Süre                : 1 Saat 30 dakika
Çıkış Tarihi     : 20 Ocak 1966 Perşembe, Yapım Yılı : 1966
Türü                : Komedi,Aile,Gizemli,Romantik
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Universal Pictures
Yönetmen       : Alan Rafkin (IMDB)(ekşi)
Senarist          : James Fritzell (IMDB),Everett Greenbaum (IMDB),Andy Griffith (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Don Knotts (IMDB), Joan Staley (IMDB)(ekşi), Liam Redmond (IMDB), Dick Sargent (IMDB)(ekşi), Skip Homeier (IMDB), Reta Shaw (IMDB)(ekşi), Lurene Tuttle (IMDB), Philip Ober (IMDB), Harry Hickox (IMDB), Charles Lane (IMDB), Jesslyn Fax (IMDB), Nydia Westman (IMDB), George Chandler (IMDB), Robert Cornthwaite (IMDB), Jim Begg (IMDB), Sandra Gould (IMDB), James Millhollin (IMDB), Cliff Norton (IMDB), Ellen Corby (IMDB), Jim Boles (IMDB), Phil Arnold (IMDB), Rand Barker (IMDB), Jimmy Bracken (IMDB), Ralph Brooks (IMDB), Ceil Cabot (IMDB), Jack Carol (IMDB), Al Checco (IMDB), Ella Edwards (IMDB), Herbie Faye (IMDB), Lillian Field (IMDB), Joan Granville (IMDB), Everett Greenbaum (IMDB), Harry Hines (IMDB), Bern Hoffman (IMDB), Adair Jameson (IMDB), Roy Johnson (IMDB), Dorothy Keller (IMDB), Lee Krieger (IMDB), Florence Lake (IMDB), Gerry Lock (IMDB) >>devamı>>

The Ghost and Mr. Chicken (~ 7 giorni di fifa) ' Filminin Konusu :
The Ghost and Mr. Chicken is a movie starring Don Knotts, Joan Staley, and Liam Redmond. Luther Heggs aspires to be a reporter for his small town newspaper, the Rachel Courier Express. He gets his big break when the editor asks him...


  • "diger adiyla;''i've been dating since i was 15. i'm exhausted. where is he?''"
  • "samanthanin her bolumdeki replikleri insani cileden cikariosamantha carriei arar-honey i am so fucked.-what happened? you ok?- no i mean literrally, i am so fucked."
  • ""men cheat for the same reason that dogs lick their balls... because they can." der samantha."




Facebook Yorumları
  • comment image

    "şu dünyada daha seyretmeden antipati yaratan dizi hangisidir" sorusunun cevabı.

    dört tane kendi hayatına hükmedebilen kadının erkekleri parmaklarında oynatıp, seçmece karpuz gibi deneyip beğenmediklerini attıkları bi konsept daha ilk elden erkek seyircinin nefretini kazanıyor. erkekler, güçlü ve kendi istediklerini yapan kadın imajını kabullenemiyor, kadınlar erkeklerin muhtaciyedindeki varlıklar olarak resmedildikleri müddetçe onlara sempati besleyebiliyorlar. satc (sex and the city), daha konseptiyle bile erkekleri itiyor kendisinden.

    peki seyrettikten sonra ne oluyor. halt etmişiz onu anlıyoruz. değil antipati, dizi tarihinin en keyifli, en komik, en dolu dolu, en şirin dizilerinden birine gereksiz yere mesafeli yaklaşmış olduğumuzu fark ediyoruz. o antipati yerini sevgiye, bazen -ya da sıklıkla- hayıflanmalara bırakıyor yerini.

    öncelikle bi iki haksız suçlamaya cevap verilmeli hakkındaki. dizideki karakterler sürekli buluşup erkekleri, ilişkileri konuşup duruyorlar, hiç mi başka mevzu yok, bu kadar mı boş bu insanlar.

    değiller efendim. dikkat edin her bölümde bazen haftalarla ifade edilebilecek keskin geçişler yaşanıyor. carrie “bi hafta sonra” lafını çok kullanıyor dizinin hikayesini anlatırken. o zaman esnasında bu kadınlar hiç mi buluşmadılar, hiç mi konuşmadılar, hiç mi başka işlerle meşgul olmadılar.. miranda avukat, peki onun hiç bi dava hikayesini seyrettik mi, herhangi bi gün mahkeme salonunda gördük mü.. hayır. charlotte koskoca serginin direktörü, sanatla içiçe bi kadın. doğrudüzgün sanat üstüne konuşmalarını dinlemişliğimiz var mı.. samantha iş kadını, ama işiyle ilgili neredeyse hiç bi hikaye dizide yer almıyor.

    çünkü dizinin adı satc.. burada bi seçicilik ve seçtiği şeyi ekrana getirme eylemi söz konusu. bu kadınların sadece sex ve erkek konuları üstüne olan konuşmaları ve hikayeleri dizinin konusu zaten. carrie’nin dizinin anlatıcısı olması, onun işinin ilişkiler üstüne bi gazetede yazı yazmak olması, her bölümün bu yazılardan birinin ana fikri üstüne gelişmesi zaten dizinin seçtiği bi yol. bu kadınlar moron değiller, tek mevzuları da erkek mevzusu değil. ama biz sadece bunu seyrediyoruz.

    seyretmeden önce o antipatiyi erkek seyircide uyandıran en büyük yanlış anlama, bu dizinin güçlü kadın karakterler ve onların erkek denemeleri üstüne olduğu, erkeklerin dizide pasif ve nesne olarak yer aldıklarıydı. yanlış anlama diyorum çünkü aslında dizi hiç de bu sanrıyı haklı çıkarmıyor. tam tersine dizideki kadınlar güçlü falan değiller. erkek denemelerinin hiçbirinde erkekleri basit ve kullanıp atılabilir objeler olarak görmüyorlar, onları bağlanabilmek için bi sığınak olarak görüyor, kimi zaman öküzvari tavırlar içine giren erkeklere bile ikinci şanslar verip, mantıklarını ikinci plana atarak duygularıyla hareket ediyorlar.

    dizideki erkekler, kadınlardan hem daha güçlüler hem de daha şanslılar. işte bizim memleketten bi seyircinin bu diziyi seyrederkenki en büyük hayıflanması da dizideki erkeklerin konumlarından kaynaklanıyor.

    bi kere dizide kadınlar erkeklerle tanışmak konusunda ne kadar açık ve özgür davranırlarsa bu onların özgür ve güçlü olmalarından başka bi şeyi daha gösteriyor. o da bu dizideki erkeklerin bi kadınla tanışmak için bizim yaşadığımız sıkıntıları neredeyse hiç çekmiyor olmaları. sokakta zar zor taşıdığı bi eşyasına yardım ettiğiniz kadın arkasına bakmadan hızlı hızlı kaçıyor sizden burada, oysa bu dizide insanlar birbirleriyle iki merhaba ile konuşmaya başlıyorlar. hatta konuşmaları bazen bu kadınlar başlatıyor, fazla konuşurlarsa erkek kaçıyor (oha lan satürn’de mi geçiyor bu hikayeler).

    ilişkilerde de güçler eşit. ilişki esnasında erkek, zar zor bi ilişki buldum, ne kadar kötü olursa olsun devam ettireyim demiyor, tam tersine taviz veren hep kadınlar. erkekler kendilerini mutlu hissetmedikleri anda çekip gidebiliyor ve bunun acısını bu kadınlar çekiyor. miranda bi bölümde manhattan’daki erkek/kadın oranının erkekler lehine inanılmaz sayılarda olduğunu söylüyor ve yakınıyordu. steve gibi otuzunu çoktan geçmiş, henüz kendi işi olmayan, züğürt bi adamın bile bi ilişkisi bittiği anda kısa zamanda peşinden koşabilecek sayısız kız bulmasını -ki yakıışıklı falan da değil ha- bu haksız orana bağlıyordu.

    peki dizide hiç mi kaybeden erkek yok. olmaz mı.. skipper. sadece ilk sezonda gördüğümüz bu kaybeden adam bizim memleketin standartlarında son derece şanslı biri oysa. dizide yakındığı şey sevgililerinin sürekli kendisini terk etmeleri, onu iyi bi arkadaş olarak görmeye başlamaları. bakın farkı görebiliyor musunuz, kadınların onu reddetmesi değil, terk etmeleri.. oranın kaybedeni bile kadınlar tarafından verilen şansı kullanamazsa ancak kaybeden oluyor. daha en baştan “ben seni arkadaş gibi görüyorum” lafıyla muhatap olmuyor yani.

    dizideki erkekler o kadar şanslı ki, steve ile miranda daha ilk gecelerinden sonra steve giderken miranda’ya onu arayacağını söylediğinde miranda ona boş yere söz vermemesi gerektiğini söylüyor, kendisini aramasa bile sorun yapmayacağını ifade ediyor. bölüm boyunca steve miranda’yı onunla beraber olmak istediğine dair ikna etmeye çalışıyor. bırak iknayı, o beraberliği sağlamadan bi kadınla bi şey yaşayabilir misin burada.. mümkün değil.

    dizi hakkında daha pek çok şey yazılır ama şimdilik bu kadarla yetineyim. bütün antipatinizi bi kenara atın, sadece arada bi, ah ulan orada yaşamak vardı anasını satiyim hayıflanmalarına katlanabilecekseniz -ki katlanılır- son derece eğlenceli ve komik bu diziye bi şans verin derim. sonra bana teşekkür etmezseniz adam değilim.


    (brick top - 3 Aralık 2007 22:41)

  • comment image

    aslında hakkında yazacaklarımı bitirdim sanıyordum ama brezza hanımla mesajlaşırken bana gözümden kaçan bi şeyi hatırlattı ve filmini seyredene kadar hakkında son bi entry daha yazmam için bana ilham verdi. gerçi hep aynı şeyi yazıyorum aslında, anafikir hep aynı, dizideki dünya ile bizim yaşadığımız gerçekliğin kıyaslaması ve yaşadığımız dezavantajlar için içinde bulunduğumuz sosyal yapıya sitem. bu seferki de sanki çok farklı olmayacak gibi.

    konu bu sefer biraz klişe, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları ve bunun onların ilişki seçimlerine etkisi üzerine laflayacağım. öncelikle öyle amazonlar falan gibi istisnai oluşumları bi kenara atarsanız tüm dünya tarihinin birbirine benzer şekilde ataerkil olarak şekillendiğini görürüz. kadınların iş dünyasına dahil olmaları falan anca son yüzyılda gerçekleşmiş bi olay. amerika da aslında benzer bi tarihe sahip ve bugün için hala o ataerkil kalıntıları yaşıyor. bunu dizideki iki örnekte de görebiliyoruz. biri steve-miranda ilişkisinde, diğeri carrie-berger ilişkisinde.

    miranda steve ile tanıştığında steve paçoz bi barmen, miranda ise gelir düzeyi iyi bi avukat. başlangıçta ilişkileri sorunsuz giderken zamanla steve bunu sorun yapmaya başlıyor. hele miranda onun parası yetmeyen bi takım elbiseyi steve’e aldığında artık steve daha fazla dayanamıyor ve erkeklik gururuna bunu yediremediği için miranda’dan ayrılıyor. daha sonra tekrar birleştiklerinde ise steve nispeten daha iyi bi ekonomik düzeyde zaten.

    diğerinde berger carrie’nin kendisinden fazla kazanmasını, daha başarılı olmasını bi türlü hazmedemiyor. ve o da carrie’den ayrılıyor. dizideki amerikan erkekleri hala tarihsel erkek egemen tavırlardan tamamen kurtulmuş değiller ve sevgililerinin kendilerinden daha fazla kazanmalarını kendilerine yediremeyip onlardan ayrılma yoluna gidiyorlar.

    sonunda dizideki dünyayla bizim yaşadığımız yerin bi benzerliğini buldum gibi.. öyle sanın.

    şu iki örnekte ortak olan şey nedir. ikisinde de bu durumu sorun yapan erkekler. ne miranda ne carrie sevgililerinin daha başarısız olmalarını en ufak bi sorun haline getirmiyorlar. arkadaşlarıyla olan özel muhabbetlerinde onların daha başarılı olmaları isteğine dair, ya da daha güçlü ekonomik düzeylere sahip olmaları isteğine dair en ufak bi laf etmiyorlar. kadınlar sorun etmiyor, erkekler maço gururlarına yediremiyorlar bu durumu.

    hatta steve miranda’dan ayrılırken miranda ağlıyor ve steve’e, “beni başarılı olduğum için mi cezalandırıyorsun” diyor. miranda istemiyor steve’in ayrılmasını. bu ataerkil düşünce kalıntısının bu kadınlarda esamesi bile yok.

    işte bizimle farkı bu. bizim erkeklerin erkeklik gururları elbette ki daha üstte ama kadınlarımızda durum farklı mı sanki. tam tersine bizim kadınlarımızın bu erkek egemen fikirleri son derece benimsediği bi ülkede yaşıyoruz. kadınlarımız erkeklerin güçlü ekonomik düzeyleri olmasını o kadar önemsiyorlar ki, hatta bazen ilk sıraya bile bunu koyuyorlar. bu satırları, hayatında en az iki farklı insandan “brick, benim şöyle şöyle hayallerim var ama sen ……” şeklindeki cümleleri birebir duymuş bi züğürt olarak yazıyorum. bu ataerkil kalıntılar bende yok ama ne fayda, kızlarımızda varlar hala.

    ha bu arada genel bi kanı var toplumda, kadının zengin erkek seçmesi kötüleniyor. buraya kadar yazdıklarımdan benim de aynı fikirde olduğumu sanmışsınızdır belki. hayır, tam tersine bu durumu evrimsel gerçeklerle ilişkilendirip mantıklı bile buluyorum. şöyle ki,

    insan denen canlının diğer canlılarda olduğu gibi en büyük amacı varlığını sürdürmek ve neslini sağlıklı devam ettirmektir. bu içgüdü kadınlarda çok güçlüdür. bu yüzden erkek seçerken ondan alacağı genetik özellikler ve çocuklarının sağlıklı yetişeceği güvencesini arar. hayvanlarda bu, erkek hayvanın ne kadar güçlü olduğuyla sınırlıdır. bazı örümcek türlerinde dişiler, erkek örümceğin kendisine sinek avlayıp getirmesi üstüne erkekle çiftleşirler. bunun manası, erkeğin dişiye, ben iyi bi avcıyım, benden olacak yavruların da benim bu özelliğimi alacaklar demektir.

    o yüzden zengin bi adam o kişiden olacak çocukların sağlıklı yetişmesinin bi nevi garantisidir. bu yüzden kadınların paraya önem vermeleri aşağılanacak bi şey değildir. mantıklıdır ve geçerlidir. peki bu dizide neden böyle değil. neden miranda steve gibi bi çulsuzla beraber olmayı hiç sorun etmiyor. neden carrie berger’la ayrılmak istemiyor..

    cevabı biliyorsunuz, çünkü bu kadınların erkeklerin ekonomik güçlerine ihtiyaçları yok artık. çocuklarını kendi imkanlarıyla sağlıklı yetiştireceklerinin bilincinde olduktan sonra artık sevgili seçerken onun ekonomik gücüne bakmıyorlar. diğer kıstaslar ön plana alınıyor. genetik yapısı, vücudunun simetrisi, zekası (en kolay ölçüt espri gücü oluyor) vb.

    bu dizideki kadınlar bu evrimsel şartlanmayı kırmışlar işte. ve eğer karşılarına erkeklik gururunu yok etmiş, kendilerinden daha az kazanan biri çıkarsa mutlu bi beraberlik yapmalarının önünde hiç bi engel yok.

    işte bunun hayalini kuruyorum ben de. ekonomik bağımsızlıklarını kazanmış, bu sayede erkekleri onlara dayanacak para kaynakları olarak görmeden sevgili seçen kadınların olduğu bi dünya. ah ulan ah… sayısal kuponumu yatırayım bari. bu sosyal değişimin bizim ülkede olması hayal olduğuna göre son umudum sayısal mnkym…


    (brick top - 8 Aralık 2007 16:36)

  • comment image

    her seyreden ve seven kadının bir nişantaşı kadını olduğunu sananların fena yanıldığı dizi. bu dizinin kadınların kalbini çalmasının güzel ayakaplar ve kıyafetlerden başka üç nedeni daha vardır: birincisi kadın erkek ilişkilerine dair fevkalade insightlar barındırması, ikincisi ise carrie bradshaw karakteridir. carrie kadınların sevdiği nadir kadınlardan biridir bu televizyon aleminde. üstelik de düşünceli, fedakar, anlayışlı falan değil, tersine bencil, zaman zaman çıkarcı ve ziyadesiyle uyanıktır. bunun yanında çokca eğlenceli, komik ve neşeli bir dalgacı davuttur. carrie bradshaw knows good sex dense de, dizide hemen hemen hiç çıplak görünmeyen tek karakterdir, sevgilisini aldatır, yalan söyler, hata yapar, saçma sapan davranır ama alttan alta hep tadını çıkarır yaptıklarının, kadın olmaktan o kadar memnundur ki, çoğu kadının unutmaya mecbur kaldığı ''kadınlığını sevme'' durumunu hatırlatır. diğer karakterlerin de yardımıyla (ki diğerleri carrie'ye göre daha karikatürize tiplerdir), kadınlar için tabu olmuş, iç sıkan durumlar dizide hafifler ve kolaylaşır.
    işte bundan öttüürrü, ister doğu alman gülleci, ister nişantaşı müdavimi, isterse kitap kurdu olsun, bütün kadınların bayıldığı kadındır carrie. tatlı bir faantaazidir. yoksa hiçbir kadın 6 sezon süren bir diziyi sırf aa bakem ne giymiş diye seyretmez.

    üçüncü nedenimize gelirsek -ki işin sırrı buradadır- o da gay senaristler tarafından yazılıyor olmasıdır, olmayana ergidir.


    (ruprect - 15 Mart 2009 18:01)

  • comment image

    seviyorum arkadaş, bence televizyon tarihinin six feet under ile beraber en başarılı dizisidir bu. beğenmeyenler için gerçekten üzgünüm, ama arka arkaya ex and the city ile i love new york bölümünü izleyince anladım ki, bir insanın hayatında olmanın ne kadar karmaşık, ne kadar çok değişkene bağlı ve ne kadar güzel olduğunu, 1 saatte hiçkimsenin yapamayacağı açıklıkla anlatır.
    kimse derdimden anlamazken carrie bradshaw anladı, bildi nasıl bir şeydir büyük şehirlerde yalnız olmak, yapayalnız olmak, neden ben diye sormak kendi kendine, neden ben değil demek. bir carrie bradshaw bilir sevdiğiniz erkeğin saçını düzeltip "your girl is lovely hubbell" demenin, dünyanın en onurlu işi olduğunu.
    yine, gecenin bir vakti, bir starbucksta oturup olan biteni konuşmak için bileklerinizi keseceğiniz arkadaşlarınızın kilometrelerce uzakta kaldığını hatırlatır, ağlatır sonra.


    (daughtear - 26 Mart 2009 01:39)

  • comment image

    yunus günce adlı meşhur bu dizi için...

    "one night stand kültürüne ağırlık verilmesini istiyorum. sex and the city ne kadar izlenirse o kadar rahat ederiz. bu yüzden sex and the city'nin tekrar yayına girmesini istiyorum."

    ...demişti.

    abazanlığını orijinal bir şekilde anlatan erkek ise "benim niye aklıma gelmedi lan bu?" diye ayaklanmıştı.

    aslında sex and the city 4 kadının "am, göt, sik, meme" hayatını anlatan bir diziyken, türkiye'de böyle görevler yüklenmişti sırtına. bu yüzden, nasıl olduysa oldu, bir dönem cine 5'in amiral gemisiydi. cine 5'in ilk 2 dakikasını şifresiz vermesi sebebiyle, sadece o ilk 2 dakika izlenebiliyordu ama olsundu.

    neyse bu dizide carrie bradshaw diye bir karakter vardı. ya ayşe arman'ı izleyip o karakteri yazdılar, ya da ayşe arman bu karakteri izleyip kendi kariyerini bu yönde şekillendirdi. üçüncü bir seçenek yok. böyle bir benzerlik yok zira.


    (uhc - 3 Ağustos 2011 10:23)

  • comment image

    esprilerinin anlaşılması için çok iyi bir ingilizce ve amerikan tarzı hayatı tanıyor olmanız gerekir.

    ''abi, dört kadın abazan muhabbeti yapıyor, başka bir şey yok'' denmesinin nedeni de bu çoğu zaman; sen o kadarını anlayabiliyorsun.


    (stratejisizsiniz - 8 Ağustos 2011 10:36)

  • comment image

    öküzün tekini aklıma getiren film.

    yıl : 2010
    yer : cinaebonus balçova kipa

    bir arkadaşla beraber date night adlı filme gitmiştik. 10 dakika ara oldu, patlamış mısır almak için büfeye yöneldik. bu arada sex and the city 2 filminin de arası olmuştu. bu filmden çıkanlardan biri de 45 yaşlarında bir adamdı. o da büfeye yöneldi :

    adam : bu filme de girdim ama sıkıldım...
    büfeci kız : ne istemiştiniz?
    adam : kola alıyım... ya hiç beklediğim gibi çıkmadı film...
    büfeci kız : buyrun kola ( hiç sallamıyor ve bıkkın bir ifadeyle )
    adam : kaç para bu?
    büfeci kız : 3 lira...
    adam : o ne ya? kalsın... filmden hoşlanmadım zaten, beklediğim gibi değil... senin adın ne?
    büfeci kız : başka istediğiniz bişey var mı?
    adam : yok... güzelsin çok... adın ne senin?

    kız yüzünü buruşturarak yan taraftaki 2 kıza dönüp "buyrun" der. adam da o kızlara döner :

    adam : selam kızlar. siz de bu filmde misiniz?
    kızlar : hı hı...
    adam : ya hiç tahmin ettiğim gibi çıkmadı film. ben böyle beklemiyordum. siz beğendiniz mi?
    kızlar : evet (kısa ve net ama ters ters )
    adam : ne bileyim ismine bakınca... böyle beklemiyordum... hangi koltuktasınız siz?

    kızlar oflayarak uzaklaşırlar. seans başlamak üzeredir. adam büfeci kıza yine salça olmak ister olamaz, tıpış tıpış filme geri döner. evet... bu öküz akşam 10 seansındaki sex and the city 2 adlı filme sırf içindeki sex ibaresinden dolayı girmiştir ve afedersiniz acaip skiş dönmediğini görünce de hayal kırıklığına uğramıştır. üstelik yaşına başına bakmadan da etraftaki 18lik kızlara salça olmuş, ısrarla da filmi, sex ile ilgili olmaması dolayısıyla beğenmediğini vurgulayarak aklı sıra kız düşürmeye çalışmıştır. ulan cinebonus orası be yavşak!! konak sineması mı konulu 3 film birden oynasın!!!

    bu da böyle bir anımdır...


    (gizucuk - 7 Ocak 2012 12:51)

  • comment image

    4 tane hatun, çok afedersiniz devamlı abaza muhabbeti yapıyolar. üstelik hiçbiri de abaza falan diil, maşallah güzel kızlar, ama gel gör ki muhabbet hep aynı. demek ki neymiş, abaza muhabbeti yapmak için illa ki abaza olmak gerekmezmiş.


    (loco - 22 Kasım 2000 22:52)

  • comment image

    hayatımın belli dönemlerinde bana terapi gibi gelen dizi. kötü olduğum anlardan bahsetmiyorum. bana katıksız mutluluk veriyor bu diziyi seyretmek. özellikle yaz aylarında seyrediyorum. bir de yanında şarap falan içiyorum çok güzel gidiyor. tam samantha kafasına ulaşıyorsun o zaman. normal zamanlarda carrie-miranda karışımı bir şeyim. daha çok miranda. carrie bazen acayip gurursuz ve gerzek oluyor çünkü. malesef charlotte kadar sevimli ve pozitif olamadım hiçbir zaman.
    belli bir zaman geçse bile her dizide aramaya devam ettiğim şeyi korudu bu dizi.
    1. sezonda da 6. sezonda da o tanıdıklık hissini kaybettirmedi. gene bir araya gelip o cafelerine gittiler. carrie arka planda konuşup sorgulamaya devam etti. yarattıkları o yarı abartı yarı cesur özgür kadın imajlarından hiç vazgeçmediler. erkek gibi kadınlar ve bunun yanlış olmadığı fikrini benimsetmekten çok, biz böyle devam ediyoruz kardeşim isteyen izlesin istemeyen izlemesin dediler. reytinge göre yön çizmediler. bütünlük vardı. ilk sezondaki adam arada kaybolsa da son sezonda geldi. çünkü seyircisi için önemliydi. seyirci onu görmek istiyordu. sarah jessica parker gerçeği de var tabi. narsist, kendi şovunu yapan koca burunlu, suratı ata benzeyen kadın diye demedikleri kalmadı. bu kadının en çirkin hallerini de gene bu dizide görebilirsiniz. direk makyajsız, iğrenç, yarı çıplak, acayip zayıf hallerini çekinmeden gösterdi. diğer rol arkadaşlarını hiç arka plana atmadı.
    sonuç olarak en baştan çevirip çevirip izliyorum bu diziyi ve henüz bıkmadım. ally mcbeal'den bıkmıştım mesela. çünkü ally başladığından çok farklı bir yöne doğru gitmişti. en fazla ilk 2 sezonu izleyip bırakırım. ama sex and the city hem daha gerçekçi, hem daha eğlenceli hem de çok daha cesur bir dizidir. anti-depresan etkisi yapan bir dizi. hala izlemeyen varsa şiddetle öneririm şanslı pisliklere.

    edit: hala burası türkiye kızııaamm ne sanıyosunuz kendinizi bu yarak sevdalısı karıları izleyip de diye çemkiren tipler olduğunu görüyorum. algınıza sıçayım. diziyi izlemekten zevk almakla dışarda çıkıp ben carrie'yim lan cosmopolitanımı getirin demek aynı şey mi? ille onlar gibi olmaya özenmemiz mi lazım? sadece oturup bir dizi izleyemez miyiz? sen walking dead izleyince zombi mi oluyorsun? smallville izleyince superman olup uçuyor musun? mal mal yorum yapıp durmaktan bıkmadınız amk.


    (sedgwick - 11 Mart 2012 21:10)

  • comment image

    bu diziyi az çok bilip de, big ve carrie ile kendi karmaşık ilişkisini özdeşleştirmeyen, kendini carrie olarak görmeyen kadın neredeyse yok. bak canım, ben ortaokuldan beri sıkı bir sex and the city izleyicisiyim (diğer izlediğim diziler ise seinfeld, friends, married with children. resmen zamanının kült dizi izleyicisiymişim bunu farkettim.) bu 4 kadın da elime doğdu denilebilir yani. herkesten iyi tanırım hepsini ve şu carrie'nin "the one" oluşu, eninde sonunda kazanan kişi oluşu yangılgısı kadar büyük bir yanılgı görmedim yeryüzünde. evet, big kendisinden 20 yaş küçük sevgilisiyle evleniyo, seneler içinde pek çok ilişki yaşıyo falan, carrie'yi defalarca sallıyo hayatından, yapmadığı pisliği bırakmıyo, sonunda evleniyolar (ki düğün günü bırakıp kaçmayı bile düşünüyo) "keri, you are the one" diyo. böylece carrie mr big'e kendisi 50, o 60'a merdiven dayamışken "nikahı basıyo" diye, "diğerleri beyhude hayaller peşinde koştu, herkes helip geçici, ben ebedi olanım, the one'ım" modunda bir kazanan oluyo, bütün dünya kadınları carrie gıyabında büyük bir nefes alıyo, öyle mi? ajkshdghkasjfş. carrie, erik kurusu gibi insanlar olmuşsunuz, ortada çoluk yok çocuk yok, adam bu yaşına kadar hayatına sıçtı kendi hayatını yaşadı, sonunda senle yaşlanmak istiyorum diye durulup en kart haliyle yanına geldi ve nihayet evlendiniz diye kendini nimetten sayıyosun ya, çok şaşırıyorum sana. kezbanlıkta son nokta carrie. biraz aklını kullansaydı aslında çok fena tongaya geldiğini anlardı ama nikah cüzdanına kanalize olmuş durumda, gözü başka bir şey görmüyor bu karakterin.

    diğer 3 karakterin toplamı bir samanhta etmez bu dizide. carrie, özgür, bağımsız, kendi ayakları üzerinde duran, paraya pula önem vermeyen ve evlilikle kafayı bozmuş gibi görünmeyen bir kadındır, ama özünde evlilik manyağı ve karşısındaki erkeğin maddi konumuna çaktırmadan çok önem veren bir tiptir, miranda ise fazla erkek gibi olmaya çalışırken sırıtır zaman zaman, 34 yaşındayım singılım diye diye gezdiğin bilnd date'leri açtırma bana şimdi miranda. hele ki miranda bu kadınlar içinde en ne olduğu belirsiz kadındır. çok zorlama gelir tavırları. sürekli evlenmeyi filan aşağılar. ama özünde bunun da iki lafından biri "single" oluşuyla ilgilidir. çelişki. charlotte ise neyse odur. "ben bilmem beyim bilir"ci bir insandır. üzerinde konuşmaya gerek yok. hepsi herkesle yatar, kendi aralarında "iki randevu sonra biriyle yatarsam bana "slut" derler, 4.de yatıcam" modunda geyikler çevirirler. böyle saçma hesaplar peşinde koşarlar. hem karşısındaki erkek tarafından hafif meşrep olarak nitelendirilmemeye çalışırlar, bu sıfatlara çok önem verirler, hem de bu çok eşli, hızlı sirkülasyondaki yatak odalarının doğalarının gereği olduğunu ortaya sürerler, bir yandan da "evlenilecek kadın" olarak görülmeye çalışırlar. çok çelişkili. ne yapıyorsanız yapın ama arkasında durun nolursunuz. durmayacaksanız da öyle davranmayın ne bileyim. sonra kasmayın.

    samantha ise bu 3 karakterin dışındadır. yaşamının arkasında durur, özgür ve bağımsız kadın tripleri lafta değildir. aslında en duygusuz olan kişi olarak görünmesine rağmen en duygusal ve temiz kalpli olanları samantha'dır. çarşaf değiştirir gibi erkek değiştirmesi, adlarını bile bilmediği insanlarla yatması ve bunun arkasında duraibliyor oluşu onu gözümde "third date" gibi tarihler belirleyen diğer karakterlerden daha gerçek kılıyor. üstelik komik de bir kadın. arkadaşlarına en çok önem veren de o. sonra da gidip gerçekten aşık olan da o. carrie gibi mr. big'in park manzaralı evini görünce sevinçten dili tutulmuyor. gidip kendinden küçük parasız pulsuz bir aktöre aşık oluyor. çok gerçekçi bir karakter. çok acımasız, ama gerçek işte.

    sonuç olarak çok güzel bir dizi. müziğini, dialoglarını filan geçtim, karakter analizleri inanılmaz gerçekçi. carrie olmak üzere bütün karakterler çok gerçekçi çizilmiş (big, aidan, stewe gibi dizideki erkekler de çok gerçekçi yine) samantha hariç. onun kurgusal bir karakter olduğu belli, çünkü hiçbir insan bu kadar pörfekto olamaz. güzel bir dizi, çünkü herkese hayatlarının aşkının sonunda, ama gerçekten sonunda, hayatlarının sonbaharında onlara döneceği sanrısını aşıladı, insanlara umut saçtı bi de. aksjdhaksdhf. evet, your girl is lovely hubble.


    (potidik - 2 Mayıs 2012 17:32)

  • comment image

    samanthanin her bolumdeki replikleri insani cileden cikario
    samantha carriei arar
    -honey i am so fucked.
    -what happened? you ok?
    - no i mean literrally, i am so fucked.


    (elena - 9 Aralık 2000 23:13)

  • comment image

    senelerdir tüm bölümlerini ve filmlerini defalarca izlediğim ve her defasında bana sadece yalnızlık hissi veren dizi, film.
    şu yaşıma geldim, asla böyle arkadaşlarım olmadı. ben şu dizide sadece arkadaşlık ilişkilerini kıskandım. ara sıra yine izleyeceğim ve biliyorum ki, geberene kadar şöyle ortamımın olmayacak.

    (bkz: yanlış insan)


    (adam fawer - 19 Ekim 2013 02:07)

  • comment image

    kadın-erkek ilişkilerini dümdüz bir bakış açısıyla irdeleyen dizi. e haliyle başarılı; çünkü hak'katen, çoğu zaman en doğrusuna dümdüz bakarak ulaşabiliyoruz.

    --- spoiler 5x3 ---

    samatha nefes nefese odaya girer:

    - nasıl ya? kimse yok mu!?
    - noluyo ya?
    - yeter artık. buna daha fazla dayanamayacağım. 11 katı koşarak çıktım çünkü burada bir başkasıyla seviştiğinden emindim!
    - haha, ama gördüğün gibi öyle bir şey yapmıyorum.
    - şimdilik evet! şimdilik yapmıyorsun; ama yaptın. ve yine yapacaksın. hayatımı merdiven inip-çıkarak ve ne zaman olacak diye bekleyerek geçiremem.dayanabileceğimi sanmıştım ama yapamıyorum...
    - seni incitmemek için elimden geleni yapacağımı söyledim; ve ciddiydim.
    - evet! elinden geleni...
    - samantha, seni seviyorum.
    - ben de seni seviyorum richard. ama kendimi daha fazla seviyorum.

    --- spoiler 5x3 ---


    (bfm - 21 Ekim 2013 22:48)

  • comment image

    her bölümde ayrı konu olmasına ragmen tek tek bölümler halinde arada bir seyredilmesinin diziye haksız elestiriler yapılmasına neden olduğunu düşündüğüm dizi. abartılı sex hayatları, ayakkabıları, içtikleri kokteyler gittikleri partiler vs, yani yasayıs tarzları bi yana, sürekli izlendiğinde özellikle sarah jessica parker ın oynadığı carrie karakterinin mr big ile yasadığı iliski, bir kadının bakıs açısından* öyle güzel yansıtılmıstır ki seyrederken bir izleyici olarak bende bile karın ağrılarına ve sinir bozukluklarına sebebiyet vermistir.


    (very irish person - 1 Şubat 2004 23:46)

  • comment image

    etinden ve sutunden yararlanilan pazarlama harikasi dizi. batman filminin alt tarafi plastik oyuncaklari ve video oyunlari yapilirken, bu dizi ile ilgili frankfurt'tan dubai'ye dunyanin dort bir yaninda partiler duzenlenmekte, dizinin evsahibesi manhattan'ta ise kisi basi 35 dolara sex and the city turistik turu yapilmaktadir. evet yanlis duymadiniz, turistik tur: samantha'nin carrie'ye en cesur itiraflari yaptigi rüküs upper east side bistrolari birer sanat eseri gibi gosterilmektedir yani meraklilarina. john lennon'un öldürüldügü, travis bickle'in öldüremedigi sokaklarda dort cift topuklu ayakkabinin pesinden gitmektedir ayaklar her gun.

    kisacasi bir pazarlamacinin gozunden bakildiginda altin madenidir, cennettir. starbucks gibi harc-i alem olmus markalarin cigirtkanligini yaptigi gibi manolo blahnik ve jimmy choo gibi pabuclarin kapis kapis satmasini saglamistir.

    dizi en ama en sukela hedef kitlesine birebir hitap etmektedir: 25-35 yas arasi bekar, bagimsiz, buyuk sehir calisan kadinlaridir bu kitle. kendi paralarini kazanirlar ve kazandiklari parayi temel ihtiyac maddeleri olan ayakkabi, canta, sac bakim malzemeleri ve temel besin maddeleri olan sushi ve martini ve organik salata sosuna* harcarlar. (bu soylediklerim amerika icin gecerli)

    alisverisi bir angarya degil de bir mutluluk araci olarak gorenleri cogunluktadir. alisveris etmek, tuketmek onlar icin guvensizliklerini yenmenin en iyi yoludur, cunku "bilirler" ki o sac kremini almazlarsa saclarinin elizabeth hurley'ninkiler gibi parlamasinin imkani yoktur. guvensizlikleri konusunda basit bir deney yapmak icinse tanidiginiz bir kadina samimi bir sekilde "popon buyumus sanirim biraz" demeniz yeterlidir. ote yandan umutludur da bu kitle fazlasiyla, ki bu umuttur onlara üç aylik asgari ucreti bir cift pabuca verdiren.

    butun genellemelerin ister istemez yanlis oldugu su gezegende dilim dondugunce betimlemeye calistigim bu kitlenin kendini zeki olarak gorenleri miranda'ya, capkin olarak gorenleri samantha'ya, uslanmaz bir romantik olarak gorenleri charlotte'a, iyi aile kizi olup gunluk tutanlari da carrie'ye benzemektedir kendi ic aynalarina bakinca.

    bu ozdeslestirmenin gerceklesmesi icin karakterlerin repliklerinden kostumlerine kadar hersey dusunulmustur. cok onemli olan bir nokta ise bu dort kadinin da asla birer cover girl degil ama bakimli birer bridget jones olmalaridir: hicbirisi delice guzel degildir ancak alimli ve hazircevaptir - alt tarafi yarim saatlik bir televizyon dizisinde karakterlere zeki kadin imaji vermek isteyen ama book smart stigmasindan kacinmak isteyen isvicreli bilimadamlarinin yegane formuludur hazircevaplik ne de olsa.

    kisacasi bir nevi yakisikli degil ama sempatik durumudur karsimizdaki, ki bu cok ama cok onemli bir ayrintidir. zira, nicole kidman tarzi akil almaz incelikte bir bele, laetitia casta'nin memelerine, milla jovovich'in gozlerine, angelina jolie'nin dudaklarina sahip olan asiri guzel bir kadina verilen bilincalti kadinca tepki, kendini ozdeslestirmekten cok kiskanclik duymaktir olsa olsa. bu hedef kitlesine dogrultulmus diger buyuk pazarlama silahi ally mcbeal'de de sevimli calista flockhart iyi kadinken tas gibi sarisin portia de rossi'nin kotu kadin olmasi sacma bir senaryo tesadufu degildir elbette.

    sozun kisasi, carrie'nin sac seklinden samantha'nin dkny bluzuna kadar her ayrintinin dusunuldugu bir pazarlama harikasidir bu dizi, bir baska entry'de onerildigi gibi cinsel bilgilenme dersinden cok pazarlamaya giris dersinde gosterilmesi yerinde olacaktir. simdilerde boslugu desperate housewives ile dolmaktadir nispeten.


    (leave - 4 Temmuz 2005 09:10)

  • comment image

    bir çok bölümüyle ama en çok da son bölümüyle beni her seferinde çok aglatan bir dizidir. özellikle son bölümde carrie'nin rus'a "ben gerçek aski arayan biriyim. basit, yalin, birbirimiz olmadan yasamayiz türünden gerçek aski" cümleleriyle baslayan repligi çok vurucudur.

    dizinin son bölümünde kimilerince "sex and the city modeli kadinlar" olarak yaftalanan ve zaman zaman da asagilanan bu kadinlarin hepsinin en sonunda mutlu ve sevgi dolu iliskilere sahip olduklarini görürüz. hatta dizinin nemfomani samantha bile en sonunda bir erkege teslim olmustur. sirf bu bile bizlere kadin dogasi konusunda önemli ipuçlari verir. dizi new york'da yasayan dört güzel, çekici, kariyer ve para sahibi kadinin erkeklerle iliskilerinin bazen komik, bazen içe dokunan hikayeleri üzerine kurulmustur. geçen alti yil boyunca bu kadinlar türlü iliskiler yasarlar, ama gelin görün ki dizi sonunda bir peri masali gibi biter. pretty womandan tek farki bu kadinlarin profesyonel olmayislaridir. carrie alti yil sonra hayatinin askina kavusur. hem de ne kavusma, her kadinin hayalinde olan "prensim gelsin, beni kurtarsin" istegi son damlasina kadar tatmin edilir.iste o noktda gözyaslarim girer devreye. zira hayat maalesef sex and the city gibi islememekte, hayalini kurdugunuz prens sizi almaya asla gelmemekte, muhtemelen çesitli prenseslerle gününü gün etmektedir.

    bu noktada "kadinlar ne ister?" sorusu da cevaplanmis olur aslinda.

    kadinlar peri masalinda bas kahraman olmak ister.

    hayir diyenine sakin inanmayin.


    (cathy - 18 Nisan 2005 19:51)

  • comment image

    sex and the city'nin erkek egosunu pek oksamayan bir dizi oldugu kesin. bir grup zengin, guclu, mevki sahibi kadinin new york'ta istediklerini yapmasi, kadınların seksi bu kadar ozgur yasayabilmeleri, yattiklari erkekleri yemek masasinda elestirip bir takim kusurlariyla (penisinin kisa olması, erken bosalmasi, vs. vs...) dalga gecmeleri nedeniyle turk erkeklerin cogunun nefret edecekleri, kadinlara sapik vs. diyecekleri malum dizi. ne de olsa kimse erkekleri elestiremez, onlar mukemmeldir, hele ki boyle "fahi$eler" hic bir sey soyleyemez.


    (kiowa - 31 Mayıs 2004 12:28)

  • comment image

    ha ny ha istanbul, yalniz degilmisiz, 30'lu yaslarda kadinlar ayni seyleri yasar, hissedermisiz dedirten sevilesi dizi...

    edit: dizinin ilerleyen bölümleriyle beraber gördük ki, ha ny ha istanbul degilmis. carrie, bir oda dolusu ayakkabiya harcadigi para yüzünden ev sahibi olamamis, biz ise krizlerden kriz begenip kiramizi zar zor ödemisiz. biz sakinlesmisiz, carrie ve grubu costukça cosmus. demek bi ara yolumuz cakismis ama o kadarla kalmis. denk gelirse seyrettigim son bölümlerde kendime dair bir sey bulamadim, bulamadigima da üzülmedim. bazi seyler, düsündügümüz kadar evrensel degilmis...


    (galileo - 18 Temmuz 2001 15:46)

Yorum Kaynak Link : sex and the city