Süre                : 1 Saat 46 dakika
Çıkış Tarihi     : 15 Eylül 2017 Cuma, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Biyografi,Drama,Romantik,Savaş
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Black Label Media , West Madison Entertainment
Yönetmen       : Danny Strong (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Danny Strong (IMDB)(ekşi),Kenneth Slawenski (IMDB)
Oyuncular      : Nicholas Hoult (IMDB)(ekşi), Kevin Spacey (IMDB)(ekşi), Victor Garber (IMDB)(ekşi), Hope Davis (IMDB)(ekşi), Zoey Deutch (IMDB)(ekşi), Lucy Boynton (IMDB)(ekşi), Brian d'Arcy James (IMDB), Eric Bogosian (IMDB)(ekşi), Bernard White (IMDB), Jefferson Mays (IMDB), Will Rogers (IMDB), Sarah Paulson (IMDB), James Urbaniak (IMDB), Keenan Jolliff (IMDB), Caitlin Mehner (IMDB), Francesca Root-Dodson (IMDB), Celeste Arias (IMDB), Anna Bullard (IMDB), Tim Dougherty (IMDB), Kevin Mambo (IMDB), Naian González Norvind (IMDB), Dana Drori (IMDB), Amy Rutberg (IMDB), Alyssa May Gold (IMDB), Devin Harjes (IMDB), David Berman (IMDB), Jadyn Tattoli (IMDB), Andrew Polk (IMDB), Jimmy Smagula (IMDB), Jenny Ashman (IMDB), Karen Walsh (IMDB), Evan Hall (IMDB), Ron Fassler (IMDB), Kit Flanagan (IMDB), Adam Busch (IMDB), Kristine Froseth (IMDB), Bernie McInerney (IMDB), John Carrafa (IMDB), Nancy Braun (IMDB), Lainey Silver (IMDB) >>devamı>>

Rebel in the Rye (~ Cavdar Tarlasindaki Asi) ' Filminin Konusu :
2. Dünya Savaşı'nda asker olarak geçirdiği dönemi bir türlü aklından çıkarmayı başaramamış J.D. Salinger (Nicholas Hoult), buna rağmen genç ve yetenekli bir yazar adayı olarak dikkat çekmektedir. Kısa öykülerinde yarattığı Holden Caulfield karakterini bir romana aktarması ve daha fazla öykü yazması için Columbia Üniversitesi'ndeki hocası Whit Burnett'ın (Kevin Spacey) sürekli onu cesaretlendirip yönlendirmektedir. Bir yandan da Oona O'Neill ile yaşadığı aşk ve yazar olarak kimliğini bulma çabası, genç adamın hayatının en bunalımlı dönemlerinden birini yaşamasına neden olmaktadır. Çavdar Tarlasındaki Asi filminde, 20. yüzyıl Amerikan Edebiyatı'nın en büyük eserlerinden Çavdar Tarlasında Çocuklar'ın (Catcher in the Rye) yazılış süreciyle ilgili fazla bilinmeyen bir öykü anlatılıyor.


  • "nicholas hoult'un jd salinger'ı canlandıracağı film.edit: kevin spacey, sarah paulson, brian d’arcy james , victor garber, hope davis, zoey deutch, kadroya katılan isimler."
  • "adini the catcher in the rye adli salinger in unlu romanindan devsirmistir."
  • "kitap hakkinda yazalı bir ay olmusken filmi çıkması güzel olmuş. salinger abimizin hayatını anlatirmis."
  • "ilk fragmanı yayınlanmış.tık tık.edit: sözlüğe yazılmış ama kaçırmışım galiba."
  • "15 eylül 2017'de amerika'da vizyona girecektir."
  • "6 ekim 2017'de ülkemizde vizyona girecek olan film."
  • "2 primetime emmys sahibi danny strong'a emanet yönetim. her eve imdb"




Facebook Yorumları
  • comment image

    geliyor gonlumun efendisi. kevin spacey super bir secim olmus. kendisi tennessee williams, charles bukowski, j. d. salinger gibi yazarlarin oykulerini yayimladigi story dergisini cikaran whit burnett'i canlandiriyor. hatta salinger ve bukowski bu dergide ilk kez yazilarini yayimlamis. ve salinger kolombiya universitesi'nde whit burnett'ten yazarlik dersleri almis.

    yani bu filmde whit burnett, finding forrester'daki william forrester konumunda. yazarlikla ilgili bircok tavsiyeyi de onun verdigini anliyoruz fragmanda. ornegin holden caulfield'i roman yapma fikrini o soylemis, iyi ki de soylemis.

    tabii burda finding forrester'daki gibi bir kurgu degil, gercek bir yazarla yayimcinin ve dunyanin en etkili romanlarindan birinin yazilma hikayesini izleyecegiz. 2. dunya savasinin salinger uzerindeki etkisi de malum, umarim basroldeki isim -tip olarak zerre salinger'a benzemese de- bunu iyi yansitir. ben bu rolu genc bir oyuncuya versem daniel day lewis'e verirdim. once genc bir oyuncu rolune sonra da salinger rolune burunurdu.


    (tzoey - 21 Temmuz 2017 14:23)

  • comment image

    salinger'ın kırkı çıktıktan sonra anısına hakaretlerin başladığını gösteren film.

    bundan önce de salinger diye documentary tarzı bir şey çektiler, documentary olmasına rağmen salinger'ın mezarında ters döneceği bir yapımdı. bunun üstüne gidip documentaryden ziyade gidip normal bir film çekiyorlar, salinger mezarından kalkıp seti basmazsa iyidir.

    bu salinger denilen adam savaştan dolayı psikolojik sıkıntılar yaşayan, kendi halinde yaşayıp hayatının bilinmesini istemeyen, üstüne üstlük hayatının gizli olması hakkında üstün bir çaba gösteren, hayatını geçtim kitabının filminin çekilmesini bile-the catcher in the rye- yıllar önce engelleyen biri.
    öldükten sonra adi yapımcılar madem kitabın filmini çekemiyoruz, kitabı yazan adamın kitabı yazma öyküsünün filmini çekeriz çakallığı ile salinger'ı nefret ettiği her şeyin içine çekip anısına hakaret ediyorlar.
    üstüne üstlük hayatının en özel durumlarını-mesela oona o'neill chaplin ile ilişkisi-filme alarak adamın özelini iyice ortaya döküyorlar.

    bu tip şeylerin salinger öldükten sonra yapılmaya başlanması ise bu tür şeylere salinger'ın duruşunu açıkça ortaya koyuyor.
    ailesinin bu konulardaki rolü ne bilmiyorum ama eğer bu durumlarda parmakları varsa en büyük phony başta ailesi, ondan sonra da bu duruma destek veren herkes.

    adamın kemiklerini sızlattınız be.


    (beetlejuice22 - 23 Temmuz 2017 19:19)

  • comment image

    içinde glass ailesine dair bir öykünün de yer aldığı beş kitabının, 2015'te yayımlanmasını vasiyet ettiği iddia edildiğinden bu film anısına ihanet midir, emin değilim. fakat hayattayken bu filmi izleyip küçücük bir hataya öfkelenecek, kırılacak bir salinger fikri içimi yaksa da, merakla takip edeceğim.

    (bkz: danny strong)


    (time traveler bird - 25 Temmuz 2017 15:56)

  • comment image

    mektuplarına günlüklerine varana kadar nasıl çatır çutur kafka okuduysak, salinger'ın hayattayken yayımlanmamış bir satırı çıkarsa ortaya onu da okuyacağız, hakkında çekilen belgeselleri, filmleri de izleyeceğiz.


    (cibenek - 29 Eylül 2017 16:04)

  • comment image

    birkaç saat önce filmekimi kapsamında atlas sineması'nda izlediğim, salinger'ın yoğunlukla inzivaya çekilmeden önceki dönemini anlatan filmdir.

    konu, 20. yüzyılın en iyi yazarlarından birinin hayatı olunca, kadroda da kevin spacey ismini görünce beklentim ister istemez yükseldi. film, yüksek beklentilerimi karşılayamamış olsa da, yüksek bir seyir zevki sunuyor. dolambaçlı yollara girmiyor, klasik hollywood mantığında ilerliyor, kişileri ve olayları birazcık abartıyor ve evet bunlara paralel olarak bir an olsun sıkmıyor.

    yukarıda birkaç kişi filmin salinger'ın anısına hakaret olduğundan söz etmiş. bu konudaki fikrim vakur, böyle bir filmin yapılması salinger'ın zerre umrunda değil, çünkü kendisi babalar gibi ölü. bu kadar. bu adamın eserlerini yayınlatmayı bırakıp inzivaya çekilmesinin sebebi de tamamen kişiseldi, kendi mutluluğu için yapılmış bir atılımdı ki işler onun için yolunda gitmiş olacak ki hayatının sonuna kadar böyle devam edebildi. kafasında "böyle bir efsane yaratacağım kendim için" tipi bir düşünce yoktu.

    biz ister kabul edelim ister etmeyelim, büyük eserler -hatta aslında bütün eserler- bir süre sonra yazarından koparak bağımsızlığını ilan eder. her okurun farklı bir nokta idrak etmesi hatta eseri yazarının sakıncalı bulacağı şekilde yorumlaması buna en genel geçer örnektir. eser oradadır ve artık yazarın ne kastettiğinin bir önemi yoktur, onu anlayanın insiyatifindedir her şey.

    catcher in the rye benim fikrimce de salt roman olarak kalmalı. fakat ne benim fikrimin ne de 2079'dan sonra salinger'ın fikrinin bir önemi yok. o artık bir değer ve kimsenin tekelinde değil.

    idollerin, dehaların ya da belki de sadece yazma yeteneği olan insanların hikayesini dinlemek her zaman güzeldir. yanlışları, abartıları da olsa, o hikayeyi daha önce çok defa duymuş olsanız bile.


    (elphabathropp - 2 Ekim 2017 01:45)

  • comment image

    filmi izledim ve beğendiğimi söyleyebilirim.

    --- spoiler ---

    film salinger'ın kendini doğu felsefelerine verdiği dönemi biraz yüzeysel geçmiş maalesef.

    salinger'ı sık sık meditasyon yaparken görüyoruz. ama salinger'ın hinduizm ve zen budizm öğretileriyle bezeli yazılarına film neredeyse hiç atıf yapmıyor.

    örneğin 9 öykü'deki teddy'de, salinger'ın nasıl "var olan her şeyin bir olduğu" üzerine yazabildiğini ya da franny ve zooey'deki franny'de mantra'nın önemini kendisinin nasıl fark ettiğini filmde göremiyoruz.

    tüm bunlara rağmen bence filmin yaptığı en iyi şey, salinger'ın neden yazdığı kitapları yayınlatmadığını -tabi yönetmenin yorumuyla- açıklamasıydı.

    salinger asıl ödülün bir yere varmak olmadığını, daima yolda olmak gerektiğini öğrenmişti sonunda. onun için asıl ödül eylemin meyveleri değil, eylemin kendisiydi.
    kitapların satışından elde edeceği gelir ya da ün onun için önemli değildi. yazıyor olmak ona fazlasıyla yetiyordu.

    ---
    spoiler ---

    bu ve bunun gibi sinemada, tv'de ve edebiyatta yakaladığım tüm the catcher in the rye göndermelerini çavdar tarlasında yakaladıklarım yazımda bulabilirsiniz.


    (bernie rhodenbarr - 4 Ekim 2017 10:18)

  • comment image

    dün gece filmekimi kapsamında izledim. salinger'la tanışıklığım 25 yıl önceye dayanıyor. lisede komşumuzun kütüphanesinden aldığım gönülçelen * benim için edebiyatta bir dönüm noktası olmuştu. bir ergenin katışıksız bir ergeni okumasının nasıl bir çarpışma etkisi yaratacağını tahmin edebilirsiniz. sonrasında diğer kitaplarını da defalarca okudum fakat holden caulfieldbenim ilk gençlik kahramanım olmaya devam etti. bu bağlamda salinger'ın benim için kutsal olduğunu söyleyebilirim. ama ilave etmeliyim ki yazarlara kutsiyet atfetmek genellikle hayal kırıklığı ile sonuçlanır çünkü deneyimlerime göre yazarların bir çoğu gerçek hayatta ve gerçek ilişkilerde hayal kırıklığı kaynağıdır.

    başıma bir iş gelmeyecekse filmi sevdiğimi söyleyebilirim. hayatı boyunca toplumdan gizlenmiş bir yazarın hatırasına saygısızlık, ihanet rerö falan filanda saçma geliyor bana. tam olarak amacımızı ifade eden iki kelime bile yan yana geldiğinde amacımızın dışına çıkmışızdır artık. yazar asla anlaşılmak istediği gibi anlaşılmayacak zavallı bir mahluka dönüşmüştür. bundan dolayı, ben sadece bir başkasının onu benim anladığım gibi anlayamadığına içerleyebilirim en fazla. yazarın özel hayatını deşifre etmekten uzak kalınsaydı dünya çok sayıda edebiyat şaheserinden mahrum kalırdı.

    filmin içeriğine falan girmek istemiyorum. gerçekten de benim hayalimdeki salinger böyle bir adamdı, film bunu gayet iyi karşıladı. filmin izleyici kitlesini sevdim. hemen herkes holden'ı yakından tanıyordu. salonda ön sıralarda bir adet holden replikası da vardı. avcı şapkası ile salona girdi ve film boyunca salinger ile sempatik bir bağ kurarak onun gibi düşündü, onun gibi hissetti ve onun gibi coştu. tam da salinger'ın evinin önünde sefil, ezik holden çakması ile karşılaştığı sahnede bu yerli replika arkadaşa bakma ihtiyacı hissettim. salinger adına üzgün ve sinirliydi. tuhaftır ben salinger adına bir şey hissedemedim. bilakis yerli replika adına üzülmekle meşguldüm.


    (zebra storyteller - 5 Ekim 2017 12:13)

  • comment image

    bir holywood filmi var karşınızda, belgesel değil. en başta bunu unutmamak gerek diye düşünüyorum. abartı sahneler, abartı yorumlamalar ve hayali diyaloglar mevcut fazlasıyla. evet, ben de pek çokları gibi salinger ölmeseydi bu filmin çekilmesine asla müsaade etmezdi diye düşünüyorum. belki ona bir saygısızlık olarak bile nitelenebilir bu film. yine de koşa koşa gittim izlemeye ve iyi ki çekilmiş dedim.

    bir kere daha açılış sahnesinde çavdar tarlasında çocuklar' ın o meşhur girişiyle karşılıyor bizi film "anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o david copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum.'' bu kitabı sevenlerin bu andan itibaren filme kayıtsız kalabilmesi bence çok zor. bu açılışın ardından salinger' ın geçmişine gidiyoruz. whit burnett ile tanışması, harika kontra diyaloglar, güzel esprilerle klasik bir hollywood filmi izliyoruz. bu kısımlarda özellikle ‘’yazmak’’ üzerine olan diyaloglar harika. yazının bundan sonrası filmden ziyade benim salinger ve çavdar tarlasında çocuklar* üzerine yorumlarım olacak;

    çavdar tarlasında çocuklar benim hayatta okuduğum en iyi kitaplardan, holden ise meursault ile birlikte öykündüğüm, taklit ettiğim, olmak istediğim iki karakterden biri. ne var ki ikisi olmak için de yeteri kadar cesur değilim. holden’ ın dürüstlüğüne, insanları yorumlayışına hayranım. kitabın önemini, orijinalliğini bilene anlatmaya gerek yok, bilmeyen de merak ederse kendi öğrenir zaten. kimileri ise bu kitabı pek sevmez. sevmeyenlerin bir kısmı anlayıp sevmez ki bu bir tercihtir, bir kısmı ise anlamadan sevmez ki bunları zaten herhangi bir konuda ciddiye almam. benim için böyle bir turnusol görevi de görür yani bu kitap. kitabı sevenler arasında ''holden aynı beni anlatıyor'' diyenlerin sayısı azımsanmayacak düzeydedir. bunlara en güzel cevabı veriyor film. bu tip insanlara önceden gülerdim ama filmden sonra sadece acırım artık. gerçi filmi izleyenler önceden diyorlarsa bile filmden sonra ‘’holden beni anlatıyor’’ demeyeceklerdir diye düşünüyorum, zira holden’ ın kendisini anlattığını iddia edenlerin holden ile uzaktan yakından alakalı olamayacakları, kendi ezikliklerini holden üzerinden kapatmaya çalıştıkları çok açık şekilde gösterilmiş filmde ya da ben öyle görmek istedim belki de.

    filmden de kitaptan da çok alakasız olarak değinmek istediğim bir nokta mevcut. whit burnett ile salinger arasındaki ilişkinin başlarında salinger, whit burnett’ ın peşinde koşarken salinger’ in ünlenmesinin ardından o güçlü, ukala, kendinden emin whit burnett, salinger’ ın karşısında küçülüyor, adeta yok oluyor. işte sevgililik de –hatta en çok o- dahil olmak üzere insan ilişkileri böyledir. bu noktada iki oyuncunun da (kevin spacey, nicholas hoult) oyunculuğuna övgüler düzdüğümü eklemeleyim.

    son olarak amerikan filmlerindeki kafelere ve barlara hayranım. öyle yerler arıyorum sürekli ama bulamıyorum. gerçi bu film de 1940’ larda geçiyor, şimdi şu tarz bir kafe bulmak sanıyorum ki imkansızdır; büyük pencereli, bol ışık alan, birbirine yakın tahta masalarda oturan bir dolu insanın sohbet eder ya da bir şeyler okurken büyük fincanlarda kahve içtiği kafeler.

    keşke salinger' ın izni ile olsaydı o zaman daha çok içimize sinerdi sanki. yine de biliyoruz ki salinger böyle bir şeye muhtemelen asla izin vermezdi. alexandre dumas tarafından söylendiği anlatılan bir söz vardır; ''tarihe tecavüz ettiğimi söylediler ama çok güzel çocuklar doğdu'' bu film salinger' ın değerlerine, isteklerine, mahremiyetine tecavüzdür belki de ama yine de çocuk görülmeye değer.


    (meursault samsa - 9 Ekim 2017 12:07)

  • comment image

    jerome david salinger 2010 yılında öldü. nevi şahsına münhasır bir kişilikti. insanları mahkemeye vermeyi severdi. davalardan kaçmazdı. işte bu yüzden sıradışı bir hayatı olan salinger'in yaşamı uzun yıllar boyunca beyazperdeye aktarılamadı. daha önce james earl jones' un oynadığı field of dreams ve yine başrolünde sean connery'nin oynadığı finding forrester adlı filmler yazar j.d. salinger'ı esas alan filmlerdi. ancak açıkça yazarın ismi kullanılamamıştı. dava edilirim korkusu ağır basmıştı. ve bu haklı bir gerekçeydi. daha önce biyografisini yazmaya kalkanları mahkemeye vermişti. yine 1998 yılında çekilen franny ve zoey uyarlamasını da dava etmişti. sonunda davayı kazanmış ve filmi gösterimden kaldırtmıştı. işte j.d. salinger'la ilgili filmler çekilememesinin nedeni bu korkuydu. kimse ticari bir zarara uğramak istemiyordu.

    aslında j.d. salinger tam filmlik bir hayata sahip sıradışı bir kişilikti. mesela kendisi bir yahudi olmasına rağmen inadına gidip bir naziyle evlenmişti. herhalde bu olay tarihte bir ilkti. bu evlilik çevresinde büyük bir şokla karşılandı. kendisi ikinci dünya savaşı'na da katılmış ve istihbaratçı olarak görev yapmıştı. zaten nazilerle olan tanışıklığı da burdan geliyordu. nazi olan eşiyle de askerdeyken tanışmıştı. çavdar tarlasında çocuklar kitabının bir bölümünü de cephedeyken yazmıştı. savaş sırasında ernest hemingway'le de tanışma fırsatını yakaladı. savaş kendisini çok yıpratmış, bütün psikolojisini bozmuştu. ara sıra hemingway'la mektuplaşır, savaşın acımasızlığını yazardı. bu bunalımdan çıkışı kolay olmadı. bir süre hastanede kaldı.

    salinger alternatif tıpa çok meraklı birisiydi. ve bu işi idrarını içmeye götürecek kadar abartmıştı. akupunktur tedavisinin de suyunu çıkarmıştı. iğne yerine saatlerce çivilerin üstünde yatardı. salinger dini inançlar yönünden de kafası karışık birisiydi. budizmden hinduizme ve hatta karizmatik hristiyanlığa kadar uzanan geniş bir yelpazesi vardı. salinger ölümünden önceki 30 yıl boyunca hiçbir röportaj vermedi. hiç fotoğraf çektirmedi ve bir daha hiç kitap yazmadı. fanatiklik derecesinde hayranları vardı. hayranları kendisinin ölümüne sevinmiş "belki gizli saklı yazdığı şeyler ortaya çıkar" diye umutlanmışlardı. hatta bu hayranları adamın klozetini bile açık arttırmayla satın almaktan kaçınmamışlardı.

    çavdar tarlasında çocuklar bugün hala dünyanın en çok satan kitaplarından birisi. ayrıca bu kitap john f. kennedy, john lennon, rebecca schaeffer suikastçilerinin üzerinden çıkmış olmak gibi bir özelliğe de sahip. yani insanlar üzerinde müthiş bir etkisi var. tam bir kült. salinger da bu kitabıyla beraber edebiyat dünyasının ikonlarından biri haline geldi.

    burdan sonrası biraz spoiler

    filme de işte böyle bir yazarın hayatından çeşitli kesitler bulacağımı umarak gittim. film beni tatmin etti mi? evet ettiğini söyleyebilirim. çavdar tarlasında çocuklar'ın yazımına doğru giden süreci ince ince işlemişler. o yüzden değerli bir film. ve bunun bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. daha iyileri de mutlaka gelecektir. filmin cast'ıyla ilgili bir sorun yok. ancak yine de mavi gözlü oyunculara kahverengi lens taktırma saplantısı burada da devam ediyor. bu da biraz eğreti duruyor. american crime story'de savcı rolünde izlediğimiz ve ağzından sigarasını düşürmeyen sarah paulson yine bu filmde de sigarasını tüttürmeye devam etmiş. kadın oyunculuk aşkına kanser olacak nerdeyse. sonuçta bu bir film, bir belgesel değil. ancak yine de gerçeğe olabildiğince sadık kalmaya çalışmışlar. muhtemelen bundan sonra "dava edilme korkusu" da kalmadığına göre çok daha iyileri çekilecektir. hatta zamanla oscar'lık performanslar bile görebileceğimizi düşünüyorum.


    (santradauclusex - 10 Ekim 2017 00:03)

  • comment image

    filmin bazı sahnelerinde ciddi bir senarist amatörlüğü vardı. koskoca holivut filminde yakışmıyor. o amatörlükle ilgili teker teker yazamayacağım ama en kuvvetli amatörlüğünü spoiler içinde yazacağım.

    --- spoiler ---

    jerry'nin elinde çiçekle o'neill'ın kızının evine geldiği sahnede arkada çöp kutuları duruyor ve o çiçeğin çöpe atılacağını en aptal izleyici bile bağıra bağıra söyleyebilir. o kutular neden orada? nasıl bir görüntü bu? aynısını senaryo dersi alan bir öğrenci yazsa üstünü çizerler. olay örgüsüne hizmet etmek için sahneye konulmuş çöp bidonları... tam da kapının önüne... eğer seyirciğe "ben demiştim" dedirtmekse niyet bu tutumun başka sahnelerde de olması gerekirdi ancak yok. sanki iki plan çekmemek için aceleyle kadrajın içine çöp kutusu yerleştirilmiş gibi görünüyor. bu gözüme fazlasıyla battı.
    bunun dışında yazarlık konulu palavralar içeren ve yazarlığı tılsımlı bir şeymiş gibi gösteren üst perdeden konuşan bir film olmuş. adına gönderme yapılan eserle ilgili de hiçbir şey yok. (ucuz birkaç sahne vardı)
    ---
    spoiler ---


    (kalemdefter - 11 Ekim 2017 00:13)

Yorum Kaynak Link : rebel in the rye