The Wall (~ Sniper: Duvar) ' Filminin Konusu : The Wall is a movie starring Aaron Taylor-Johnson, John Cena, and Laith Nakli. Two American Soldiers are trapped by a lethal sniper, with only an unsteady wall between them.
şimdi de pink floyd ve arkadaşları söylüyor: the wall.. <trt3 spikeri>
(subzero5 - 26 Temmuz 2002 02:46)
dikkatli dinlenildiginde ilk sarkinin basinda kisik bir sekilde "...where we came in" bolumunu, albumun son sarkisinin sonunda da "isn't this..." sozlerini arka fonda ayni melodi calarken duyabilirsiniz. bu sayede albumun sonu basina "isn't this where we came in" seklinde baglanmistir. daha da eglencelisi, filmin dvdsinde de, creditsin sonunda da ayni cumleyi duyabilirsiniz.
(sacredone - 20 Aralık 2002 16:55)
the wall bir album degil, devasa bir single’dir.
(morkahve - 17 Nisan 2011 16:32)
the final cut gibi roger waters'ın solo albümü niteliği taşımasa da, yine de ona yakındır. bakıldığında bütün sözler birçok pink floyd albümünde olduğu gibi yine roger waters tarafından yazılmıştır. ayrıca, parçaların müziklerinin de çok büyük kısmı da kendisi tarafından bestelenmiştir. david gilmour sadece young lust ve run like hell'in müziklerini bestelemiş ve comfortably numb'un müziğini de roger waters ile beraber yapmıştır. albümün prodüktörlüğünü üstlenen bob ezrin de the trial'ın müziğini bestelemiştir. albümdeki pink karakterinin babasının 2.dünya savaşında ölmesi gibi birçok örnek roger waters'ın hayatını yansıtır. bu da albümün otobiyografik yönü olduğunu gösterir. zaten grubun kariyerine bakıldığında da, albümü en çok sahiplenen haklı olarak roger waters olduğu gözükür. kendisi her zaman dark side of the moon'u omuz omuza çalışılmış tam bir grup albümü olarak görürüken, the wall'un her zaman kendi eseri olduğunu düşünmüştür. zaten konserde sahneye duvar inşaa edip grubun kendisini seyirciden soyutlama olayına diğer üyeler pek bayılarak bakmamıştırlar. david gilmour seyirciyle bir sorunu olmadığını, rick wright ise bu fikre şiddetle karşı çıktığını ama konserde duvarın tiyatroya dönüşmesiyle bambaşka bir hal aldığını söylemiştir. albümün kayıtlarının gergin geçmesinin bir sürü nedeni vardır. ama bunlardan en önemlisi pink floyd'un 1978'de mali müşavirleri yüzünden düştükleri vergi batağından bu albümü yaparak kurtulma çabasıdır. bu olay grubun ve özellikle projenin lideri roger waters üzerinde büyük baskı yaratmıştır. tabii o dönemde roger waters'ın grup içindeki kontrolü iyice ele alması ve diktatörlüğe giden yolunda david gilmour'la çok fazla sürtüşme yaşamaları da önemli bir konudur. bu albümün kayıtları sırasında roger waters'ın rick wright'ı haksız yere kovduğu söylenir hep. ancak olay da rick wright'ın suçu da büyüktür. albümün esas yükünü çeken roger waters, emi'nin eğer albümü 1979 christmas'ına yetiştirilmesi durumunda bir sürü kolaylık sağlayacaklarını söylemesi üzerine, albümü planlanandan biraz daha erken bitirmek için tatil yapan rick wright'tan gelmesini ister ama rick wright siktire yakın bir cevap verir. bu durumda roger waters kayıtlarının bitmesine yakın rick wright'a dönüp artık onun grubun üyesi değil maaşlı olduğunu söyler. nick mason bu durumu roger waters'ı kötü adam pozisyonuna düşürdüğünü ama mali krizden gözü korkmuş olan rick wright'ın işine geldiğini söylemiştir, çünkü maaşlı olması durumunda parasını alıp konserlerin kar ve zararına ortak olmayarak aradan sıyrılmıştır. ama yıllar geçtikten sonra her röportajda "evet ama roger beni kovdu" gibisinden ağlar. bu da pek akla mantığa sığmaz. çünkü 1985 yılında pink floyd'dan ayrıldıktan sonra grubun devam etmemesi için diğer üyelere dava açan roger waters, davayı kaybetmiştir. bu da roger waters'ın rick wright'ı kovmak gibi bir yetkisi olmadığını apaçık göstergesidir. bu davada bu albümle ilgili önemli bir detayda, the wall'un bütün haklarının roger waters'a verilmesidir. bu durumda roger waters olmadan pink floyd'u devam ettirme hakkını elde etmiş david gilmour, the wall konserlerini yapabilme hakkı roger waters'ın olmuştur. bunu da solo kariyerinde, roger waters gayet kullanmıştır. 1990'da the wall live in berlin'i gerçekleştirmiştir, sonra da onu cd ve video olarak da piyasaya sürmüştür. 2010'dan beri yeni bir the wall turnesi sürdürmektedir. hatta turnenin sonunda, konser dvdsini çıkaracağını söylemiştir.
(roger waters - 11 Şubat 2012 10:15)
albümün en başında, müzikten önce, dikkat kesilirseniz, çok kısık bir şekilde, where we came in denildiğini duyarsınız. aynı şekilde albüm biterken, son şarkı da tamamlandıktan sonra aynı adamın isn' t this dediğini duyarsınız.böylelikle albüm komple loop' tayken isn't this where we came in şeklinde bir cümleye dönüşür, tek başına anlamsız olan bu kelimeler.albümün ismi ve içeriği duvarken elbet burada kast ettiği, bu toplumla bizi ayıran duvarların arkasına tam da bu noktada girmeye başlamadık mıdır roger waters'ın. hayatın birbirini takip eden, arada bir sosyalleşilen, ama ekseriyetle dış dünyadan kopuk bir bunalım(bunalımın tanımı burada çok önemli hale geliyor) yolculuğu olduğunu bile ima ediyor olabilir hani roger waters burada, bununla.nihayetinde burada; duvarları asla tam olarak arkamızda bırakamayacağımızı, kanayan kalplerin(!), bizi sevenlerin(!) asla bunalımımızı yaşamamıza, kozaysa kozamızda, hapishane ise bize özel hapishanemizde kalmamıza asla izin vermeyeceğini, sırf belki de bu iç dünyaya olan yolculuğumuzun tam olarak yaşanamamasından dolayı, veya sadece insanın doğası gereği, tam da bir önceki duvarımızın yıkıldığı yerde, bir çoğu aynı olan tuğlalarla yeni duvarımızı ilk günden tekrar örmeye illaki başlayacağımızı söylüyor sanki roger waters benim algıma.roger waters'ın dehasının çok ufak bir kısmı sadece. kanımca.
(rogerian - 21 Haziran 2012 20:00)
daha kuccukken soyle yazmisim: "harikulade bir album, harikulade bir film. daha iyisi olamazdi.zaman makinasinda yapacagim yolculuklardan biri kesinlikle the wall albumunun ciktigi gune ingiltere'yedir."hala gercekten de the wall'un ciktigi ilk gune gitmeyi istiyorum. dusunsene radyodan haberini duyuyorsun ya da arkadastan ogreniyorsun ki pink floyd yeni bir album cikaracakmis. o gunun gelmesini bekliyorsun. "acaba yine cok guzel olacak mi?" diye merak ediyorsun. sonunda o gun geliyor ve pink floyd'un yeni albumunu alip eve gidip dinlemeye basliyorsun. another brick in the wall'lar basliyor -ne oldugunu sasiriyorsun, egitim sistemine; ikinci dunya savasi yuzunden cocuklari babasiz buyuten igrenc savaslara, politikalara giydiriyorsun-. sarkilar gectikce sanki bir romandaki gibi bir cocugun nasil "kayboldugunu" takip ediyorsun. arada "mother" diye hakkinda gunlerce konusabilinecek bir sarki geciyor, hey you'lar, comfortably numb'lar falan... derken the trial, outside the wall ve album bitiyor... ne yapti insanlar, ne dusunduler gozlerimle gormek, o gune sahit olmak istiyorum. "pink floyd bozmus ya son albumleri olmamis" diyen zibidiler var miydi mesela? yasca bu doneme yetisenlere sordum birkac kez lafi gecince de boyle tatmin edici yanit alamadim...
(kelek - 1 Eylül 2012 21:21)
roger waters tarafindan yazilan, pink floyd tarafindan calinan ve yüzde yüz anlayabilmenin cok zor oldugu albüm, film, konsept, fikir. düz bir cizgide dinlenen albümün ya da düz bir sekilde izlenen filmin düz bir anlami olmadigini belki de bininci* tekrardan sonra anlayabildim. albümde kabuguna cekilmis, yalniz ve depresyonda olan bir rock'cinin gecmisiyle birlikte yavasca hayattan soguyup bir diktatöre dönüsmesi ve özellikle (final cut'ta da cokca deginildigi gibi) savas sonrasi iyi bir dünya hayallerinin polisle ve diktatörlükle cöktügü anlatilsa da, insan psikolojisine dair su ana kadar dikkat etmedigimiz bir cok detay da anlatiliyor.bunlari da cocukluk travmalari(anneler, babalar, arkadaslar, okul), kadinlarla yasadigi problemler ve hayattan ve getirdigi her seyden soguma olarak siralayabiliyorum. pink'in cocukluk travmalariyla baslayacak olursak bunlar albümde babasinin ölümü, yalniz olmasi, annesinin cokca üzerine düserek hayatini karartmasi ve okulun ne kadar kötü bir yer olmasi üzerinden anlatiliyor. fakat bence sarkilar bu üst hikayeden daha fazla sey anlatmak istiyor; cünkü sonucta herkes pink'in yasadigi sikintilari cekmese de kendinden bi sey bulabiliyor. bu da roger waters'in zekasini ortaya koyuyor bence.the thin ice'da cocuklarin yasayabilecegi sikintilarin ilerde hayatlarini nasil etkileyebilecegi anlatiliyor. özellikle ilk iki dize olan "momma loves her baby/and daddy loves you too" cok ironik; cünkü bu sarki ve another brick in the wall pt.1 ebevynlerin cocuklari terk edip yalniz birakabilecegi, onlara hic bir sey birakmayabileceklerini ve hatta belki de hic sevmeyebileceklerini anlatiyor. bunlarin insanin ileriki hayatinda yaratabilecegi etkileri de "dragging behind you the silent reproach / of a million tear stained eyes / don't be surprised, when a crack in the ice / appears under your feet / you slip out of your depth and out of your mind / with your fear flowing out behind you / as you claw the thin ice" dizelerinden anliyoruz. burdaki buz, sarkida bahsedildigi gibi modern life'i temsil etse de kisinin psikolojik sagligini da temsil ediyor; cünkü cocukluk en kirilgan yillar ve bir cocugun psikolojisi de "the thin ice" kadar narin. bu yüzden anne ve babalarin acabilecegi hasarlar ilerde korku, ice kapaniklik veya depresyon olarak dönebilecegi ve bu etkilerin insanlari hayatlari boyunca takip ettigi mesaji veriliyor.not: hayatimda belki de en büyük etkiyi yaratan albümdür the wall. ben de yillardir düsündügüm, kafamda kurdugum, parca parca da arkadaslarimla tartistigim teorilerimi burda derleyip genis capli bir analiz hazirlamak istedim; fakat düsüncelerimi toparlaybilmek su yaz günü baya bir zor oldugundan müsait oldugum zamanlarda üstüne ekleyerek gidecegim. umarim the wall'la ilgilenen ve bu albümden benim kadar etkilenen herkesin begenecegi bir is olur.
(bundesschriftsteller - 27 Ağustos 2013 15:18)
"-we came in?" diye başlar albüm. müzik tarihinin, müzikal açıdan olmasa da (ki kişisel fikrime göre, öyledir de), hikaye anlatımı, karakter gelişimi ve psikolojik çözümleme gibi ögeleri açısından en başarılı albümü belki de. bir müzik albümü için karakter gelişimi tamlamasını kullanmak, the wall için hiç de yanlış olmayacaktır. çünkü baştan sona dikkatlice, sözlere ve müziğe dikkat edilerek dinlenirse bu görülecektir. pink'in neden duvar ördüğü, neden bu kadar kızgın olduğu ve neden pis bir faşiste dönüştüğü aralara serpiştirilmiş sözcüklerde gizli. "if you wanna find out what's behind these cold eyes, you'll just have to claw your way through this disguise!" yani aslında. bu cümleyle perdeyi açan faşist pink, doğumundan başlayarak hayat hikâyesini anlatmaya koyulur. the thin ice'ta, annesinin hayata dair "don't be surprised when a crack of ice appears under your feet" tavsiyeleriyle hayata adımını atar. yıllar sürecek baskı ve kontrol mekanizmasının ilk adımları da böylece atılır. daha çocukken babasını savaşta kaybeden pink, ölümün insan elinde olan bir şey olmadığını bilmediğinden, babasına kızar onu bırakıp gittiği için. "bir fotoğraftan başka," der pink, "ne bıraktın bana?" "all in all it was just a brick in the wall." bu sırada büyür pink. okula başlar. okulda, motomot ezberci mantıkla ders anlatan hocaları dinlemek yerine şiirler yazmayı tercih ettiğinden, hem arkadaşları hem öğretmenleri tarafından dışlanır; onlardan baskı görür. duvarına birkaç tuğla daha ekler tabii ki. yavaş yavaş içine kapanacaktır. olmayan arkadaşlarından kopacak, annesine sığınacaktır. "mother should i trust the government?" no fucking way. hayata atılmaktan korkan pink, annesine koşar. içini rahatlatsın ister. "canımı yakmaya çalışmazlar di mi?" der. "peki ya kızlar," diye sorar, "bana uygunlar mı sence?" annesi, korumacı tavrını bir kenara bırakamaz. kaç yaşına gelirse gelsin onu koruyup kollayacağını, topluma ve sisteme dair bütün korkularını ona aktaracağını, kız arkadaşlarını onun için kontrol edeceğini söyler. "of course momma's gonna help you build the wall." der bir de. duvarın en büyük parçalarından biri daha tamamlanır. karısının kendisini aldattığını öğrendiğinde verdiği ilk tepki "i need a dirty woman" olur. gecelere akar. one night stand'ler yaşamaya çalışır. yapamaz. eve getirdiği kızlardan da, karısından da, annesinden de, hayattan da nefret etmektedir çünkü o sırada. önce öfkeyle karısına karşılık vermeye çalışır, başaramaz; sonra içine biraz daha kapanır, "n'olur beni terk etme" diye yalvarır ona. giden geri gelmez. duvar yükselir. pink eline bir çekiç alır, etrafa saldırır. haykırır, şah damarını çatlatırcasına, "all in all, you were all just bricks in the wall!" diye. artık kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı olduğunu düşünmeyen pink, duvarın son tuğlalarını da koyup veda eder dış dünyaya. ilk perde biter, seyirciler çay kahve eşliğinde, oyuncunun inanılmaz performansını tartışmaya koyulurlar. ikinci perdede, duvarın içinden söylenen ilk sözcükler hey you olur. dışarıdakilere seslenilir, "ışığı gömmelerine izin vermeyin," denir. "savaşmadan vazgeçmeyin," denir. altın yaldızlı büyük harflerle "open your heart, i'm coming home," denir. bundan sonra, tek cümlelik, üç dakikalık efsane yerini alır hikâyede: is there anybody out there? pink oturur piyanosunun başına, ev hâlini anlatır. artık hiç mutlu değildir. hiç olmamıştır. kaçıp gidesi gelir, ama gidecek bir yeri yoktur. her şey boş gelir ona, ama bir şey yapamaz. öylece oturur. babasının anısını yaşatmak istercesine, sevdiği birini savaşta kaybetmiş başka bir kızın hikâyesini anlatır pink. insanlığın ne kadar insanlık dışı davranabildiğini haykırır. içi yanar, iç yakar. "çocuklarımızı evlerine geri getirin!" der. kimse onu dinlemez. kafasında, geçmişindeki film karelerinden sesler yankılanır. birkaç dakika önce dış dünyaya gönderdiği "is there anybody out there?" mesajı gerekli yerlere ulaşmamış olacak ki, tekrarlar. bir kapı daha kapanır. "hello, is there anybody in there?" işte bu altı küsur dakikayı anlatmaya ne sözcükler yeter, ne hayal gücü. bu altı dakika yirmi dört saniye, insanı oturduğu yere saplar. gözlerden birkaç damla yaş gelmesi beklenir. kendi kendini anlatır bu altı dakika. ama bir dakika. şimdi öylece oturup anlamsızca gözlerini televizyona dikmenin sırası değil! çürümenin hiç değil! kalk ayağa, gösteri devam etmeli. dünyanın bize çektirdiklerinin hesabını sormalıyız. intikamımız için savaşmalıyız! "will i remember the song?" elbette. ilk perdenin başındaki pink geri döner. her zamankinden daha güçlü, daha öfkeli ve daha faşist. insanları ayırır. duvarın önünde idam eder bütün azınlıkları ve farklıları. hatta bir de ekler: "elimden gelse hepinizi öldürürdüm!" diye. kana susamış, gözü dönmüş müritleriyle beraber uygun adım ilerler. ellerinde çekiçler. dudaklarında "trust us." ve "everything will be ok, just keep consuming." cümleleri. "kaçın bizden!" der faşist pink. artık hiçbir şeye tahammül yoktur. insanlara yüzlerini gizlemelerini ve gözlerden uzak yerlerde sevişmelerini salık verir. "yoksa," der, "kafanızı bir mukavva kutuda annenize geri göndeririz." pink monarşisi yükselir. britannia yükselir. duvar, zaten her zamankinden yüksektir. "you cannot reach me now, no matter how you try." artık gerçekten de kimse pink'e erişemez, karışamaz. duvarının arkasında mutlu mesut yaşamaktadır. içindeki diğer bir kişiliğiyle monologa girer, "would you like to see britannia rule again?" kim istemez ki? tek yapmamız gereken solucanları beklemektir artık. faşizmin doruk noktasında, birden kendine gelir pink. bir uykudan uyanmışçasına. "ne yapıyorum ben?" der. annesine, karısına, zarar verdiği bütün insanlara yaptığı bütün kötülükleri, kendi kurduğu mahkemede yargıç karşısına çıkarır. yargılanır. "go on judge, shit on him!" yargıç, seyirciden aldığı gazla pink'i sürgün eder, duvarı yıkar. nihai karar çoktan bellidir: "tear down the wall!" "isn't this where-" diye biter müzik tarihinin en akıl almaz albümü. kafalarda george orwell'a ait "everything was alright. the struggle has finished. he had won the war over himself. he loved the big brother." cümlesini andıran bir iz bırakarak.
(dzgndrtyzl - 1 Ekim 2013 11:52)
sadece bir müzik eseri bir albüm ya da bir film değil... bir bakış açısı, bir paralel evren...
(bigbrother - 22 Ekim 2005 11:00)
"bunu yapan insan olamaz" söyleminin dünyada en çok uyabileceği müzik albümüdür.
(archetype - 21 Mayıs 2006 11:01)
Yorum Kaynak Link : the wall