• ""söyleyememek" üzerine bir xavier dolan filmi."
  • "anne saplantısından aileye terfi edince güzel bir film yapmış, dolanmamış. müzikler özellikle girişte ve çıkışta filme kanat takmış. bir varmış, louis yokmuş."




Facebook Yorumları
  • comment image

    (bkz: http://variety.com/…ux-end-of-the-world-1201481234/)

    jean-luc lagarce'ın oyununa dayanan film, ölmek üzere olan bir yazarın, bunu ailesine söylemek üzere memleketine gitmesini konu ediyormuş. gücenmeler, darılmacalar, kırılmacalar, empatisizlikten ölmeler, gelsin güzel şarkılara klip çekimleri, ağır çekimlerde sigara dumanları ve pastel renkler. ama çok da değil.


    (goks - 17 Mayıs 2015 02:32)

  • comment image

    hostesin louis'ye kemerini takması uyarısı ile başlıyor film. ölümcül hastalığa sahip biri için anlamı olmayan bir hareket uçakta kemerini takmak. just la fin du monde hostesin uyarısı gibi söylenenlerin değil sessizliğin anlam ifade ettiği bir film. diyalogların değil bakışların filmi. söylenmeyen şeyler xavier dolan'ın en iyi filmi olduğunu söylediği alt tarafı dünyanın sonu'nda tüm sözlerden ve çığlıklardan önemli.

    on iki yıl boyunca hiç görüşmediği ve sadece kartpostallar aracılığı ile haberleştiği ailesinin yanına ölümcül hastalığını haber vermeye ünlü bir tiyatro yazarı olarak gidiyor louis* . şefkatli anne*, öfkeli abi antoine*, louis'yi hiç hatırlayamayan fakat yakaladığı başarı sayesinde idealleştiren suzanne* ve ilk defa gördüğü, abisinin eşi, catherine*; ferzan özpetek filmlerinin aksine gergin bir yemek masasında toplanıyorlar. her şey hakkında konuşuyorlar, önemli olan hariç. dolan'ın yakın çekimleriyle sessizlik önem kazanıyor. louis filmi izleyen insana dönüşüyor. geçmişi hatırlıyor. şimdiki zamanın tonu mavi ve kahverengi. hatıralar ise çok daha renkli. antoine ve suzanne birbirlerine bağırıyorlar, anne ikisine de. sessizliğin önemi artıyor. birbirlerini gördükleri ilk anda gizli bir bağ kuran louis ve catherine sessizliğin şarkısını söylüyor. dolan'ın yakın çekimleri onlara yardım ediyor. sadece gözleri konuşuyor. catherine, louis'nin sırrına vakıf oluyor. bağırıp çağıran ailesi louis'nin neden yıllar sonra geldiğini anlamak istemiyor. louis de söylemek istemiyor zaten. guguk kuşu ölüyor.

    louis'nin hastalığının sebebini film süresince belli etmiyor ama filmin başında louis takside pencereden bakarken gördüğü sevişen iki insan iskeleti duvar resmi aids mesajı veriyor. zaten juste la fin du monde'un sahne oyununun yazarı jean-luc lagarce aids kaynaklı hastalık sebebi ile öldüğünü biliyoruz.

    dolan'ın da söylediği gibi, en iyi filmi. filmin büyük bölümünü oluşturan yakın çekimlerle hem oyunculara hem seyircilere meydan okuyor. tom a la ferme'den beri beraber çalıştığı görüntü yönetmeni andré turpin ile beraber mavi ve kahverenginin egemen olduğu estetik bir görsellik oluşturmuş. dolan'ın önceki filmlerinden ders alarak odak noktası belli ve daha derli toplu bir film ortaya çıkarıyor. filmin başında ve sonunda çalan home is where it hurts ve natural blues dışında müzik geri planda kalıyor ama bu iki seçim de muhteşem.

    filminin castine ne söylense az. açıklandığı ilk günden itibaren film için büyük bir beklenti oluşmasını sağladı. oyuncuların her biri dolan'ın yüzlerine odaklanan close-up'larını takdire değer performanslarla taçlandırıyorlar. vincent cassell ve lea seydoux'nun öfke patlamaları, marion cotillard ve gaspard ulliel sessizliği, yakın çekimlerle her mimiğin anlam kazandığı anlara dönüşüyor. lea seydoux'ya ve louis'nin gömleğine boş olmadığımı da belirtmeden geçemeyeceğim.

    xavier dolan, neredeyse aynı yaştayız, bizim jenerasyonumuza eziyet edercesine kıskanılacak işler yapmaya devam ediyor. sessizliğin gürültüye karşı zaferinin ya da kaybının filmi.


    (darth werther - 1 Şubat 2017 00:19)

  • comment image

    filmekiminde izlediğimden beri aklımdan çıkmayan bir filmdi juste la fin du monde. oturdum bu gece yeniden izledim. ve abartmadan şöyle söyleyeyim. bu film bugüne kadar gördüğüm ve bugünden sonra göreceğim en güzel film olacak muhtemelen. evet abartmadan diyorum bunu.

    ilk izlediğimde louis'den ziyade antonie'ye odaklanmıştım. daha bir gerçekçi daha bir vurucu ve benim çok daha iyi anladığım bir karakterdi kendisi. hatta önceki entryde de yazmıştım "boğazımı düğümlüyor" diye. az önce izlerken bir şeyi kaçırdığımı hissettim. bir başka karakteri. suzanne'ı.

    antonie'yle özdeşleştirmiştim filmin sonunda kendimi ama bugün fark ediyorum ki yalnız bir antonie değilim bir tutam da suzanne'ım aslında.

    antonie.. sinirli, öfkeli, nefret dolu. louis'in gitmesinden sonra bir başına kalmış, terk edilme duygusunu sonuna kadar hisseden bir abi. ama bunun dışında hayatta istediklerini yapamamış ve sorumlu olarak da louisi gösteren birisi. haklı da aslına bakarsanız louis kendi hayatını kurmak için çekip gidince bütün sorumluluklar antonie'e yüklenmiş. evinde kalmak zorunda kalmış, dışarı çıkamamış, annesinin yanından ayrılamamış. ve bunlar yetmezmiş gibi bir de sürekli louis ile karşılaştırılıp değeri bilinmemiş. en çok da yaralayan bu galiba. kardeşi gitmiş o kalmış ve ona neden kardeşi gibi olamadığı sorulmuş.
    genel olarak konuşmuyor antonie. ama en çok da louis hakkında konuşmuyor. tıpkı louis'in öleceğinden konuşmaması gibi.

    suzanne.. abisini neredeyse hiç tanımamış, duyduklarından yazdıklarından çıkarımlar yaparak onu tanımaya çalışmış, başarılarıyla övünüp onu idealleştirmiş. onun gibi gitmek isteyip de gidemeyenlerden. belki beceremediğinden belki de yapamayacak olmasından -ve evet bu ikisi apayrı şeyler-

    evdeki karmaşa ve gerginlik de bu iki karakterden çıkıyor zaten. birisi bir an önce louis siktir olup gitsin ve yaşattıklarını tekrarlamasın istiyor diğeri ise bugüne kadar tanrı gibi gördüğü insanı insan olarak tanımak istiyor.

    bunların yanına louis'i çok seven, onu anlayan ve antonie'ye çok da değer vermeyen anneyi ve louis hakkında hiçbir şey bilmeyen ama bir şeyleri sezen catherine'i de eklediğimizde ortaya muhteşem bir trajedi çıkıyor.

    çok şey anlatıyor film. çok şeyler söylüyor ve guguk kuşunun ölmesiyle bitiyor. "zaman kalmadı".

    filmin renklerine, oyunculuklara, çekimlere, sinematografiye değinmeye gerek bile duymuyorum. hepsi harikulade zaten. hepsi birbirini tamamlayacak kadar güzel.

    3 güzel şarkı var filmde onları koymazsam olmaz ama;

    exotica - une miss s'immisce

    camille - home is where it hurts

    moby - natural blues

    neyse önceki entryimde umarım bir gün yazarım demiştim o gün de bugünmüş demek.

    antonie'den bir replikle bitirelim bu entryi de; "sessiz insanların iyi dinleyici olduklarını sanıyorsunuz ama ben insanlar beni rahat bıraksın diye susuyorum."

    ha bu arada aklıma gelmişken sahi siz ne demek olduğunu bilir misiniz antonie'yi ve suzanne'yi aynı vücutta yaşamanın ne demek olduğunu?


    (kljgslsdkjsd - 6 Şubat 2017 07:37)

  • comment image

    cannes'da gösterildikten sonra adeta topa tutulup festivalin en kötülerine dahil edilen film. bu kadar olumsuz eleştiriden sonra dolan genç olduğundan mütevellit eleştirilere üzülmüş ve bir süre oyunculuğa odaklanacağını açıklamıştı ki törendeki kararlarından sonra bir temiz dayağı hak eden george miller ve jürisince altın palmiye'den sonraki en büyük ödüle değer görülmüştü. miller hakikaten o kararlarıyla dayağı hak etmişti. halbuki ne güzel dolan kendisini nadasa bırakacak, belki bu sürede sinemasını değiştirecek, hep aynı temaları kullanmaktan vazgeçecekti. ama miller hem bunu engelledi (gibi), hem de yılın kötü filmlerinden olan bu filmi ödüllendirmiş oldu. yakında dolan'a altın palmiye de verirler. hayır, hak ediyor olsa "helal olsun, bu yaşta altın palmiyelik film yapmış, hakkıyla ödülü almış," diyeceğim ama yok öyle bir şey.

    filmin en iyi tarafları şunlar: arka planda şarkıların döndüğü, klip estetiğindeki 2 sahne, final sahnesindeki altın sarısı renk paleti+görüntü yönetmenliği, marion ve vincent'ın oyunculukları ve konunun ana teması olan hastalığını söyleyememek. ana karakterin ailenin yanında figürana dönmesi (konuşamaması, tartışmaları engelleyememesi, aileye çekidüzen verememesi, hastalığını söyleyememesi).

    fakat diyaloglar o kadar kötü ki o kadar olur. bir shakespeare filmi açıp bu filmin işkencesini kulaklarımdan silmek istiyorum. o denli kötüydü. tamam, adam ailesine dönüyor ve havadan sudan konuşulacak da abicim diyaloglar da bu denli vasat altı olmamalıydı be. tamam, geçmiş hakkında konuşulacak, eski defterler açılacak, bu klişeleri bari iyi diyaloglarla sunsaydın gerizekalı dolan. fikir güzel; adamın hastalığını söyleyememesi ve ana karakter olabilecekken figüran haline gelmesi. ama gerisi booommboşş. bomboş bir film yapmış dolan. ne olduğu da belli değil. adam niye gitti, ağabeyi niye bu kadar şerefsiz (vincent'ın şerefsiz karakterleri oynayıp durması da sıkmadı değil, adamı görünce "bakalım gene ne piçlikler yapacaksın?" diyorum her filmde)? baba nerede -tamam, bu önemsiz bir soru-? filmin kurgusu yerlerde (kağıt üstünde bile sıkıcı olan filmi kurgucu daha da sıkıcılaştırmış), yönetmenlik yerlerde (yakın planlardan başım döndü, uzaklaştır, içimizi aç, geniş plan yap deyip durdum. ama zaten film türk dizisi gibi açı-karşı açı ve yakın planlardan ibaret neredeyse), görüntü yönetmenliğinde bir artı yok, sanat yönetmenliğinde bir numara yok, müzik zaten pek yok, karakterizasyon kötü. karakterleri doğru dürüst tanıtmıyor. oyuncularsa ellerinden geleni yapıyorlar gariplerim. marion ne kadar enfes bir aktris olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. ha bu yılki filmleri birer birer patladı ama hepsinde iyiydi.

    oyun uyarlaması olduğu fazlasıyla belli oluyor. dolan oyunu sinemalaştıramamış. aynı şey denzel'ın fences'ında da olmuştu. iki film de baştan sona diyaloglardan oluşuyor ama iki film de tiyatro oyunu izlenimini kırıp sinemalaştırılamamış. bunun dışında... dolan'ın işlevsiz aile, eşcinsel ilişkiler, duygusal erkek karakter, babasızlık gibi temalardan uzaklaşamaması da büyük bir soruna dönüştü. kendisini tekrar etmeye, her filminde aynı şeyleri anlatmaya, bunu da sakız gibi uzatmaya başladı. bu yüzden bir nadas iyi olacaktı ama dayağı hak eden miller bunun önüne geçti. neyse belki gene bol yıldızlı yeni filmi (the death and life of john f. donovan) iyi bir film olur. lan filmin adında bile death var. gene birisinin ölümünü anlatıyor. dolan kendisini bu filmde de tekrarlarsa şaşırmayacağım.
    özetle: 2016'nın kötü filmlerinden... eleştiriler son noktasına kadar haklı, miller haksız.


    (sherlock holmes 90 - 7 Şubat 2017 00:56)

  • comment image

    anne saplantısından aileye terfi edince güzel bir film yapmış, dolanmamış. müzikler özellikle girişte ve çıkışta filme kanat takmış. bir varmış, louis yokmuş.


    (puskinskaya - 13 Mart 2017 11:53)

  • comment image

    pazartesi tipli bir pazar gününde yapılabilecek keyifli bir tercih.

    --- spoiler ---

    sekansları düşünüyorum;

    - annesi'nin kendisine 12 yıl sonra neden şimdi çıkıp eve geri döndüğünü sorduğu sahne dramatikti. seni anlamıyorum ama seni seviyorum, en azından bunu kimse elimden alamaz cümlesinden sonra kaç yaşındasın şimdi sorusunu yönelttiğinde yazarın uzun bir süre nemli gözlerle bekledikten sonra 34 cevabını kenara koyuyorum.

    - sanırım annesinin çocuğunun eşcinsel olduğundan haberi yoktu ki, sen hala o homo mahallesinde mi oturuyorsun, sorusundan sonra gelen gençliğindeki eski erkek arkadaşıyla yaşadığı flashback ve kovalar, otlar içeren sevişme sahneleri. daha sonra erkek arkadaşının da kanserden öldüğünü öğrendikten sonra bir sigara yakmasını da koyuyorum. filmin başlarında kız kardeşinin ot ikramını geri çevirmişti.

    - marion cotillard'ı o saç, elbise ve kabullenilmişlik içeren gözlerle tam bir sıdıka halinde izlemeyi de koyuyorum.

    - filmin özeti son sahnedeki saat sahnesi. zamanı gelen saat çalıyor, guguk kuşu kafesinden çılgınca çıkıyor, evin içinde sağa, sola, kapıya, pencereye, cama çarptıktan sonra yere düşerek ölüyor.

    yazar da ömrü boyunca eşcinsel ilişkisini, hayat tarzını, düşüncelerini tamamen özgürce ifade/itiraf edemediği için bir kafese sıkışmış. engellere, dışlanmaya, aşağılanmaya çarpıyor hayatı boyunca. bu yüzden başka bir ülkeye taşınmış, ailesiyle irtibatını azaltıyor, 12 yıl boyunca görüşmüyor. ve yıllar sonra, ailesine kendisinin öleceğini haber vermek için dönünce hep doğru zamanı arıyor ama uygun zamanı bulup bir türlü itirafta bulunamıyor. kapı dışı ediliyor.

    ve finalde yere düşmüş ölü kuşa zoom yapıyor xavier dolan'ın kamerası.

    ---
    spoiler ---

    gayet fransız bir film olmuş;

    albert camus
    "insan söyledikleriyle değil, söyleyemedikleriyle insanlaşır."


    (achtundsiebzug - 20 Mart 2017 00:35)

  • comment image

    hayal kırıklıkları, küçümsenme, nefret, utanç içinde bir ailenin kapalı kapılarının ardındaki olan biteni anlatan etkileyici bir film. baş döndürücü bir delilik halini olduğu gibi izleyiciye aktarabilmek büyük iş. her karakterin ne halde olduğunu yakın çekimlerden sabırla anlatılmasıydı belki de etkileyici yanı.

    --- spoiler ---

    antoine kardeşinin öleceğini biliyor. seyirciye gösterilmiyor ancak araba sahnesinin devamında louis abisine öleceğini söylüyor bence. evden çıkmadan önceki son tartışma sahnesinde antoine ailesine size iyilik yapıyorum onu götürerek gibisinden birşey söylüyor. ayrıca louis' e yumruğunu kaldırdığında elindeki yaraları görüyoruz. belli ki kötü haberi aldıktan sonra bir yerleri yumruklamış.

    ---
    spoiler ---


    (old fashion - 27 Haziran 2017 21:15)

Yorum Kaynak Link : juste la fin du monde