They Live (~ Yasiyorlar) ' Filminin Konusu : hayatını sürdürebilmek için yolu büyük şehre düşen jhon bir inşaatta çalışmaya başlar orda tanıştıgı arkadaşı onu yaşadıgı mahalleye götürür vejhon orada korkunç bir keşif yapar ve tüm dünyanın uzaylılar tarafından istila edilmiştir.. ve tek sahip oldugu onları görebildigi gözlügü ve tüfegidir
The Thing(1982)(8,1-323405)
Assault on Precinct 13(1978)(7,4-38394)
Big Trouble in Little China(1986)(7,3-112316)
Escape from New York(1981)(7,2-109917)
In the Mouth of Madness(1995)(7,2-52219)
The Fog(0)(6,8-66043)
Prince of Darkness(1987)(6,7-31524)
Christine(1983)(6,7-63087)
Vampires(1998)(6,1-48244)
Escape from L.A.(1996)(5,7-62966)
Village of the Damned(1995)(5,6-25823)
john carpenter 'ın 80'li yılların sonuna doğru başarıyla yaptığı sistem eleştirisidir. ray nelson'ın eight o'clock in the morning isimli kısa hikayesinden uyarlamış carpenter amca. yıllar önce televizyonda adını sanını bilmeden izleyip çok etkileyici bulmuştum naçizane. aradan bir hayli zaman geçip de hele bir de bordrolu çalışmaya başlayıp, salak ve yetki sahibi kişilerle teşrik i mesaim arttıkça daha da çok sevdiğim filmdir. matrix'in atası olduğunu söylemek de hiç yanlış olmaz. bu bağlamda george romero'nun land of the dead'ini de aynı kefeye koymak isterim gönül rahatlığıyla.
(catharsis - 29 Ekim 2006 22:32)
1988 yapımı bir john carpenter filmidir. başrollerinde aslında güreşçi olan 'rowdy roddy' piper, süper tok sesli karizmatik zenci keith david ve görüp görebileceğiniz en açık mavi gözlere sahip olan kör kadın rollerinin değişmez yıldızı, herkül ve xena dizilerinin hera'sı meg foster vardır. öyküsünün dean koontz'la bir ilgisi yoktur.ray nelson'un eight o'clock in the morning adlı kısa romanının carpenter tarafından modifiye edilmiş halidir. castta yazar frank armitage olarak geçse de bu kişi aslında carpenter'dır. frank armitage william gibson'un neuromancer'ına bir göndermedir. işsiz güçsüz takımından olan nada* göçebe hayatı sürüp bulduğu inşaat işlerinde çalışmaktadır. çevresindeki herkes işsizlikten, geçim sıkıntısından ve yaşamın tekdüzeliğinden şikayetçidir. eski bir kiliseye düzenlenen polis baskınından sonra kutular dolusu güneş gözlüğü bulur. gözlüğü taktığında dünya değişmekte ve çevresindeki herşeyin satır araları okunabilir bir hale gelmektedir. dünya uzaylıların işgali altındadır. uzaylılar dünyadaki tüm önemli mevkileri ele geçirmiş yaşamın keyfini sürmekte ve dünyanın kaynaklarını sömürmektedir. insanlar bunun farkında değildir çünkü uyutulmuşlardır. tüm reklam tabelalarında "itaat et,tüket,tv izle, düzeni eleştirme" gibi mesajlar vardır. paranın üzerinde bu senin tanrındır yazar. nada taktığı gözlük sayesinde bu gizli mesajları görmeye başlar. kısa bir süre sonra gözlüğü üretenlerle bağlantıya geçecek ve direnişe katılacaktır.uzaylı metaforu ve tv, yazılı basın, reklam tabelaları gibi unsurlara gizlenmiş mesajlar oldukça ilginç ve anlamlı gelmişti bana. carpenter bunu daha da geliştirmek yerine nedense aksiyonu seçmiş bence yapmasaymış çok daha sağlam bir film olacakmış. olmamış neyse bir kaç detay daha verelim.meşhur gözlük taktırma amaçlı dövüş sahnesi başlangıçta 20 saniyelik bir sekansmış; lakin aslen güreşçi olan roddy piper ve ondan aşağı yanı kalmayan keith david birbirlerine gerçekten dalmış ve sadece yüzlere atılan yumruklar sahteymiş. bu küçük gösteri carpenter'ın çok hoşuna gitmiş ve sahneyi uzatmış. filmin en sağlam quote'u olan "i have come here to chew bubble gum and kick ass, and i'm all out of bubble gum" roddy piper tarafından doğaçlanmış*
(saruman - 10 Nisan 2002 09:52)
filmin asıl hikayesi, dean koontz'un "onlar yoktu" isimli kitabına çok benzer. yalnız kitapta karakterler gözlükle değil bir nevi özel yetenekle görebiliyorlardı uzaylı yaratıkları. filmde unutulmaz bir dövüş sahnesi vardı. bi de bu filmin başrol oyuncusunu bodrum'da gördük arkadaşımla. adam psikopat gibi bakıyodu. tırstıydık hafiften.
(kowalski - 30 Nisan 2000 03:39)
film, ray nelson’un 1963 yılında yazdığı eight o’clock in the morning isimli kitabından uyarlanmış. kitabı okumadım ama bu filmde anlatılan hikayeyi biliyorum: anlatılan bizim hikayemizdir. (bkz: de te fabula narratur) john carpenter, bilim kurgu üzerinden mesaj vermeyi çok seven bir yönetmen değil, hemen hemen bütün filmlerinde uzaylıların insan suretinde dünyayı ele geçirmeye çabaladıklarını izleyebilirsiniz. uzaylılarla fena halde kafayı cozutmuş bir herif. örneğin, village of the damned'da über-sınıf varlıkların, çocukların masumiyetini kullanarak, dünyayı ele geçirme planları yaptığını, body bags'in hair parodisinde, saç dökülmesinden musdarip kişilerin kafasına nano teknoloji ürünü mikro-biyolojik solucanları enjekte edişlerini izleyebilirsiniz. carpenter'in dünyasında, dünyamızı ziyaret eden uzaylıların hepsi, bir kaç istisna haricinde kötücül yaratıklardır. misal, memoirs of an invisible man oradaki herif pek zararsızdı. they live'ı diğer uzaylı istilasını anlatan carpenter filmlerinden ayıran nokta ise bambaşka. carpenter yönettiği filmler üzerinden topluma sosyal-mesaj vermeyi sevmeyen motomot bir yönetmen olmasına rağmen bu filmle yaptığı sistem eleştrisi hakikaten inanılmaz güzeldir. nasıl sidney lumet, network'ta amerikan emperyalizminin finans-kapital denen ucubesinin doğasını, "ülkeler yok! insanlar yok! ruslar yok! araplar yok! üçüncü dünya ülkeleri de yok! tüm sistemlerin üstünde bir kutsal sistem var çok büyük ve dokunulamaz, özenle işlenmiş, etkileşimli, çok uluslu, dolar egemenliğinde petrol dolarları, elektro-dolarlar. amerika yok! demoktasi yok sadece ibm, itt, dupont ve exxon var. bugün dünyadaki ülkeler bunlar" replikleriyle özetleyebilmişse, carpenter de nşa'da beyin tarafından algılanamayan, ancak güneş gözlükleri takıldığında görünür olan reklam panolarıyla aynı sistematik deformasyondan dem vurmuştur. "caddelerde asılı billboardların üzerinde obey - itaat et, conform - boyun eğ, watch television and sleep - televizyon izle ve uyu" . bir diğer panoda karayipler’e gel yazısı bulunmaktadır. daha yukarıda plajda yatan bir kadın resmi, evlen ve üre yazısına dönüşmektedir. amerikan dolarının üstünde ise "bu senin tanrın" yazılıdır. film altan alttan, kültürel emperyalizm denen yayılmacılık politikası altında, hiç bir şeyin "kendi olduğu gibi" olamayacağına veya kalamayacağına, bilinçle birlikte her içeriğin törpülenip/damıtılıp aynı niteliğe (fabrikasyon kültür) indirkendikten sonra yeniden üretilmekte oluşuna eleştri getiriyor. televizyon, billboardlar, vs. gibi ileri iletişim tekniklerini kullanarak, biliç içeriklerimizi damıtarak, medya'yı sadece düşünmekten yoksun insan ırkını yaratmak ve deforme etmek için kullanmaları (definition of regenerate) gelişmekte olan ülkelerin, ilkel sınıflı toplumlarında, bilinç içeriklerini egementlik momenti yararına yontarak, standartlaştırıp, bu standartlaştırılmış insanların tarih boyunca aynen-yeniden-üreten bir geri-dönüşüm merkezi gibi kullanılmalarını eleştriyor. bugün kültür herşeyi birbirine benzetiyor, sinema radyo dergiler bu sistemi oluşturuyor. otomobiller, bombalar ve sinema kendilerine ait bir düzeye getirici öğe hizmetinde bulunduğu haksızlık üzerinde, gücünü gösterene kadar bütünü bir arada tutmaktadırlar. dünya, kültür sanayiinin süzgecinden geçirilerek yönetiliyor. sinema, radyo medya sektörünün kendilerini artık sanat üreteci olarak göstermeye ihtiyaçları kalmadı. bir ticaretten başka bir şey olmadıkları gerçeğini bilerek yarattıkları değersiz şeyleri meşru hale getirecek birer ideoloji kullanmaktadırlar. bu kapitalist üretim, insanları beden ve ruhlarıyla öyle içine almış ki, kendilerine sunulan şeylere hiç direnmeden kapılabiliyorlar. bu filmde nada'nın taktığı gözlük ona normalde göremeyeceği bir dünyanın kapılarını aralamaktadır. normalde okuduğu ve izlediği görüntülerin aslında bir çeşit illizyondan ibaret olduğunun,bu görüntülerin, onu zihinsel ve düşünsel katkılı her eylemden uzaklaştırdığını farkeder. sokakta yürürken karşısına çıkan reklamlar, o parlak reklamların içindeki albenili kadınlar, biliç-altına işlenen kodların manüple edilmesi yoluyla onu tamahkarlığa ve sorgusuz/sualsiz itaat etmeye sevk eden tabelalardır. bugün bizler, boyalı basın, film ve reklamlar yoluyla, çevremizdeki ağaçların yeşil, gökyüzünün mavi, bulutların beyaz olduğu ispatının fotoğraflarla yapıldığı bir devirde yaşıyoruz artık. hayattan öğrendiğimiz her olgu, kendi gördüklerimiz değil de, başkalarının bize öğrettiği tanımlamalardan ibaret. bizler bunun tersine çıkamadıkça, böyle biçimlendirilen ağaç ve bulut portrelerini parçalayamadıkça kendi doğrularımızı bulamayacağız. bu toplum, bulunduğu konumdan çıkmak istiyorsa eğer, ilk önce oturduğu kadife kaplı koltuklardan çıkarak hava almak zorundadır. biz bi rüyadayız ve gerçekler dışarıda çünkü. zamanında, "yusuf atılgan da sinemadan yeni çıkmış insan" dediği şeyin aslında ne olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum galiba. bana gülüyorsun ama, bu filmde anlatılan senin hikayendir aynı zamanda.
(thelepermessiah - 19 Mayıs 2009 13:13)
"i have come here to chew bubble gum and kick ass and i'm all out of bubble gum" repliği, starcraft 2'de marine'in üzerine 6-7 tıklamada dinlenebilir. fakat and i'm all out of bubble gum kısmını söylememişler, yine de gece gece beni yarım yarım yarmaya etti marine'in bu tepkisi.
(in tyler we trust - 16 Ekim 2010 05:57)
izlediğim en iyi filmlerden. john carpenter'ın neden john carpenter olduğunun kanıtı sayılabilecek bir film. bir bilimkurgu filminin nasıl bir sistem eleştirisi metaforlarıyla dolu olabileceğinin en iyi örneği.sözlükte okuduğuma göre john carpenter bu filmi bir daha çekecekmiş. bence bu çok yerinde bir karar olur. zira they live bir başyapıt olmasına rağmen başrol oyuncusunun çok kötü olması vesilesiyle yer yer sabrınızı zorlayabilmekte. neyse efendim son söz olarak diyorum ki consume obey die
(homeless jedi - 19 Mayıs 2011 02:41)
20. yüzyılın uyanın lan ey insanlar hepiniz kandırılıyosunuz tarzı filmlerinin baştaçı en babası en en en en falanı film.gerçekten gözlüğün takıldığı ana kadar bu ne ya hani uzaylılar büyük lazer silahları ufolar falan izleyecek başka film mi bulamdım a.q demiştim. bu film ters köşeye yatırıp böğrüme sağlam geçirmiştir.salakça malakça aksiyon heycan yok derken al göt herif hem aksiyon hem karmaşa dövüş hem de bu diyivermiştir adeta.saygılar john carpenter üstadım.
(undeadtr - 26 Kasım 2011 14:20)
--- spoiler ---filmdeki dövüş sahnesinde bir ara bildiğin pankreas yapıyorlar. ayrıca holly'nin ifadesiz şekilde varoluş sergilemesi karakterinin işlevi göz önünde bulundurulduğunda önemli bir detay. bunun dışında, filmde esas elemanları arayan askerlerin ellerindeki dedektörleri ghostbusters'daki hayalet dedektörleridir.--- spoiler ---
(yuzuklerin beyefendisi - 27 Aralık 2011 22:24)
kanimca kapitalizm'e bu kadar acik giydirip de che tisortlu tatlisu internet sovalyesi nice genc tarafindan bilinmemesi/begenilmemesi basroldeki abi sebebiyledir. fight club benzerlerinden yillar once yapilmasina ve kartlarini cok daha acik oynamasina ragmen bu basroldeki abiyi idol edinen, profil resmi yapan pek gozukmez (ben gormedim). e yukarda allah var haklilar da yani, bu abi kurt russel'a parasi yetmeyen john carpenter icin iyi bir secim gibi gelmis olabilir ama o kadar yapay ve o kadar rolunde igreti duruyor ki anlatmak mimkin degil. zaten balta degmemis sekoya agaci kalipli abi bir de bu tabiatini tipki bir agac gibi hareketsiz, mimiksiz sekilde oyunculuguna da yansitinca trajedi doguyor. tamam oynadigi karakterin edilgen hatta varolma sinirinda olmasi senaryo geregi ama bu mimiksizligi ve silikligi cok daha iyi kotaracak oyuncular var. keske onlardan biri oynasaymis. abi normal durdugu zamanlarda komik, espri yapmaya gulumsemeye calistigi zamanlarda ise trajedik oluyor. kisaca paradoks abi diyecegim kendisine bundan sonra.neyse iste bu paradoks abi tabiati geregi odun oldugundan birine gozluk taktirmak icin 15 dakika dovuyor, oyle enteresan bir varlik kendisi.ha film muhtesem mi? muhtesem. kapitalizm/ modern kolelik/ siliklestirme uzerine en agir elestiri mi? elestiri. gozluklerin uyusturucu maddeleri temsil etme ihtimali var mi? var. servet dusmanligina ozendiriyor mu? ozendiriyor. kendi kendime niye soru sorup onay seklinde cevapliyorum? bilmiyorum.yalniz paradoks abi hagaten cok balta, cok tarzan, cok apaci yahu. bu filmi mutlaka izleyin demis miydim? demistim. (bak yine basladi)
(lemre - 28 Ocak 2012 20:53)
amerikan dolarına hakettiği yeri vermiş filmdir.dolara gözlükle bakılıdığında üzerinde "this is your god" (tanrın bu) yazar.
(sokart - 26 Şubat 2012 21:05)
soğuk savaşının son dönemlerinde bu tarz bir film çekmek gerçekten de yürek ister. film, tüketime dayalı kapitalist topluma vurabildiği kadar vurmuş. filmin sıkıntıları yok değil mi çok var saymakla bitmez ama yinede kendisinden sonra gelecek olan the matrix ve fight club gibi filmlere temel oluşturması açısından önemli bir yapımdır.
(kemkem - 8 Ağustos 2012 02:26)
buram buram 80'ler kokan ve konu itibariyle müthiş bir potansiyele sahip bir film ancak insanı yeterince içine çekemiyor. sizi yaşadığımız hayat ve sistemle ilgili derin düşüncelere sevkederken aklınızın hep bir köşesinde ben bir filmim deyü bağırıp duruyor zira bir türlü o gerçekçilik atmosferini, hissiyatını yaşatamıyor. başroldeki abinin ve diğer karakterlerin kofti oyunculuğu, inandırıcılıktan uzak karikatürümsü tiplemeler, lastik gibi gereksiz yere uzayan sahneler, (dönemin şartları gereği tabi) dekorların, efektlerin b sınıfı film ucuzluğu da eklenince filmin etkileyicilik yüzdesi yerlerde sürünüyor. mesela 60-70'lerdeki batman serileriyle nolan'ın (en azından batman begins için söylersek) batman filmleri arasında yaşadığımız gerçekçilik farkını düşünelim. hangisi daha inandırıcı geliyor? bu nedenle bu filmin senaryosunun da elden geçirilip, çok daha iyi bir bütçe, sağlam oyuncu ve efektlerle kesinlikle yeniden çekilmesi gerek. tabi ki büyük stüdyolar kendilerinin de dahil olduğu sisteme bu derece ağır eleştiriler getiren bir yapıma ne kadar eyvallah diyebilir, sınırlarını ne derece serbest tutabilir bilemiyorum ancak sistemin 80'lerdeki işleyişi, hayatlarımıza etkisiyle şimdiki durumu arasında devasa boyutlara varan farkı düşünürsek çok güzel şeyler çıkabilir ortaya.evet oyunculuklara falan baya giydirmiş olsam da bu film anlatmak istedikleriyle bile sadece başyapıt sıfatını hak ediyor. şimdiye dek izlediğim, okuduğum tüm bilim kurgu, komplo, sistem eleştirisi, uzaylı istilası tarzı filmler arasında en orijinal senaryoya sahip film budur diyebilirim. izleyin izlettirin.
(ntldr - 27 Ocak 2013 21:24)
"ak sakallı marxist amca"nın tv sinyaline korsan giriş yaparak "bilinçlendirme" konuşmaları yaptığı sahnelerde lümpen proleterlerin "başım ağrıyor" demesi bence filmdeki en sağlam eleştiridir.öte yandan filme "acaip marxist, alt okuması çok derin" demek , biraz komik geldi bana çünkü film kör parmağım gözüne çalışıyor. bir de film marxizmden çok kapitalist kültürün yeniden üretimini anlatıyor.--- spoiler ---velhasıl, filmdeki en büyük eksiklik nada abinin (bir çoğumuz gibi) o gözlükle aynaya bak(a)mamasıdır. filmin finalinde ölmek yerine, aynanın karşısında bizim de aynayı görmediğimiz bir açıda sonlansaydı final, (bir anlamda blade runner gibi) o zaman buralar hep entry dolardı.--- spoiler --- genel sonuç: cheesy olmasa efsaneye oynayacak filmlerden, bir diğeri için (bkz: idiocracy)
(piknik tupu - 22 Şubat 2013 10:21)
http://img96.imageshack.us/…9810151619828726900.jpg
(yalnizlik profesoru - 15 Mayıs 2013 03:30)
hükümetin, reis-i cumhurun ve iktidar partisinin çeşitli unsurlarının son günlerde yaptığı yeni icraatlar ve açıklamalar sebebiyle insan olamayacaklarına kanaat getirdikten sonra aklıma gelen filmdir. ülkeyi androidler veya uzaylılar yönetiyor. insan olsalar, en iyisinden aktörler de olsalar, dayanamaz bu demeçleri verirken. ya bir yerinden güler, ya az bir şey yüzü kızarır, bir belirti verir. bu kadar apatik ve insaniyetsiz olmayı, bu kadar utanmaz olmayı başka türlü açıklayamıyorum.(aslında düşündüm de pek çok başka teori de geliştirilebilir. misal kaç yıldır içilen şişe suları, vesaire. ama bunlara komplo teorisi dememek gerek. zira ortada bir vaka var, net: utanmazlık)(bu yazıda başka bir ülkeden bahsediliyor olabilir, neden olmasın?)
(rigidbar - 24 Ocak 2014 15:07)
film birçok metafor içerse de bunların alt metinlerini okuyabilmek pek de kolay değil. filmin baştan sona bir sistem eleştirisi olduğu açık, ancak bu yapılırken proleter-devrimci başkaldırı ile dinî motiflerin iç içe geçtiği görülüyor.--- spoiler ---kahramanımız nada, on üç yaşında bir şeylerin doğru olmadığının ayırdına vararak evden ayrılmış, ekmeğini taştan çıkaran ve özgürlüğünü kazanma hayâliyle yaşayan bir adam. açıkça görülüyor ki bu kişi düzene uyum sağlayamamış ve bu duruşuyla "onlar"ın kafasındaki insan modeline aykırı düşüyor. frank'le girdiği bir diyalogta sarf ettiği cümleler ise bu saptamayla çelişik gibi görünüyor: "amerika'ya inanıyorum, kurallara uyuyorum." bundan anladığımız nada'nın tam olarak aydınlanmadığı ancak bunun için bir fırsat beklediği.nada, bir inşaatta çalışmaya başlayıp şehrin göbeğindeki barakalara yerleşiyor. buradaki insanların yaşamıyla, en iyi biçimde gordon childe'nin eserlerinden öğrenilebilecek ilkel komünizm arasında bir bağ kurmak mümkün. nasıl sümer şehir devletlerinde merkezde bir tapınak yer alıyor ve şehir onun etrafında gelişiyorsa, burada da kiliseye buna benzer bir görev yükleniyor ve zaten sonradan da bu "komün"ün yönetim merkezinin kilise olduğunu anlaşılabiliyor. filmin en önemli metaforu olan gözlükler (bilgi, aydınlanma, farkındalık) burada ortaya çıkıyor, televizyon yayını buradan yapılıyor vb. elbette burada önemli bir detayı gözden kaçırmamak gerekiyor ki o da sümer'de yönetici sınıfın halkı dinle kontrol altında tutmasının aksine, burada din de uyandırma sürecinin bir parçası olarak kullanılıyor. belki de bunu marksizme yönelik dinî tabanlı bir eleştiri olarak değerlendirmek gerekir.faşist devletin kendi muhaliflerini şiddet kullanarak susturması ve yok etmesinin temsilcisi olarak ise polis sahneye çıkıyor. barakaları yıkıyor, insanları gözlerini kırpmaksızın vuruyorlar. bu, koskoca bir devletin küçücük bir grubu tehdit olarak gördüğüne ve yılanın başını daha küçükken ezdiğine yönelik bir vurgu gibi algılanabilir. yani faşist devlet düzenin devamını sağlamak amacıyla proaktiftir; buna bağlı olarak kendinden farklı düşünenlere düşmandır ve sansürcüdür. nada'nın aydınlanması, kilisedeki gizli bölmedeki sandığın içindeki gözlüklerden birini takmasıyla gerçekleşiyor. gazetelerin, televizyonların, dergilerin... kısacası tüm medya organlarının sorgulamayan, tüketen, itaat eden tek tip insanı oluşturmak için ne denli güçlü bir işbirliği içinde olduğunu görüyor. film bu sayede izleyicinin kendi zevklerine, sevdiklerine, nefret ettiklerine, kısaca tüm hayatına bir de bu gözle bakmasını sağlamayı amaçlıyor. acaba biz neyi gerçekten ihtiyacımız olduğu için satın alıyoruz? birileri bizim yerimize bizim neleri tüketmemiz gerektiğine karar veriyor ve biz de bunu mu uyguluyoruz? gelelim nada ile frank'in kavgasına... frank, nada'nın tüm ısrarlarına karşın gözlüğü takmak istemiyor. belki gerçeklerin farkına varmaktan çekiniyor ve buna ek olarak da kişisel çıkarlarını sınıf çıkarlarının üstünde tutarak çocuklarını görememe korkusu yaşıyor. kaybedecek pek bir şeyi olmayan nada'nın bu korkulara anlam verebilmesi imkansıza yakın olduğundan çatışma ortaya çıkıyor. filmin bana göre en dikkat çekici cümlelerini ise cable 54'ün yönetim merkezinin çevresindeki tünellerde kahramanlarımızla sohbet eden "işbirlikçi" kuruyor. emperyalist ülkelerin üçüncü dünya ülkelerini sömürmesiyle, dünya dışı varlıkların dünyamızı bir "üçüncü evren gezegeni" olarak görmeleri arasında kurduğu benzerlik ilişkisi oldukça çarpıcı. diğer sözleriyle, bu düzene herkesin boyun eğmesi gerektiğini, direniş gösterenlerinse göz kırpmadan yok edilebileceğini bir kez daha anlamış oluyoruz.filmin finalinde ise nada, âdeta tarihteki bir isa (veya bir che guevara) figürü gibi halkın kurtuluşu için kendini feda ediyor. elbette bundan sonra yaşananları filmden öğrenmemiz mümkün olmuyor ki esas önemli merak konusu da bu. gerçekten ideal bir proletarya iktidarı kurulup komünizme giden yola mı girilecek, yoksa eski egemen sınıftan boşalan yeri -tarihte örneklerini görebileceğimiz gibi- yeni bir egemen sınıf mı dolduracak? işte bunu bilemiyoruz.--- spoiler ---sınıflar arasındaki ilişkileri, baskıcı iktidarları, tüketim toplumunun yapılandırılmasını ve işçi sınıfının çelişkilerini bu denli açık seçik ele alan çok sayıda film olmamakla beraber, son dönemde çekilen metropia'yı bu tür filmlere ilgi duyanlara tavsiye edebilirim.26.01.2011 17:22 ~ 17:24nerede o eski bayramlar
(nerede o eski bayramlar - 7 Mart 2014 19:54)
aslında uzaylı ayağıyla düpedüz kurulu düzene başkaldırı var bu filmde. isyanın destansı ya da bilim-kurgusal hali denebilir. holywood 'da hiç görülmedik biçimde üstü örtülü düzeni eleştirme cesareti war. gözlük sahnesinin uzatılmasındaki amaç insanların gerçekleri görmeye karşı dirençlerinin betimlenmesi var.
(hunili varil - 25 Mayıs 2001 11:28)
--- spoiler ---bu kadar güzel bir konuyu, belki de çekildiği yılla alakalı olsa gerek, ziyan edilmiş film. dövüş sahnesinin kötü yanı sadece gereksiz uzun olması değil, feyk olan yerlerin çok bariz olması gibi. ayrıca silahlı sahneler de bir o kadar berbat. hele beyaz ve zenci abiler saat yardımıyla ışınlanmadan önce vurdukları bir polis iki elini açıp sanki yaradana dua eder gibi düştü ya orda hasstir lan dedim. işin özü, verdiği mesaj ve eleştri için bile izlenmesi emredilen dizilerden olur. ancak, sinematografik açıdan baktığımızda vasatın bile çok altında. hem oyunculuklar, hem sahneler. hadi eski film, teknolojik eksiklikler vs dedik ama oyunculuk konusunda bu kadar kötü olması filmi olması gereken yere yaklaştırmamış bile. sırf eleştri kalitesi için 7/10.--- spoiler ---
(cayisekersizrakiyisekicenadam - 26 Temmuz 2014 00:34)
doğru ve açık mesajlar veren, sorulması gereken soruları sordurtan, hayli sert, bir hakikat gözlüğü hikâyesi. filmin mesajı haricinde her şeyi kötü neredeyse ama mesajı gayet net. illuminati geyikleriyle sulandırılan konuların aslında çok basit olduğunu filmde tekrar görüyoruz. dergilerin, afişlerin, tv reklamlarının mesajı gizli değil, gayet açık: tüket, düşünme, sorgulama... ama sadece hakikati görmek gerekiyor; illüzyona kanmamak gerekiyor. filmi izleyince insan en çok reklamlardan tiksiniyor. hem internette, hem de televizyonda, aklınıza gelebilecek her yerde karşımıza reklamlar çıkıyor ve bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok gibi duruyor. bu da aslında hayatımıza tecavüz, seçim şansımız olmadan gözümüzün içine giriyor hepsi. ihtiyacı olmayan şeylere hayatını adıyor insanlar ve bunun üzerine düşünmüyor bile. çünkü para çok ilginç bir şey. para yerine zaman koysak, ki koymak çok mantıklı, insanlar şimdi satın aldıkları şeyleri almayacaklar. yani ver "dört yılını al arabayı" deseler kimse gidip satın almaz; oysa şimdi dört yıllık maaşını bir arabaya yatırmaktan kimse geri durmuyor.işte filmler, kitaplar bunları anlatsa dahi yeterli olmuyor ya da biri çıkıp bunları söyleyince karşıdaki idrak edemiyor. bunu da filmin ortasında dövüş sahnesi ile görüyoruz. hakikat acıdır ve kimse hakikati görmeyi istemez! o sahne genelde gereksiz bulunmuş, entry'nin başında da söylediğim gibi, bir dövüş sahnesi olarak düşünürsek çok kötü bir sahne olduğuna katılıyorum; fakat o sahneden çıkaracağımız mesaj bence önemli. frank'in hakikati görmeme direnci de çok tanıdık.filmde "uzaylılarla" birlikte olan insanların da olduğunu görüyoruz. işte o noktada film eksik kalıyor bence. tabi zamanına göre düşünmek gerekiyor, o zamanlar için yeterince aykırı bir film zaten. kapitalizm eleştirilerinin ortak noktası insanların kandırıldığının altını çizmesi. ama işte dövüş sahnesinde de gördüğümüz gibi, insanlar buna inanmayı istemez; zira yıllarını bir yalana inanarak geçirdiğini duymayı kimse istemez. fakat bence kapitalizm eleştirilerinin en eksik yönü, paranın işlevini sorgulamaması. yani evet, insanlar kandırılıyor, hakikati göremiyorlar falan, tamam. ama insanlar neden yalana inanmayı tercih ediyorlar? asıl soru bu. çünkü paranın mutluluk getireceğini sanıyorlar. işte asıl sorgulanması gereken şey bu. sahip olduklarıyla yetinmeyen bir milyoner, sahip olduklarıyla huzurlu bir hayat geçiren birinden daha mutludur diyebilir miyiz? gerçekten mutlular mı o kadar? bence değiller. yani eğer mutluluk nihai amaçsa, para ona götüren bir araç olamaz. daha beteri parayı amaç edinmekse safi aptallıktır. oysa hiçbir filmde ya da kitapta bunun altının çizildiğini görmedim. hakikat acıdır, ama sonsuza kadar sürmez acısı: kabullenince geçer. yani işin sırrı insanın sahip olduğu şeyleri kabullenmesidir; huzurun sırrı budur. bunun haricinde filmde robotlaşan, çalışan, sadece çalışan insanları görüyoruz. onay gören de o hayata adapte olanlar. baş karakterimiz nada da evsiz, hiçbir yere saplanıp kalmadan yaşıyor, bazen iş hayatına giriyor. slavoj zizek baş karakterin adının, nada'nın ispanyolcada "hiçbir şey" anlamına geldiğinin altını çiziyor. nada'nın filmdeki rolünü anlamamız açısından gayet faydalı bir bilgi.yani özetle kapitalizmin mide bulandırıcılığını, insanları aptallaştırışını, "bakın bu aptalca!" diyenlerin dışlanışını bilal'e anlatır gibi anlatan bir film they live. belki 2015 yılında izleyince öyle büyük bir aydınlanma yaşamıyorsunuz, ama yine de izlenmeli bence.
(malefices1 - 13 Mayıs 2015 17:57)
elestirel bakis acisina sahip bir film..--- spoiler ---filmin marksist okumalari yapilabilir fakat filmin bir kac tane de acmazi vardir.. film, bas karakter nada'nin is aramasiyla baslar.. fakat bulabildigi is, kas gucune dayali bir istir, ve nada "somurulmektedir". sonrasinda frank'le tanisir, ve frank ona kalacak bir yer bildigini soyler.. gittikleri yer ise komun tarzinda bir yapidaki yerleskedir.. sonrasinda bir rahibin ve yasli bir adamin sistemin bir uydurmacadan ibaret oldugu, her seyin tuketime donuk olduguna dair duyumlar alir.. bu duyumlar gerek bizzat gerekse, bolunen tv yayinlari araciligi ile olur.. yayinin merkezi ise bir kilisedir.. iste filmin marksist okumasinin acmazi da burada yatar. cunku bilindigi uzere marksizmin dini yoktur ve marks'in tabiriyle "din, kitlelerin afyonudur." fakat burada, kilise ve rahip ikilisiyle, dine kuratarici bir yon atfedilir.. sonrasinda ise, polisler gelir ve bu yayini sona erdirir, ardindan da komun tarzi yapiyi yerle bir ederler..bunu atlarsak, filmde diger bir dunyadan gelen yaratiklar insan formundadir, ve bunlar insanlari tuketime, otoriteyi sorgulamamaya yoneltmektedir. nada, yerle bir edilen kilisenin enkazindaki kutulardan gunes gozlukleri bulur. bu gozlukler araciligiyla kimin insan, kimin soz konusu yaratik oldugunu anlayabilir ve de tuketim ve sonucta yok olma propagandasinin ayirdina varabilir.. sonrasinda ise bir kac aksiyon sahnesinden sonra, frank'i ikna etmeye calisir.. gozlukleri nihayetinde ona takar vs.. ardindan kendileri gibi olanlari bulmaya calisirlar.. basarili da olduklari soylenebilir fakat, bu insanlarla toplanti halinde olduklari sirada polisler tarafindan basilirlar.. bu arada bu kisilerin toplumda "komunist" diye ilan edildiklerini unutmayalim.. ardindan frank'le beraber nada, bu yaratiklarin toplumu bu sekilde yonlendirmelerine arac olan sinyalin yerini tespit ederler.. sonrasinda da bu sinyali kapatmaya dunyayi kurtarmaya calisirlar..filmin "liberal" okumasi (liberal derken ekonomik degil siyasal bir anlama isaret ediyorum) marksist okumasiyla paralel gidebilir.. fakat bu yonden de bir gedigi vardir.. filmde onemli bir konumda duran holly, yani kadin karakter, biraz "seytansi" gosterilir.. yani adem'in dostu gibi holly/seytan, nada ve nada gibilere yanasir, fakat aslinda kotu niyetler barindirmaktadir.. yani film muhafazakar filmlerin kodlamalarini barindirmaktadir.. kadin seytandir.. bununla birlikte holly filmin sonunda zenci karakter frank'i oldurur.. sinyalleri yok eden ise beyaz karakter nada olur.. evet, nada da olur fakat o, kahraman olarak hayatina veda etmektedir..bu soylediklerimin disinda, filmin matrix'i bir hayli etkiledigi de soylenebilir.. gunes gozlukleri belki, matrix'ten they live'e selam tasir.. belki de wachowski'lerin pastisci yonunu desifre eder.. iki filmde de, iki ayri dunya vardir.. ustune ustluk they live'deki ufo'lar (yani ucan, tanimlanamayan nesne manasinda kullaniyorum bu kelimeyi) matrix'teki sentinellerin selefidir.. nada ise bir neo.. fakat, nada'nin ayni zamanda morpheus yonu de vardir, cunku kendisi frank ve holly'ye gozlukleri taktirmaya ve gercek dunyayi gostermeye calisir.. gozluk takmadan yasadiklari dunya bir nevi matrixtir.. ayrica soyle bir baginti da kurulabilir, frank komun topluma, nada'yi davet eder.. fakat nada, frank'in pesi sira gitmektedir (yoksa nada 'beyaz tavsan'i mi takip etmektedir?). gittikleri yerde "gercek"in farkinda olan insanlar vardir.. burasi da bir nevi zion'dur.. yani sozun ozu carpenter usta, matrix'ten yillar evvel "what is matrix?"i coktan sorup cevaplamistir..--- spoiler ---
(whatdreamsmaycome - 1 Şubat 2006 13:11)
Yorum Kaynak Link : they live