Süre                : 1 Saat 59 dakika
Çıkış Tarihi     : 15 Ekim 2015 Perşembe, Yapım Yılı : 2015
Türü                : Komedi,Drama,Romantik,Bilim Kurgu,Heyecanlı
Ülke                : Yunanistan,İngiltere,İrlanda,Hollanda,Fransa
Yapımcı          :  Film4 , Screen Ireland , Screen Ireland
Yönetmen       : Giorgos Lanthimos (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Giorgos Lanthimos (IMDB)(ekşi),Efthymis Filippou (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Colin Farrell (IMDB)(ekşi), Rachel Weisz (IMDB)(ekşi), Jessica Barden (IMDB)(ekşi), Olivia Colman (IMDB)(ekşi), Ashley Jensen (IMDB)(ekşi), Ariane Labed (IMDB)(ekşi), Aggeliki Papoulia (IMDB)(ekşi), John C. Reilly (IMDB)(ekşi), Léa Seydoux (IMDB), Michael Smiley (IMDB), Ben Whishaw (IMDB), Jacqueline Abrahams (IMDB), Roger Ashton-Griffiths (IMDB), Cian Boylan (IMDB), Anthony Dougall (IMDB), Sean Duggan (IMDB), Roland Ferrandi (IMDB), James Finnegan (IMDB), Degnan Geraghty (IMDB), Robert Heaney (IMDB), Rosanna Hoult (IMDB), Kathy Kelly (IMDB), Seána Kerslake (IMDB), Heidi Ellen Love (IMDB), Ewen MacIntosh (IMDB), Patrick Malone (IMDB), Sandra Hayden Mason (IMDB), Kevin McCormack (IMDB), Mark McCormack (IMDB), Ishmael Moalosi (IMDB), Anthony Moriarty (IMDB), Garry Mountaine (IMDB), Judi King Murphy (IMDB), Laoise Murphy (IMDB), Matthew O'Brien (IMDB), EmmaEdel O'Shea (IMDB), Nancy Onu (IMDB), Imelda Nagle Ryan (IMDB), Stephen Ryan (IMDB), Chris Threader (IMDB)

The Lobster ' Filminin Konusu :
Alternatif bir yakın gelecekte geçen filmde Yorgos Lanthimos bizi çok ilginç bir hikayeye götürüyor. Bu dünyada yalnız insanlar istenmemektedir ve görüldükleri yerde tutuklanarak tuhaf bir otele götürülmektedir. 45 günlük süre zarfında kendilerine bir eş bulamayanlar ise, bir hayvana dönüştürülerek ormana salınmaktadır. David (Colin Farrell) de buraya getirilmiştir ve kısa süre içinde kendine bir sevgili ararken tüm kuralları yıkarak buradan kaçar. Ormanlarda yalnız bir kadınla (Rachel Weisz) tanışır ve ona aşık olur.

Ödüller      :

Cannes Film Festivali:Jury Prize, Queer Palm - Special Mention


  • "filmekimi 2015 kapsamında bilet bulunamayan yapım. akbaba gibi çökmüşsünüz resmen, ailenize mi aldınız ne yaptınız bilet yok ulan."
  • "''bir şey hissetmediğin halde bir şey hissediyor gibi yapmak, bir şey hissettiğin halde bir şey hissetmiyor gibi yapmaktan daha zor.''"
  • "bekarlik, hayvanliktir."
  • ""tüm belâlar, yalnız kalma yeteneğimizin olmayışından gelir başımıza." o ufak dünyanın bir nebze içinde oldurtan film."
  • "ilk sahnesinde insanken yaptıklarından dolayı intikam alınan bir eşeğin olduğu film."
  • "insanın hissetmediği hâlde hissediyor gibi davranması, hissettiği hâlde hissetmiyor gibi davranmasından daha zor en akılda kalan 'ı yukarıda verilmiş olan filmdir."




Facebook Yorumları
  • comment image

    yapım aşamasında bir giorgos lanthimos filmidir.

    kynodontas ve alpeis'den sonra yine bir absürtlüğün uç olduğu ve kesif bir alt metine sahip filmle vuracak gibi görünüyor.
    konusu diğerleri kadar uçuk ve düşündürücü duruyor.

    "a love story set in a dystopian near future where single people are arrested and transferred to a creepy hotel. there they are obliged to find a matching mate in 45 days. ıf they fail, they are transformed into an animal and released into the woods."

    merakla bekliyoruz.


    (ink - 19 Ocak 2014 20:24)

  • comment image

    filmekimi 2015 kapsamında bilet bulunamayan yapım. akbaba gibi çökmüşsünüz resmen, ailenize mi aldınız ne yaptınız bilet yok ulan.


    (reddediyorum - 19 Eylül 2015 11:11)

  • comment image

    film, cumartesi gününden beri kafamın içinde dönüp duruyor, durup dönüyor, ve ben tam olarak nasıl anlatacağımı bilemiyorum hâlâ. ama deneyeceğim...

    --- spoiler değil, ama bundan sonrasını izleyince okuyun. amaç; bunu okumanız değil çünkü, bu filmi izlemeniz ---

    nam-ı diğer lobster, bir sahnede şöyle der;

    "insanın hissetmediği hâlde hissediyor gibi davranması, hissettiği hâlde hissetmiyor gibi davranmasından daha zor"

    otel'deki düzen, hissetmediği halde hissediyor gibi davranmaya çalışan lobster'ı anlatır. hayat, gerçekten zordur. orman'daki düzen, hissettiği halde hissetmiyor gibi davranmaya çalışan lobster'ı anlatır. hayat, gerçekten (yine) zordur. hissedilmeyenler ve hissedilenler arasında gidip gelen değişkenler dışında, her iki tarafın da değiştirilemez katı kuralları, akıl almaz uygulamaları, diğer düzene karşı savaşırken kendisine karşı da faşist olmayı elden bırakmayan bir yapısı vardır. anlayacağımız, hayat - her iki şekilde de - zordur.

    ancak, film bize adeta şöyle der; "üzgünüm (hiç sanmıyorum), ama elimizdekiler bundan ibaret". işte bunun farkına vardığımız anda, tam da o anda, otel'i ve orman'ı geride bırakıp, bizzat içinde yaşadığımız düzene takılıp kalır gözümüz. çünkü burada da, seçimlerimiz ve kıyaslarımız; kolay'ların içinden değil, zor'ların arasından yapılır (zoru başarırız, imkansız biraz zamanımızı alır). ve her zaman daha zor'u vardır.

    filmin sonu da, yine bu sebeple, izleyicinin zor'una bırakılır. hangimizin yazdığı son, daha zor'du acaba?

    https://www.youtube.com/watch?v=8xnax0u03ew


    (dolls - 8 Ekim 2015 13:32)

  • comment image

    günlerdir heyecanla beklediğim, olm yer kalmaz çabuk bilet alalım diye ortalığı karıştırdığım filmi sonunda izledik. üç arkadaş şu ana kadar hiç creditsin tamamını izlememiştik. oturduğumuz yere çakılıp sonuna kadar izledik.

    --- spoiler ---

    buradan sonra herşey spoiler olabilir.

    filmden beklentim de korkularım da çok büyüktü. bir kere colin farrell var. yeterince korku nedeni. true dedective'de biraz ısınır gibi olmuştum ama biriciğim tatlişkoşum yorgos'un filminde ne işi vardı?

    film distopik bir evrende geçiyor. yorgoscum zaten aile, ahlak, çocuk konularında oldukça takıntılıdır. yine bu konular üzerinden bir evren oluşturmuş. hatta iki evren. bekarlığın toplumdan dışlanma nedeni sayıldığı, teklerin güvenlik güçleri tarafından sorgulandığı, topluca çiftlerini bulmaları için bir otele yerleştirildiği ve başarısız (!) olunursa istenilen hayvana dönüştürülüp ormana salındığı gerilim dolu bir dünya. diğerinde ise bekarlık dışında neredeyse herşeyin yasak olduğunu yine kuralcı, baskıcı bir dünya.

    filmde gördüğümüz her oyuncu inanılmaz ruhsuz, mimiksiz, suni. hayata insan olarak devam edebilmenin tek kuralı olan ruh eşini bulma dayatmasıyla aksi düşünülemezdi zaten. bu nedenle kabusum colin farrellbir anda iyi oyuncuya evriliyor.

    ruh eşi bulma yolunda en ufak ortak noktanın çok değerli hale gelmesi, hatta bunu kendine zarar vererek yapmanın normal görülmesi, toplumsal dayatmaların bireyler üzerindeki etkisini çok hüzünlü olarak gösterdi. ruh eşi bulmada taktikler konuştu. kalpsiz kadının ( ki kendisi kynodontas'ta tanıdığımız bir simadır ) kendine yaklaşanı denemesi, ruhsuz, statik sevişmeleri ve sürekli karşısındakini zorlaması oldukça rahatsız ediciydi. köpeğe dönüşen abinin acı çekerek kanlar içinde ölmesi ve bunu soğukkanlılıkla anlatması. ve sonunda partnerinin yakayı ele vermesi. kadının karakteri mi buydu, yoksa hayatına yalnız olarak devam etmek istemesinin yansıması mıydı bilemiyorum. ama oyunu kendi istekleri doğrultusunda kuralına göre oynadığını düşünüyorum.

    otelde çift olmanın yararlarının didaktik anlatımı, gerçek kesit ekollü canlandırmaları toplum ahlakına yapılan çok basit ve içten eleştirelerdi.

    orman dünyasında da işler pek yolunda gitmiyor. mastürbasyon serbest ama sevişmek, flört etmek yasak. herkes de bir yere ait olmak için kuralları kabul eder görünüyor insan olduklarını unutarak.

    final, yine bir belirsizlik. gerçi sadece elde bıçak kendi gözüne doğrultmuş bir insanı görmek yeterince gerilim unsuru. bu noktada kynodontas ile çok benzer. hem belirsizlik ile hem de kendine zarar vererek özgürlüğünü kazanmak ile.

    bir diğer benzerlik banyo ve kan. lavabo bir anda aynı gelmişti. ve sevişmelerin ruhsuzluğu.

    sonuç olarak mis gibi bir kara mizahla buluşmuş distopya.

    ---
    spoiler ---

    antalya film festivali'ne de damgasını vurdu. izleyin, izlettirin.

    ayrıca ben kalp yorgos.


    (eli eli lema sevaktani - 3 Aralık 2015 21:09)

  • comment image

    konusu ilgimi çektiği için izlediğim ve beğendiğim film.

    --- spoiler ---

    iyi kurgulanmış ve kara mizahla bezenmiş etkileyici bir distopya. bekarlığın sonu hayvana dönüşmektir. hayat çift olmaktır. sokaklarda tek dolaşmak bile aşağılayıcı bir durum. tek başına yapılan her iş yasak, mastürbasyon bile... mastürbasyon yaptığı tespit edilen adamın sağ eli ekmek kızartma makinesinde yakılıyor.

    filmin ana noktası "bir şey hissetmediğin halde bir şey hissediyor gibi yapmak, bir şey hissettiğin halde bir şey hissetmiyor gibi yapmaktan daha zor." olarak verilmiş ama bunu aslında biraz da izleyiciye bırakıyor. sizce hangisi zor diyor. filmin ilk bölümünde otelde bir şey hissetmiyorken hissediyor gibi yapmanın zorluğunu ikinci bölümünde ormanda hissediyorken hissetmiyor gibi yapmanın zorluğunu gösteriyor bize.

    bence ikinci kısım daha zor, yani hissediyorken hissetmiyor gibi yapmak. tabii bu film için ve duyguları, ikili ilişkileri düşününce benim seçimim oluyor.
    ---
    spoiler ---

    aslında bu korku ütopyasını farklı bir biçimde hayatlarımızda yaşıyoruz. günümüzde, bugün aslında bir nebze bu ütopyanın içerisindeyiz. sadece çiftler arasında düşünmeyelim bunu. örneğin iş hayatı! iş hayatındaki tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki hissetmiyorken hissediyor gibi oynamanın zorluğunu yaşıyoruz. üst yöneticimize, patronumuza normalde ağzına kürekle vurabileceğimiz anlarda o bilindik yapmacık gülümsemeyle onaylıyoruz. yavşak yavşak konuşmaların içinde nediyor lan bunlar derken onlardan biriymiş gibi davranıyoruz. belki sosyal hayatımızın içinde ne işim var lan burda deyip basıp gidebiliyoruz ama iş hayatında mecburi koşullar devreye girdiği için bunu yapamıyoruz. bu durum bir süre sonra ya o tarafa eviriyor insanı yada içten içe yiyip bitiriyor tüketiyor. evet bu durumda hissetmediğin halde hissediyormuş gibi oynamak karakteri sünger gibi emen geriye bir şey bırakmamacasına sömüren bir bela.

    ilişkilere gelecek olursak çeşitli sebeplerle hissediyorken hissetmiyor gibi davranmak zorunda kaldığınız zamanlar illaki olmuştur. adına platonik de, yasak aşk de, olmazlar var de ne dersen de. bu nasıl bir acı verir insana. görmek istersin göremezsin, sevmek istersin sevemezsin, gözünü kapatırsın oradadır, gece çökmesin istersin, yastığının bi tarafı hep ıslak. şu bildiğin kalp acısı durumları.

    hangisi daha zor?
    belki de biz, şu yaşadığımız sosyal hayat, dayatılanlar, öğretilenler başka bir toplumun korku ütopyasıyız. belki de distopyanın ta kendisiyiz.


    (uslanmazyazar - 27 Aralık 2015 02:22)

  • comment image

    uzun zamandır beklediğim, laleler yüzünden festivalde bilet bulamadığım, gösterime girince hemen gittiğim ve beğendiğim film. sonu biraz daha iyi olabilirdi belki, sürpriz olmadı, bu sonu bekliyordum ama belki bu son farklı bir şekilde anlatılabilirdi.

    aralara serpiştirilen kara mizah espriler hoştu.

    --- spoiler ---

    otelde tanışan ayakları aksayan çifte "sorunlarınızı aranızda kendiniz çözemezseniz size bir çocuk tahsis edilecek, her zaman işe yaramıştır" esprisi komikti.

    bir de "partilerde de yakınlaşmak yasak, o yüzden elektronik müzik çalıyoruz" esprisi.

    ---
    spoiler ---


    (theboyunderthewaterfall - 28 Aralık 2015 22:21)

  • comment image

    neden böyle tuhaf karakterlere hep mimarlık mesleğini veriyorlar diye düşündüren bir başka film. aşırı iyi, oldukça da tuhaf. beğenmeyenler beğenenlerden fazla olacaktır konu, işleyiş ve mizah alışılmışın baya dışında. ben aşırı güldüm, düşündüm de. hoşuma gitti epey. colin farrell'in masumaneliği oynayışı aşırı iyi yansımış ufak kızla diyaloğa girip tekme attığı sahnede ve film boyunca yüzündeki o ifadesizlik çok keyifliydi. in bruges'ten beri seviyorum ben bu adamı yav. yönetmenin de kafa hep böyleymiş diğer filmlerini de izleyeceğim yakın zamanda.


    (moseley - 3 Ocak 2016 14:51)

  • comment image

    çok ciddi evlilik eleştirisi yapan film aynı zamanda yalnızları da eleştiriyor diye düşünmeden gecemedim.

    --- spoiler ---

    yalnızların da kendi aralarında kuralları var. kimse bu kuralları çiğneyip dışına çıkamıyor. kendi içlerinde de birbirlerini yiyorlar.
    ---
    spoiler ---

    ayrıca:
    (bkz: büyülü gerçekçilik)


    (seylercikmazi - 3 Ocak 2016 15:03)

  • comment image

    batı toplumunun avrupa sineması özelinde bireyci ve postmodernist düşünce tarzının yansıması olan filmlerin bizim gibi premodern akla sahip toplumlarda cevap bulamayacağı fikrini savunagelmişimdir hep. her ne kadar herhangi bir beğeninin öznel olması ve filmi beğendim-beğenmedim noktasında ayrışmalara neden olması doğal olsa da senaryonun dayandığı distopya, bizim her gün karşılaştığımız olaylar, muhabbetler. o yüzden şaşırtıcı, etkileyici ve sarsıcı değil.

    genel olarak ise birinci bölüm ile ikinci bölümün kopuk görünüyor olması ikinci farklı ortama geçiş nedeniyle bence doğal fakat ikinci bölümden finale bağlanış olmamış.

    --- spoiler ---

    filmin 1.bölümü olarak addebileceğimiz otel sahnelerinde birbiriyle küçücük bir ortak nokta (ki gördüklerimiz de doğal ortak nokta değil, zorlama ve kandırmaca idi. güzel.) bulan iki insanın otel ahalisinin de katılımıyla otel müdiresi tarafından sahneye çıkartılıp bir seremoniyle gönderilmesi sekansları bildiğin bizdeki evlilik programı sahnesi. müdire yerine koy esra erol'u, iki tane de "bir çay içelim" diyen yenice birbirini görmüş aday. aynı sahne.

    2.bölümdeki yalnızlar müfrezesindeki "sevişmece yok, flört yok. mastürbasyon serbest. akıllı olun çükünüzü keserim." kafası zaten bizim toplumdaki mahalle baskısı, cinsel özgürlük kısıtı yahut ismine ne desek diyelim bu teranenin aynısı değil mi?

    şehirde çift ya da evli olmayanlara gösterilen tutum, aile ziyaretlerinde evlilik kutsamaları keza... 30'una henüz girmiş halen bekar biri olarak memlekete gidip mahallede beni gören adamın hoş beşten sonra 2. cümlesi "ne zaman evleniyosun :)" olurken çocukluğumu bilen az muzip amcalar teyzeler, "evlen gari len! buruşup gitcen deyyus!" diye tirad geçiyor. ayrılınca anıra anıra gülüyorsun falan.

    ---
    spoiler ---

    farklı, bilmediğimiz bir şey anlatmıyor film. "yönetmen burada, kadın-erkek ilişkileriyle, toplumun bireye uyguladığı baskıyı, faşizmi, şunu bunu hicvetmiş" dersen "daha geçen gün diyanet, nişanlılar birbiriyle çok sırnaşıp canımızı sıkmasın diye açıklama yaptı. sen değişik değişik ne konuşuyon" derim. yahu biz zaten o distopyanın içerisinde yaşıyoruz.


    (maresaldesaxe - 5 Ocak 2016 11:38)

  • comment image

    "tüm belâlar, yalnız kalma yeteneğimizin olmayışından gelir başımıza."

    o ufak dünyanın bir nebze içinde oldurtan film.


    (huzur izlanda - 8 Ocak 2016 09:46)

  • comment image

    david otele girerken tigerbalmı da yanına verdiler ya işte o an çok sevdim filmi.
    e tabii bir de "we all dance by ourselves, thats why we play electronic music" repliği var ki beni benden alan... siz söyleyin çok güzel bir hiciv değil de nedir o caaanım distopyada


    (mojobeton - 12 Ocak 2016 00:08)

  • comment image

    --- spoiler ---

    yalnızların faşizmi ile yalan erdemlerin pompalanması ile çiftleşmiş ailelerin faşizminin mikemmel tasviri. sorun çıkarsa yumuşamaları için verilen çocuktan, çiftini bulmak için yapılan dalaverelere kadar; benzerini her gün defalarca sıradan örneğini gördüğümüz ideal yaşam pompaları, pomp pomp diye yüzüme vurdu. "tam size göre" olduğunu düşündüğünüz adam gerçek bir hain ve alçak; sizi çok sevdiğini düşündüğünüz eşiniz ilk fırsatta sizi satıcak kadar korkak, yalnızlığından ölesiye korkan ödlekler bir başkasının hayatını karartacak kadar bencil olabiliyor. bütün örnekler yüzüme pomp sesiyle vurduğu için arada güldüm de. canım bence bu film bir şahane.
    ---
    spoiler ---


    (zvezda - 17 Ocak 2016 12:02)

  • comment image

    öncelikle şu 'sanat filmi severler' 'gişe filmi severler' muhabbetinden bıktık artık. bağımsız sinemaya bayılan sinemaseverler olarak çekilen her sanat filmini beğenmiyoruz herhalde. bakınız 68. cannes'da jüri büyük ödülü alan filmi (bkz: son of saul) filmekiminde izleyip sıkıntıdan patlamış ve hiç olmamış demiştim, hala inanamıyorum ödüle.

    gelelim the lobster'e. evet lanthimos'un (bkz: kynodontas)ı kadar çarpıcı olmamış ama yönetmen yine tarzını konuşturmuş. bu distopya işinde edebiyatta (bkz: george orwell) neyse sinemada lanthimos odur bence.

    senaryo başta çok etkileyici evet, ikinci distopik alemimizde başlangıçtaki heyecanı yakalayamıyoruz kopuk sahneler var ama bu durumun filmin genelinde büyük bir sorun yarattığını düşünmüyorum. görsel açıdan bir şölen olmasa da renkler,açılar oldukça iyiydi. müzik bir filmde duyguyu pekiştiren en önemli şeylerden biri bence ne yazık ki derdini görüntüyle veremeyen yönetmen ancak sık sık müzik kullanır görüşüne katılamıyorum, her ses kıvamındaydı dingding gerilim seslerine bayıldım. oyunculuklara da söyleyecek sözüm yok lanthimos'un da filmlerinde vazgeçemediği oyuncuları var,onları görmek hoştu.

    gelelim filmin konusuna; ünlü "bir şey hissetmediğin halde bir şey hissediyor gibi yapmak bir şey hissettiğin halde bir şey hissetmiyor gibi yapmaktan daha zor." repliğinin filmin her anına sirayet ettiğini görüyoruz. nitekim filmde duygular pek ön plana çıkmasa da kahramanımız ikinci distopik alemde daha mutlu eskisi kadar zor bir hayatı yok çünkü artık bir şeyler hissediyor. yönetmenin derdi yine aile,ilişkiler,ahlak,toplum olduğundan toplumsal dayatmalara dikkat çekiyor ve bu dayatmalara dayanamazsanız hayvan olursunuz diyor. evet filmde bir kara mizah da var ve bunu satır aralarında okumak güzel. yönetmen yer yer kynodontas'a göndermeler yapmış ve bunu filmden okuyabilmek insanı o an gülümsetiyor; kan,diş, gitar çalma anı...) neticede yönetmen soruyor: insanlar kendilerine benzeyen insanları mı sever? noksanlıklar ve fazlalıklar mı yalnızları bir araya getirir? sevmediğin biriyle bir hayat kurda kuşa yem olmaktan iyi midir?

    --- spoiler ---

    bu arada baştaki eşek öldürme sahnesinin filmin sonu gibi tartışmaya açık bırakıldığını düşünüyorum. kadın tek başına yolculuk yaparken bir çift eşek görüyor ve inip birini vuruyor üstelik arabadaki hallerinden kafasında hiç de böyle bir düşüncesi olmadığını hissediyoruz. 'yalnızlar çiftlere dayanamıyor' diyor belki bize yönetmen, bilemiyorum.
    ---
    spoiler ---


    (psychopis - 17 Ocak 2016 20:40)

  • comment image

    hayata dair şöyle bir alayı olduğunu düşündüğüm film:

    --- spoiler ---

    gerçek hayatta biri ile birlikte değilsek ne midilliye dönüşüyoruz, ne de şehirlerde yaşamamız yasaklanıyor. ancak buna rağmen sanki böyle bir tehdit varmışcasına o yalanlar o numaralar gündelik ilişkilerde extreme boyutlarda dönmeye devam ediyor. aslında bu hali ile film gerçek yaşamımızdan daha bile mantıklı. anca öyle bir distopik ortamda ilişkiler konusunda düzenbazlık ve biriyle olamamanın katlanılmazlığı mantıklı olabilirdi. sadece arkamızda yaşamımızı tehdit eden bir durum varsa hiç sevmediğimiz birini hayatımıza almak zorunda hissedip, onu orada tutmak için kendimizden uzaklaşmayı göze alabiliyor olmalıydık. bu konuda sağlam ve uyandırıcı bir eleştiri...

    ---
    spoiler ---

    ne plot twistler eski etkiyi uyandırabiliyor artık, ne de sınırları zorlayan konular....ama böyle tahmin edilemez bir bakış açısı sunabilen filmler; "nası ya!" dedittirebiliyor hala... yorgos lanthimos...akım olmalı senin tarzın!


    (bitmeyenmandalin - 20 Ocak 2016 03:10)

  • comment image

    benim sanat filimlerine olan ilgimi arttıran film. öncelikle gerçekten verdiği mesajların yanında bu mesajları çok komik bir üslupla doğrudan yüzümüze vuruyor olması filmi güzel yapan şey. ilişkileri ikili bir ütopya içinde anlatıyor bence.
    --- spoiler ---
    filmi bence iki kısıma ayırmak gerekiyor. öncelikle bir eş aradığı kısım ve kaçtıktan sonraki kısım olarak. herkes bir distopya olduğunu kabul ediyor filmin ama bence bu film iki ayrı distopyanın buluşması gibi. filmin seyri ve bakış açıları otelden kurtuldan sonra çok değişiyor ve başka bir perspektiften izlemeye başlıyoruz filmi tamamen.

    beni filmde en çok etkiliyen ve aynı zamanda güldüren şey herkesin ilişki yaşarken bunu ortak sahip olunan belirli özelliklere dayandırması oldu. yani gerçekten de çok güzel bir eleştiri bence çünkü "gerçekten bir ilişkiyi güzel yapan şey ortak yönlerimiz mi gerçekten yoksa ilişki içindeki sorumluluklarımızı yerine getirebilmek mi acaba? "sorusunu sormama sebep oldu. neden hep bize benzeyen ortak yönlerimiz olduğu insanları ararız ki bunlar zamanla düzelebilcek aşılabilecek şeyler aslında.

    en çok güldüğüm sahne duygusuz kadının boğulduğu ve adamın müdahale etmediği sahnedir. gerçekten inanılmaz komikti.

    filmdeki detayları tartışarak bitirmek imkansız . buna çok güzel bir örnek verilmesi gerekirse. otele girerken bütün giysilerin ve eşyaların alınıyor olmasıydı. otel yönetimi giydiriyordu herkesi ve bu aslında bir yandan hem çağımızdaki güzellik algısına uymak zorundalığına bir göndermeyken bir yandan da bir ilişki için insanların kendi benliklerinden ,yani kendisini tanımlayan ve diğer bütün insanlardan faklı yapan şeylerin, bir ilişkiye sahip olabilmek ve birini etkileyebilmek uğruna kolayca yok edilebilecek şeyler olduğunu da söylüyor bence.

    ---
    spoiler ---

    özetle film bir sürü metafor ve göndermeyle doluydu. bunları saymak anlatmak için gerçekten sayfalarca yazı yazıyor olmak gerekiyor. adam zaten dünyadaki işlenebilecek en detaylı ve en önemli konulardan birini işlediği için ve bunu sanatın dilini kullanarak gözümüze soktuğu için konuşacağımız şeylerin sayısı inanılmaz çoklaşıyor.

    bu filmden sonra dogtooth filmini de izledim aynı yönetmenin. bu film kadar olmasa da bir çok gönderme içeren başarılı bir yapıt olduğunu düşünüyorum. içimdeki sanat filmi aşkı bir şekilde filizlendi. bu filmlere benzeyen veya benzemeyen film önerileriniz varsa gerçekten öğrenmek isterim yeşillendirin.


    (paco de turco - 23 Ocak 2016 00:08)

  • comment image

    --- spoiler ---

    insanın hissetmediği hâlde hissediyor gibi davranması, hissettiği hâlde hissetmiyor gibi davranmasından daha zor
    ---
    spoiler ---

    en akılda kalan spoiler'ı yukarıda verilmiş olan filmdir.


    (ge ji kai - 3 Mart 2016 18:14)

  • comment image

    kynodontasfilminden tanıdığım yunan yönetmenin kafkaesk tarzda yazıp çektiği distopik bir film. konusu kynodontas gibi orijinal.

    --- spoiler ---

    filmin evreninde yalnızlara yer yok mottosu bulunmakta. yorgos lanthimos filmi denilince akla plato'nun mağara metaforu gelmeli. ama yorgos'ûn yorumuyla. evrenini hakikatin olmadığı şekilde kurguluyor çünkü. istakoz'da özellikle colin farrell şehre(mağaranın dışına) gittiğinde, otele kayıt olduğunda her şey o kadar gerçeğe uygun ki kimse paniklemiyor, karakterler sırıtmıyor. yorgos'un mağarası, elleri kolları bağlı şekilde arkadan yakılan ateşten gördükleri yansımalarla yaşayan insanların dünyasından ibaret. filmin başlangıcındaki elin kemere bağlama sahnesiyle bunun ima edildiği çıkarılabilir.

    gelgelelim yorgos'un empati anlayışına. filmlerinde sıklıkla kullanıyor bu yöntemi, öyle iğrenç fikirler ortaya atıyor ki sahneyi görmeseniz bile tüyleriniz diken diken oluyor. bu filmde de pek çok yerde kullanılmış bu tip sahneler, özellikle kızıl öpücük sahnesinde*.

    genel olarak film izleyiciye umutsuzluk vaat ediyor, kafka romanları gibi. çıkış kapısı kapalı. her an diyorsunuz "hadi kaçın şehre", ama şehirde ne bekliyor kahramanları? mutluluk mu: pek zannetmiyorum. dava romanındaki bekçi'yi kısaca hatırlarsak: :

    yasanın önünde bir kapı bekçisi durur. taşralı bir adam, bu bekçiye gelir ve ondan kendisini içeri bırakmasını rica eder. ancak bekçi, onun yasanın içine girmesine şimdi izin veremeyeceğini söyler. adam düşünür ve daha sonra girip giremeyeceğini sorar. ‘olabilir,’ der bekçi, ‘ama şimdi giremezsin.’ yasaya açılan kapı her zamanki gibi açık durduğundan ve bekçi yana çekildiğinden, adam kapıdan içerisini görebilmek için eğilir. kapı bekçisi bunu fark edince güler ve şöyle der: ‘sana bu kadar çekici geliyorsa eğer, yasağıma karşın içeri girmeyi dene. ancak şunu bil ki, ben çok güçlüyüm. ve ben sadece en alt derecedeki kapı bekçisiyim. oysa içeride, salonları bekleyen kapı bekçilerinin her biri ötekinden daha güçlüdür. üçüncü bekçinin görünüşüne ben bile dayanamam.’ taşradan gelen adam böyle güçlüklerle karşılaşmayı beklememiştir, yasa herkese ve her zaman açık olmalıdır, diye düşünmektedir, ancak uzun ve sivri burnuyla, ince kıllı, uzun ve siyah tatar sakalıyla, kürk paltolu bekçiye daha bir dikkatli bakınca, içeri girme iznini alana kadar beklemeye karar verir. bekçi ona bir tabure verip kapının yan tarafına oturtur. adam orada günlerce ve yıllarca oturur. içeri girmek için pek çok girişimde bulunur ve ricalarıyla bekçiyi yorar. bekçi onu sık sık küçük sorgulamalardan geçirir, ona vatanına ve daha bir sürü şeye ilişkin sorular sorar, ancak bunlar, efendilerin sordukları türden ilgisiz sorulardır ve sonunda adama hep kendisini daha içeri bırakamayacağını söyler. yolculuğu için iyi hazırlanıp yanına epey bir şeyler almış olan adam, bekçiyi rüşvet yoluyla elde edebilmek için değerine bakmadan her şeyini kullanır. adam gerçi hepsini alır, ancak alırken de şöyle der: ‘bunu sadece bir fırsat kaçırdığına inanmayasın diye alıyorum.’ yıllar boyunca adam, gözlerini bekçiden neredeyse hiç ayırmaz. bu arada öteki kapı bekçilerini unutur ve bu ilk bekçi, ona yasaya girmesinin tek engeli gibi gözükür. bu talihsiz rastlantıya lanet eder, ilk yıllarda bunu yüksek sesle dile getirir, yaşlandığında ise sadece kendi kendine homurdanmaya başlar. bir çocuk gibi olur ve yıllar boyunca bekçiyi incelerken onun kürkünün yakasındaki pireleri de gördüğünden, pirelerden de ona yardımcı olmalarını ve bekçinin fikrini eğiştirmelerini rica eder. sonunda gözleri zayıflar ve gerçekte çevresinin mi karardığını, yoksa gözlerinin mi kendisini aldattığını bilemez olur. ama karanlıkta yasanın kapısından dışarıya gölgelenmesi olanaksız bir biçimde vuran parıltıyı çok iyi seçer. artık yaşamının da sonuna gelmiştir. ölmezden önce bütün o zaman boyunca edinmiş olduğu deneyimler kafasının içinde, o güne kadar kapı bekçisine henüz hiç yöneltmediği bir soruda birleşir. katılaşmış olan bedenini doğrultamadığından, eliyle bekçiyi yanına çağırır. bekçi ona doğru iyice eğilmek zorundadır, çünkü bedenlerinin orantıları adamın aleyhine olmak üzere çok değişmiştir. ‘hâlâ neyi bilmek istiyorsun?’ diye sorar bekçi. ‘bir türlü doymak bilmiyorsun.’ adam, ‘herkes yasaya göre ölüyor,’ der, ‘ama nasıl oldu da, bunca yıl boyunca benden başka kimse giriş izni istemedi?’ kapı bekçisi, adamın sonunun geldiğini anlar ve tükenmek üzere olan işitme duyusuna kendini duyurabilmek için bağırır: ‘burada başka kimse girme izni alamazdı, çünkü bu kapı yalnızca senin için öngörülmüştü. şimdi o kapıyı kapatmaya gidiyorum.’”

    burada kafka'dan farkı yorgos'un yasasını birey için belirlemiyor, tüm hikayesini bütün toplum için belirliyor. ve o kadar gerçekçi bir kurguda ilerliyor ki hikaye... 1984'teki 2+2=5 gerçekliğinden şüphe duyulmadığı gibi, filmde de yalnızlığın sonucunda hayvana dönüştürüleceğinize şüphe duymuyorsunuz. ancak, buradaki en önemli nüans ve yönetmen açıklamazsa kimsenin bilemeyeceği aslında analiz için çok da önemli olmayan kısım şudur: filmin kurgusunun baştan aşağı alegori mi; yoksa yaratılmış gerçeklik mi olduğu konusudur.

    filmin ilginç noktalarına gelelim. çift olmak için ortak noktanızın olması gerekiyor, colin farrell da bunun için filmin sonunda kendini kör etmeyi göze alıyor. oysa sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir şarkı sözleri yankılanıyor bu sahnelerde ya da fon olarak çalsa çok güzel olurdu. ayrıca çiftlerin arasında kavga olduğunda onlara çocuk atanması da ayrı bir kinaye. filmdeki bazı sahneler öyle yapay ki, kötü oyunculuk mu; yoksa köpek dişi filmindeki gibi yönetmenin tercihi mi anlamak biraz güç. şahsen yönetmenin tercihi olduğunu düşünüyorum. çünkü karakterlerin içerisinde ruh yok. muhtemelen yorgos içerisinde yaşadığımız toplumun içerisinde de ruhun öldüğünü düşünüyordur. kartezyen aklın bizi getirdiği yerdir belki de bu toplum dizaynı. aşk üzerinde bu kadar kafa yorması ve cinsellik ile aşkın arasındaki diyalektiğin ruhu oluşturduğunu izlediğim iki filmde de yorgos'un ima etmesi bana bunları düşündürdü. tinsel olan ile cinsel olan arasındaki diyalektiğin tezahürü olarak mı insan ve toplum olabiliyoruz sayın yorgos? kendi adıma buna evet diyorum. freud'u burada onaylayıcı olarak kullanabiliriz, çünkü uygarlığın huzursuzluğunda benzer bir durumdan bahsediyor. uygar olmamızın koşulu bastırılmış cinsel güdülerdir diyor. filme dönersek uygar toplum, olabildiğine kapitalist toplum; örnek olarak colin'in sevgilisi olan kadın şehre gittiğinde ilk iş olarak bornoz alacağını söylüyor, cinsellik ile tinsellik arasındaki bağı nakde çevirerek ruhu öldürmüştür.

    yukarıdaki argümantasyonu ilerletecek olursam, toplumun ruhunu evvela baskılayan daha sonrasında öldüren "şey" cinselliğin aşktan koparılmasıdır. buna ek bir perspektif eklersek cinselliğin ve doğrudan yaşamın sanallaştırılması diyebiliriz. çünkü, günümüzde reel olan ne varsa karşılığı boşalıyor. her şey alınır satılabilir bir meta haline geliyor ve marx'ın deyimiyle katı olan her şey buharlaşıyor. sözgelimi sevgiliniz var, daha iyisini 75 kuruş farkla almak istemez misiniz deniliyor size her yerde: dizilerde, filmlerde, reklamlarda, kıyafet aldığınız mağazalarda... yaratılmış algıların bilinç dışımızı şekillendirdiğinin farkında olmadan gündelik yaşamda yaşıyoruz. bunun sonucu olarak ortaya çıkan durum son moda filmlerde ve dizilerde olduğu gibi distopik olması ise kaçınılmaz. cinsellik tinsellik arasındaki bağlama geri dönelim. normalde, yani doğallığında, cinsellik ile tinsellik arasında görsel bir bağ yoktur. islami kültürde ve muhafazakar tüm toplumlarda cinsel ilişki eşlerin birbirini görmeden, "edep"li şekilde yapılır. burada bu tarzı savunma niyetinde değilim, sadece bir noktanın altını çizmek istiyorum. cinselliğin doğasında görsel harekete geçiren uyaranlar bulunmaz, zaten olayın kendi mekaniğinde buna ihtiyaç olmaz. ama toplum determinist anlamda ilerledikçe, her şeyin satılabilir bir meta haline dönüşmesi gerektiğinden belki de, cinselliğin özü bağlamında koparılmıştır. baudrillard'cı anlamda simulasyonlar simularkları alt ederek hiper gerçeklik olmuştur. baudrillard'ın örneğiyle: bir kişi sudan iç savaşı ile tuvalet kağıdı reklamı arasında bir kumanda tuşu kadar uzaktır ve bu eylemlerin ikisi de televizyon izleyicisinde hemen aynı duyguları uyandırır. daha net örneklendirelim: izlenilen pornografik bir film, bakılan bir fotoğraf reel cinsel ilişkiden bireye daha fazla zevk verir hale geldiğinde işte bu filmde kendinizi bulmuşsunuz demektir. bu bağlamda ruhtan koparılmanın kendisinin bir tedavisinin olduğunu söylemek güç. toplum treninde bir sonraki istasyonda hiçbir zaman inemezsiniz. filmin evreninde olduğu gibi, şehre gittiğinizde de kurtuluş olmayacaktır. çünkü kurtuluş sistemin kendisi tarafından kendi lehine dönüştürülebilen bir araç olmuştur. matrix'in sonunda buna ufak bir romantizm eklenir; ama nice neo'lar sistemin devranını döndürmüştür.

    sonuç olarak güzel film, onlarca analize gebe.

    ---
    spoiler ---


    (gunner23 - 25 Nisan 2016 01:34)

Yorum Kaynak Link : the lobster