce, birileri bi yerde iyi bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. destek bi kenara, kayıtsızlığa bile razılarken türlü türlü köstekle karşılaşıyorlar. çok ana hattı bu hikayenin.bundan yaklaşık 47 sene sonra, birileri bir yerde mevzu bahis durumla ilgili iyi bir film yapmaya kalkışıyor. destek bir kenara, kayıtsızlığa bile razılarken, türlü türlü köstekle karşılaşıyorlar.ayrıca,yaklaşık 47 sene önce, iyi bir şeyler yapmak için yola çıkan bu insanlar, başarılı oluyorlar ama meydana getirdikleri şeyin niteliği ile ilgili olmayan türden bir sorun nedeni başarıları gölgeleniyor. halkın talihsizlikten ibaret olan sorunu görmezden gelip, başarıyı kucaklaması beklenirken, halk başarıya kayıtsız kalıyor.yaklaşık 47 sene sonra birilerinin mevzu bahis durumla ilgili yaptığı film gayet güzel bir ürün olarak ortaya çıkıyor. film için aşırı bir reklam kampanyası yürütülmüyor. halkın bu durumdan bağımsız olarak, sonuçta ortaya çıkmış olan güzel ürünü kucaklaması beklenirken, halk bu filme kayıtsız kalıyor.bitmedi,filmde bir replik var, aynı zamanda filmin tagline'ı: "türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz."tolga ve ismail beylerin de başarıları cezasız kalmamış. bu filmin borçlarını kapatabilirlerse, yeni bir projeye başlamak istiyorlar.filmi, uygulamacı prodüktörü ve yönetmeni ile birlikte izlediğim için, onlarla konuşup, dertlerini idrak etme fırsatım olduğu için duygusal davranıyor olabilirim, belki aylar sonra bu entryme bakıp "ıyyhhğğ, bunu okuyan var ya, böle duygusaaal... çevresinde olanı biteni umursayan, duyarlı falan biri olduğumu sanacak." diye hayıflanıcam. olabilir, ama şu an çok samimiyim gibi geliyor bana.film hakkında bi iki bişey diyecek olursam,hikayelendirme, kurgu güzel, sıkıcılaşmıyor, mantıklı bi ritmi var. ya ritim de denmez de işte, anlatamadım, rahat akıyor yani, güzel. karakterler gerçekten yaşayan, nefes alan gerçek insanlar izlenimi vermeyi başarıyor, çok öööle stilize durmuyorlar yani. otomotiv kongresinde sadece 30sn görünen bir karakter hariç, oyunculuklar çok başarılı, birçok tiyatro kökenli oyuncuya rağmen teatrallik rahatsız etmeyecek kadar az. hele sayın vahide gördüm, filmi, aktrisliği falan geçmiş zaten, yaşıyor orda belli ki. "paydos" dendiğinde anlam verememiş, "ne paydos, neye paydos?" diye şaşırmış olabilir.filmin gerçek bi hikayeden "ilham" alınarak yapılmış olmasının güzelliği de bi kenara, ben en çok ışık ve sigara dumanı haylazlıklarını sevdim. o kadar uğraşmışlar ki, belli yani. üslup da normal, ağlak değil, zevzek değil, gayet dengeli.filmi devrim arabaları'nı izliyoruz zirvesi vesilesi ile izlediğim için, film sonrasındaki söyleşide insanların fikirlerini duyma şansım oldu. hikayenin, umut ve ilham verici bir kahramanlık hikayesi olduğu, tarihimizde övünmemiz gereken noktalardan birine değindiği gibi bir kanı var. kahramanlık tamam da, gerisine katılmamak zorundayım. kişisel başarıların ve bu başarıların olumlu sonuçlarının toplumsal kayıtsızlık ve hatta kimi zaman kayıtsızlık bile değil, toplumsal "tepki" ile yavaş ve sistematik olarak yok edilmesi bana maalesef umut ya da gurur vermiyor.
(trenchkot - 15 Kasım 2008 00:24)
koskoca bir ülkenin durumu bir araba üzerinden ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.
(the chosen1 - 14 Ekim 2009 22:31)
bizim eve turk uydu alindi. 80lerde, evimize ilk video alindigindaki halim geldi aklima. nasil da sen sakrak sarkilar soyleyip heyecanlamistim. essek kadar kadin oldum (oldum mu?), kirk derece atesim ve gunde sekiz adet ictigim penicilinlerimle turk kanali izlemek icin merdivenlerden surunerek indim. tamamen tesaduf, devrim arabalari'ni gordum. sinemasina gitmemistim ben de. gec kalmak, hic yapmamaktan iyidir ya, oturdum izledim. benden onceki ucyuz entry zaten icerigine yeterince deginmis. film de yeni degil ya artik. benim derdim baska. daha ilk karelerinden itibaren, icimde muthis bir ozlem, muthis bir aciya sebep oldu film. ulkemi mi ozluyorum? sanmam. benim ulkem, ben ve benim gibileri coktan terk etti. biz cekip gitmeden terk etti o bizi zaten. benim ozledigim, icimi yirtan, evdekilerden goz yaslarimi saklayabilmek icin bana on takla attiran sey, cumhuriyet devrimine ozlemim. cumhuriyet devriminin yetistirdigi guzelim biliminsanlarinin, muhendislerin, hukukcularin, koylulukten cikamamis/ cikilmasi istenmemis halkin zihniyetine oynayarak iktidara gelenlerce nasil da harcandigi/ nasil da onunun kapandigini/itilip kakildigini/cezalandirildigini gormem. kirk yildir tekrarlanan bu cezalandirmanin, ilk mucadelesini verenler ile tanismam. tutamadim goz yaslarimi. kendi hayatima azim ve amaclilikla baglanan, icinde yurduna kuskun bir kucuk kiz tasiyan ben, gercekten 'terk edilmenin' ne oldugunu bir kez daha animsadim.ozledim.ozledigim belki de hic sahip olmadigim bir sey. azmin, cabanin, mucadelenin ve uretkenligin takdir gordugu bir ulkeyi ozledim.devrim arabasinin gecisini izlemek icin toplanan hanimefendi ve beyefendilerle, bugunkulerin arasindaki farki animsadim.turkceyi dogru duzgun konusmaktan aciz oldugu icin/kabadayi oldugu icin/terbiyesiz ve hirsiz oldugu icin "halktan" sayilanlarin el ustunde tutuldugu; "farkli" oldugu icin; aldigi egitim/kultur seckin ve gelismis oldugu icin ve tum yurttaslarinda bu kulturu tesvik etmek istedigi icin "suclu" addedilen bir azinligin katlinin gerceklestigi yer: sevgili ulkem.tasraliligi gurur duyulacak bir seymiscesine kullanan, tarim toplumu olmanin gelisimimizi nasil da etkiledigini gormezden gelen; borclanmakla, satmakla gunu kurtaranlarin gunudur yurdumun gunu. sonradan gorme entelektuellerin, icinden asla cikamadiklari kucuk zihniyetleridir galip. tasrali kompleksiyle, "seckinligi" yeren; ama icten ice o seckinlige ait olmak icin cocugunu kesecegini bildigim, dunyanin hicbir yerinde adam yerine konmayacak bir kusagin mekanidir ulkem. seckinligi anlamamis, maddi zenginlik sanmis; yokluktan binbir mucadeleyle dogan bu ulkenin o muhendislerini, o iscilerini, o annelerini babalarini hic anlamamis, suursuzlugu ile yanan bir kusak var ulkemde. cunku ulkemde azim ve amacililik hic anlasilmadi. cunku ulkemde hep asagilik kompleksi vardi. "sunu sunu mu yapmis? hadi canim! kimse yapamaz o yasta/o donemde/o yoklukta!" yapiyor yahu. birileri yapti aslinda. hem de sizi ikna etmek icin yapmadi. siz, yerip nefret etmeden, birileri aslinda yapti o isleri.ama o guzel insanlar o guzel atlara binip gittiler. cunku hicbir basari cezasiz kalmadigi gibi, hicbir guzellik de parcalanmadan rahat edilmez benim ulkemde.
(amethyst - 16 Mart 2010 23:13)
" türkiye'de sinema endüstrisi yok. türkiye'de çok iyi film yapılmaz" mantığına çok iyi cevaptır bu film. tıpkı "devrim"e "yapamazlar" demeleri gibi... ama aslında "devrim"i yaptılar ve böyle başarılı bir film de çekildi.oturup uzun uzun anlatasım var.
(bosforlu cevriye - 7 Ocak 2011 00:24)
adı gibi hem teknik hem de kültürel anlamda “devrim” olan ilk türk otomobilinin hikayesini anlatan türk filmi. belki de en iyi türk filmi.----------------“peki yandan egzantrikli mi yapalım, üstten egzantrikli mi? yandan olursa yapımı daha kolay ama üstten olursa motor daha efektif olur...”----------------bu entry’nin amacı filmden daha çok, filmin baş kahramanı devrim hakkında gözden kaçmış bir kaç şey söylemek. önce film hakkında da bir cümle söylemek gerekiyor: film sadece çıkış noktası nedeniyle bile (yarım yüzyıl önce gerçekleşmiş tarihsel bir kırılma noktasını kayıtlara geçirmek ve “haber vermek” çabasıyla yapılmış bir film olmasıyla) “mükemmel” sıfatını hakediyor.otomobile gidersek:devrim, 130 günde yaratılması, kendini ona adamış bir avuç inanmış insan tarafından yaratılması ve hem halka hem de bürokrasiye rağmen yaratılması nedeniyle isminin hakkını sonuna kadar veren bir otomobildir.devrim bir "meydan okuma"dır. sanayi devrimi sonrası batı uygarlığına, ezberletilmiş "başarma duygusundan yoksun" türklük kavramına meydan okumanın otomobilidir.yokoluşunu da kendi varoluş sebebinin içerisinde barındıran bir otomobildir.otomobil (kendisinden “otomobil” diye bahsetmek bile gurur veriyor), yaklaşık 4.5 m uzunluğu, 1.8 m genişliği ve 1.5 m yüksekliğiyle günümüzün d segmenti (“compact executive car”) otomobilleriyle aynı boyutlara sahipti.örnek olarak, güncel mercedes c serisi (w204) sedan 4.582 mm uzunluğa, 1.770 mm genişliğe ve 1.447 mm yüksekliğe sahip.boyutlarına rağmen devrim’in ağırlığı sadece 1.250 kg’ydi. bugünkü emsallerinden 250-300 kg daha hafifti. basit şekilde “preslenen” karoserin kalitesi, olmayan güvenlik ve konfor donanımları ve yalıtım malzemeleri düşünüldüğünde “otomobil”in bu ağırlıkta kalması normal.bu hafiflik motor özellikleri ile birleştiğinde ortaya o dönem için “verimli” bir otomobil çıkıyor. bunu anlamak için motor özelliklerine bakmak gerekli ve bilinçli mi tesadüfi mi olup olmadığı net olmayan şaşırtıcı bir motor konsepti var:2.0 litre hacimde, silindir başına 2 subaplı ve alttan egzantrikli (cam in block) motor, 1980’li yılların sonuna kadar, yani önce verimlilik artışı için ezgantrik milinin yukarı alındığı (sohc), daha sonra da subap sayısının 2’ye katlandığı (silindir başına 2 yerine 4 subabın kullanıldığı) ve buna bağlı olarak da egzantirk sayısının 2’ye çıktığı (dohc) motorlar dönemine kadar hakim olan geleneksel motor konfigürasyonuna sahip.nefes alması ve yakıt beslemesi için karbüratörün kullanıldığı atmosferik motor 50 hp gücünde.(1990’larda silindir başına 4 subaplı, üstten çift egzantrik mili ile donatılmış ve karbüratör yerine enjeksiyonlu beslemeye sahip motorlarla verimlilik ve performans artışı anlamında bir “1. devrim”i yaşadık. daha doğrusu çok önceleri üst sınıf premium araçlarda bulunan bu özellikler c segmenti ve d segmenti araçlarda kullanılmaya (halka inmeye) başladı. “2. devrim"i ise, 2000’lerin sonunda “downsizing” ile yaşadık. bir taraftan, çevre düzenlemeleri ile egzos emisyonlarının önem kazanması ve buna dayalı vergilendirme sistemi, diğer taraftan petrol arzının geleceği ve artan akaryakıt fiyatları nedeniyle ortaya çıkan tasarruf ihtiyacı üreticileri daha verimli motorlar üretmeye itti: motor hacimleri küçüldü, eskiden büyük hacimle gelen güç, daha küçük hacimlerden aşırı besleme ve direkt enjeksiyon ile gelmeye başladı...)bu 2 devrimden çok önce, “devrim” 1961 yılında olacaktı ama nedenini bildiğimiz şekilde o devrim 4 adet üretildi ve proje iptal edildi.motorun özelliklerine dönmek gerekiyor artık:premium sedan boyutlarında ama 1.250 kg ağırlığında olan bu hafif otomobil 2.0 litre hacminde bir benzinli atmosferik motora emanet edilmişti.devrim için geliştirilen motora referans alınan 6 silindirli bir chevrolet motoru sökülerek, motor bloğunun 2 silindiri kesilmiş ve 4 silindirli bloktan bir kalıp üretilmiş, motor bloğu bu kalıptan dökülmüştü.buraya kadar “şaşırtıcı” bir şey yok, doğru.motorun silindir çapı 81 mm, strok’u ise 100 mm. bu haliyle motor aslında benzinli yerine dizel konseptine daha yakın. motorun maksimum 3.600 d/dak çevirebilmesi de bunu doğruluyor.(dizel motorların strok’ları, silindir çaplarına göre daha uzundur ve bu nedenle devir çevirmek için pistonlar daha uzun yol katederler. yine bu nedenden dolayı, dizel motorlar benzinli motorlara göre daha az devir çevirebilirler ve yüksek devirlere ulaşamazlar, ama alt devirlerde ürettikleri çekiş gücü ve tork çok daha yüksek olur.)(aynı hacimdeki 2 motordan “basık” olan, yani silindir çapları daha geniş, strokları daha kısa olan motor daha yüksek devir çevirme kapasitesine sahiptir.)devrim'in motoru da maksimum 3.600 d/dak çevirebiliyordu. tam bir dizel motor gibi. yani mühendisler belki de bilmeden, aslında aşırı beslemesi (turbosu) olmayan bir “dizel” motor tasarlamışlardı.50 hp güçte olmasına rağmen, düşük devir konsepti ve karoserin hafifliği nedeniyle dönemi için mütevazi ve verimli bir otomobil yaratıldığı kesindir.o dönemlerin almanya’sının sembolü olan vw bettle da, fransa’nın citroen 2cv’si de 50 hp üretmiyordu...bugün tekrar bir türk otomobili yapmayı düşünenler varsa ismini yine “devrim” koymalı belki de. geçmişe sadakat ve yanlıştan dönmek adına...ilginç olan başka bir nokta da devrim kelimesinin ingilizce karşılığı olan “revolution” aynı zamanda “motor devri” anlamında kullanılıyor.sektörde retrospektif otomobilden geçilmiyor ve yenileri geliyor: vw beetle, mini cooper, fiat 500, chrysler pt cruiser, audi quattro, citroen ds serisi...emek verenler kadar, sadece vizyonu için bile cemal gürsel’i de saygıyla anmak gerekiyor.keşke yaşasaydın devrim.
(agleonema - 1 Kasım 2013 00:48)
Yorum Kaynak Link : devrim arabaları