Sunshine (~ A napfény íze) ' Filminin Konusu : Yıl 2057, insanlık güneşin her geçen gün giderek yok olmasını izlemektedir… Bu insanlığın da yok olması demektir. Dünya’nın son umudu Icarus II adlı bir uzay gemisindeki sekiz kişilik erkek ve kadınlardan oluşan Kaptan Kaneda liderliğindeki ekiptedir. Görevleri güneşi tekrar hareket geçirmesi ve beslemesi beklenen bir nükleer başlığı taşımaktır. Bu yolculuk sırasında Dünya ile radio bağlantıları kesilir. Ekip bundan 7 yıl once aynı amaçla göreve çıkarılan Icarus I’den değişik sinyaller almaya başlarlar. Yaşadıkları garip bir kaza onları görevlerini bir yana bırakıp hayatları için savaşmak zorunda bırakacaktır. Peki ya hepimizin geleceği...
Mephisto(1981)(7,8-8521)
Bizalom(1980)(7,7-487)
Oberst Redl(1985)(7,6-2413)
Taking Sides(2002)(7,2-2982)
The End of the Affair(1999)(7,1-19803)
Being Julia(2004)(7,0-11468)
Onegin(1999)(6,9-6970)
Oscar and Lucinda(1997)(6,7-6179)
turklerin gunese ayak basmasi konulu film.. ustelik gorevleri de gunesi yeniden alevlendirmek.. yil: 2060yer: gunes- halil abi fara$i aldin de mi? iyice yelle simdi, hizli hizli.. uff uff.. valla harladi yandan.. kac kac..
(bigboned - 8 Mart 2007 18:09)
danny boyle un filmin sonunda kubrick in 2001 deki monolit ine kendi trilit iyle nazirede bulunması ve alien i anımsatan kaptan pinbarker ve boyle un "bilimkurgu sinemasına noktayı 2001, alien ve solaris koymuştur zaten" deyişinden anlaşılması gerekn şudur ki ; bu film ne yaptığını biliyor, daha önce neler yapıldığının farkında ve yeni bir diyeceği var ki onca uğraşılmış üstüne..danny boyle un en iyi filmlerinden biridir bu film. bilimkurgu janrından destek alarak güneş eşittir tanrı denkliğini yıkan, alabildiğine ampirik ve insanlık için iyimser yaklaşımıyla herkes için iyi bir filmdir. ses tasarımı* ve efektler oldukça etkileyicidir, yakın zamanda çıkan holivud yapımı the fountain daki efektlerle karşılaştırılabilir hemencecik .. --- azıcık spoiler ---öyle bir atmosferi vardır ki astronotların dünyaya dönemeyeceğinden ötürü üzülmez, sadece görevlerini tamamlayabilmelerini istersiniz. ve hatta müthiş son her ne kadar kötü sonsa da iyi bir sondur aslında. tüm hatalar insan kaynaklıdır, sonuca ulaşamamanın sebebi insanın erdemsizliğidir, insan sorunlarıyla ve felakate giden gelişimiyle yokoluşa mahkumdur, insan tanrı karşısında acizdir, gibi savları transit gecmekte sunshine .. sonuca giden yolda karşılaştığımız klişeler belki de hakikaten aksi olmadığı içindir. ama bu filmdeki mürettabat zaten ölmeyi kafaya koymuştur, hepsi de insanlığı düşünmektedir, ama ona rağmen klişeler tekrarlanır, kavgalar, mertlikler, bencillikler olur ama hepsi de güneşi harlamak içindir nihayetinde( güneşten büyülenenler bile görevlerini yerine getirirerek ölürler mesela-searle, kaptan). o veya bu şekilde elele vererek amaca ulaşılır, kötü adam-alien, tanrıyla konuştuğunu iddia eden adam yok edilir, tanrıyla başbaşa kalmak niyetinde olan inançlı adam yokedilerek insanlık kurtarılır. bu filmde hiç bir şekilde inanç din vb. ile ilgili kavramlara* rastlayamazsınız. her şey insan kaynaklıdır, insan yıkıcı olduğu kadar yaratıcıdır da. ( kubrick filmlerindeki dindışılığı hatırlatır) kubrick in insan sorununa bir çözümdür sunshine. herkes mutludur, belki harvey gibiler dışında. filmin absürdlükleri filmin güzelliğini etkilemez bence. -273 derecedlik uzaya fırlatılıp basınç farkından etkilenmeyişin yanında, güneşe dokunabilmek ve hatta dibinden bakmak gibi şeyler de vardır, ama küllerinden doğan çiçek gibi dead zone da bazı şeyler daha mümkündür belki. ( hatırla: stalker ve solaris )--- azıcık spoiler ---müzikleri de harikadır bu filmin her boyle filmindeki gibi, acilen bulunasıdır -underworld-..(bkz: ikarus)
(ditriell - 14 Mayıs 2007 03:29)
hakkındaki bütün olumsuz yorumlara rağmen danny boyle filmidir, görmemek ayıp olur diyerek gittiğim ve genelde de memnun ayrıldığımı söyleyebileceğim film. --- spoiler ---adamlar nasıl ölmedi uzayda diye eleştiride bulunanları bilimselliğe davet etmek isterim, insanoğlu 50'lerden beri uzayla haşır neşir, bunlar muamma filan değil, çok iyi bilinen olaylar. uzaya insan gönderilmeden önce vakumda ve sıfır kelvine yakın soğuklukta kadavralarla canlı hayvanlar üzerinde testler yapılmıştır. sonuçları, bilimden habersiz kimi bilim kurguların kafamıza yerleştirdiğinden farklıdır; insan (vücudu) bütünlüğünü korumakta, memeliler (özellikle de primatlar) on saniyeden iki dakikaya kadar dayanabilmektedir. dayanmaktan kasıt şu: ilk 10-15 saniyeden sonra bilinç gidiyor ama beyin zarar görmüyor. kalp, atışına devam ediyor. ayrıca kazazede, maksimum iki dakika içinde kalıcı zarar görmeden kurtarılabiliyor. uzay ne kadar soğuk olsa da 70-80 kiloluk bir yetişkin hemen iliklerine kadar donmuyor. bu süre içinde sadece çıplak olan burun ve dudak gibi organları ciddi zarar görebiliyor. "beyin o kadar zaman oksijensiz nasıl dayanır, ölmez mi?" diye soracak olursanız ben de oksijensizliğin yaratacağı tahribatın, soğuğun işleri yavaşlatması sayesinde aşıldığını söylerim. sıfır derecede göle düşüp boğulan, bir saat sonra ölü olarak bulunan ama uzun bir cpr seansı sonucunda yaşama döndürülen insanlar vardır. aynı şahıslar daha sıcak bir suda boğulsalar, dakikalar içinde yaşama döndürülemez hale gelirler.1971 senesinde üç soyuz kozmonotu dünyaya dönüşten hemen önce bu yüzden ölmüştür. kabin karaya inip de kapağı açıldığında ölü bulunan kozmonotların dış görünümlerinde hiçbir anormallik yoktur. ancak o zamanlar kapsülde soludukları saf oksijen değil de bildiğimiz hava olduğundan (artık bu tür kazalara da engel olsun diye sadece oksijen solunuyor), damarlarındaki azotun düşük basınçta kaynayıp pulmoner emboliye sebep olması sonucunda ölmüşlerdir.http://www.treitel.org/richard/rass/invacuo.htmlhttp://www.damninteresting.com/?p=741http://www.straightdope.com/classics/a3_147.htmlkısacası, filmdeki gerçeğe en yakın sahne belki de uzaydaki çıplak atlayıştır. esas muhtemelen sıvı azotla dolu olan soğutma havuzuna üç kere girip çıkan elemana takıldım ben, hayatta kalabilse bile nasıl ellerini - parmaklarını kullanıp da iş yapabilir ki insan? örneğin -25 c'deki buzluktan çıkardığım bir cam kabı 5-10 saniye tuttuktan sonra acıdan ellerimi kullanamıyorum. bunların dışında sunshine'da şu noktayı anlamadım: neden insanlı bir görev bu? hedef tabak gibi belli, bu kadar kolay bir görevi çerez niyetine gerçekleştirebilecek bilgisayarın var, bombayı fırlat gitsin işte. tamam o zaman film olmaz ama insanlara neden gerek duyulduğuna dair tatmin edici bir bilgi yok.--- spoiler ---edit: bir yıldızı dengede tutan iki unsur vardır: onu çılgın bir şekilde genleşmeye zorlayan ısısıyla yine çılgınca bir şekilde kendi içine çökmeye zorlayan kütlesel çekimi. bu ikisi bir denge tutturduklarında güneş gibi sağlıklı bir yıldızımız olur. ancak bir yıldız yakıtını tüketip soğumaya başladığında da kaçınılmaz olan kendi içine çökme safhasına girer, yani genleşme azaldığında kütlesel çekim galip gelir. yıldızın kütlesine bağlı olarak da* beyaz cüceden karadeliğe kadar farklı sonlara doğru ilerler, tabi arada patlama da* var. filmde güneşin çöküp çökmediğine dair bir işaret yok, ama düşünüldüğünü de hiç sanmıyorum.
(ventolin - 15 Mayıs 2007 18:51)
hakkındaki olumsuz yorumlar karşısında şaşkınlıkla kalakaldığım, içindeki varoluşçuluk, nihilizm, uzakdoğu felsefelerinin görmezlikten gelinmemesi gerektiğini düşündüğüm, çok fena insanı çarpan bir film. benim izlediğim salonda insanlar sinir bozukluğu ve üzüntünün dibine vurup hıçkıra hıçkıra ağladılar. o denli kanlı canlı karakterlere sahip bir film yani. bilim kurgu sevmeyen izleyicilerin neden bir bilim kurgu filmine gidip de yerdiklerini anlamanın mümkünatı ise pek tabi ki yoktur. sci fi sevenler için bence muhteşem bir tecrübe olacak. kaçırmayınız...
(kowalski - 19 Mayıs 2007 15:04)
film icinde film var. --- spoiler ------ spoiler ---filmlerin sayısı da birden fazla, ona gore degerlendirmek gerekiyor. bir kere kesinlikle öğlen vaktinde izlenecek film değil, adamı feci ters yüz ediyor. çok sinir bozucu, depresif, sonundaki küçük umut sahnesi hiçbir şeyi değiştirmiyor.danny boyle iyi bir sinemacı. "28 days later"'da ortam yaratabilme, yarattığı ortamın içine çekebilme becerisini görmüş, yaşamıştık. burada da çok başarılı, belki "28 gün sonra"'dan daha başarılı. mekanlar, setler, kamera kullanımı, özel efektler, herşey tadında olmuş. filmde müthiş bir görsellik var. tek başına görsellik bile filmi satar.filmin öbür yüzünde, görünür holivud klişeleri var. kendini feda eden kaptan, canı tatlı ikinci kaptan, nerden çıktığı belli olmayan bir evil, olmayacak kimi aksiyon sahneleri, vs. vs. bunlar çok sıkıntılı değil ama filmin süresini çok az uzatmış, kalitesini az biraz törpülemiş ve film burada bitmiyor, alt metini çok zorlayıcı. uzay boşluğunda bir hapisaneye gönüllü kapatılmış insanlar; hepsi çok zeki, yetenekli, arkalarında bıraktıları için, onların hayatlarını kurtarmak için kendilerini feda ediyorlar. yakın evrenin en sıcak nesnesine doğru yol alırken, geri dönüş umutları her saniye tükenirken, hayatın anlamı veya anlamsızlığı, insanın koskoca kainatta nasıl bir çerez olduğunu birinci elden yaşıyor, yaşatıyorlar. evet varoluşculuktan nihilizme kadar yol alabiliriz, düşünsel alt metinde çok şey var, büyülü birşey olmalı güneşe doğru gitmek. güneşi seyrettikleri odada sürekli kendini aşmaya çalışan, son anında kaptana ne görüyorsun diye soran doktoru birazcık anlayabiliyorum. ruh durumunu çok zorlayıcı bir film olmuş, öğlen saatlerinde içimi daralttı, sinema salonundan ağlayarak çıkanlara, sinirleri allak bullak etmesine şaşırmadım."we are all stardust". evet belki öyle, "hepimiz yıldız tozlarıyız". gladiator'de "`shadows and dust" tı, burada "stardust`". olsun pek fark etmiyor. 5 dakikada bir kendini tekrar eden büyük aksiyon sahneleri beklemiyorsanız, akışı sakin olan bir filmi de izleyebilirim diyor ve küçük klişelerine katlanabilirseniz, iyi film. yılın en kayda değer bilimkurgusu diyebilirim.--- spoiler ------ spoiler ---iyi seyirler. not: öğlen saatlerinde izlemeyin, varsa kız arkadaş izledikten sonra iyi gider, beraber çıkıp hava almak, gezmek iyi olur. sakın kıza izletmeyin, içini daraltmayın.
(anoktale - 14 Ağustos 2007 16:41)
bilim kurgu salt bilimle ilgili olmak zorunda degil, sci-fi bir ortamda bilindik sorulari konu da edebilir, hatta cogu bilimkurgu boyle. bu film de tanriyla konuyu baglamaktan ziyade, bastan beri tanriyi, dini isliyor zaten.ortada ibrahim tatlises karakterinin merkezinde oldugu bir aydinlanma var. herif klasik tanri anlayisina inanmiyor, hatta ateist bile olabilir ama duyularinin uyarilmasiyla yasadigi bir sprituel tecrube var. bunu en iyi yapacak nesne de gunes; sonsuzlukla ayirdedilemeyecek kadar parlak ve buyuk, yakinina gittigin zaman algilar altust olur. gunes, ibrahim'i sensationalismin doruklarina tasiyor.bunun diger gemideki izdusumu de ayni tecrubeleri farkli yorup fundamentalist olan kaptan. aslinda kaptan karakteri daha bile ilginc cunku celiskili; yani hem tanrinin karsisindaki ezikligini anliyor hem de bireyci ve megalomanyak oldugu icin kendisinden baska herseyi feda ediyor. gotik kiliseleri insa ettirip onun icinde krallar gibi yasayan papazin tutarsizligi gibi. hersey yokolduktan sonra tanriyla basbasa kalacak son insan olma hayalinde. basarilar diliyorum kendisine.filmin guzel tarafi bu kadar, cunku bu karakterlerin sahne zamani toplam 5 dakika.bunlarin disinda ortada bir non aligned movement var, luzumsuz karakterler silsilesi. bunlar, ne bileyim, ilimi bilimi ve ne olursa olsun hayatta kalmayi savunan bir dogalciligi temsil etmiyorlar. ana karakter biraz bu rolde gibi ama hic olmamis. daha buyuk bir bosluk ortada nihilizmin olmamasi. bilimadami backgroundlu biri gunesin dibine kadar gidip de nihilist olmaz mi kardesim? onun yerine gorev adamlari, mevki insanlari. bana ne kardesim.boyle olunca ne oluyor, filmin buyuk kismi sacmalikla doluyor. yok efendim maco alpha male kavgalari, yok panelleri yakan malak adamin bunalimi, b sinifi filmlerden firlama seksi kadin sesli ai..hele son kisimlar felaket. kaptan bir dakikalik konusmasinin ardindan psycho killer kes kose canavarina indirgeniyor. kovalamacalar, cee diye arkadan cikip bicaklamalar filan. allah cezanizi vermesin.space odyssey gibi baslayip da jason x gibi, alien 9 gibi biten bir bu film vardir herhalde. bir cuval incirin berbat edilmesinde emegi gecen herkese sevgilerimi sunuyorum
(immanuel tolstoyevski - 2 Aralık 2007 20:34)
beklentileri bir kenara bırakarak izlenmesi gereken dany boyle filmi. açıkcası baskan bilim kurgu serisinden çıkmış bir kitabın filmi çekilmiş hissi uyandırdı bende. başından sonuna her bir yanını da beğendim. ayrıca sırf cillian murphy için bile izlenebilir ki filmi beğenmem de etkisi oldukca büyük. red eye'da katil breakfast on pluto'da eşcinsel, sunshine'da dünyayı kurtaran adam derken adam hangi role bürünse hakkından fazlasıyla geliyor. acayip albenisi olan bir adam. ikinci kez izleyebileceğim güzel bir film çıkarmış dany boyle.. icarus ise bambaşka.. görsel efektler nefis.--- spoiler ---filmde tek anlam veremediğim, oksijen bahçesinde yangın başladığında, icarus neden uyarmıyor? yangın büyüyor kimsenin haberi yok. en ufak sorunda haber vermesi gerekmiyor muydu bu bilgisayarın? bahçe yandıktan sonra uyarıyor ohoo..--- spoiler ---
(sosyete kizi suzan - 24 Aralık 2007 20:07)
abi ben bu filmi begendim. guzel ve dingin bir atmosferi var. bilimkurgu kliseleri de olabildigince az kullanilmis. bilemem, en azindan bana hitap eden bir filmdi. neyse, bunca ovguye ragmen bilimkurgu atmosferindeki "bilim" konularinda birkac elestirim olacak. ama oncelikle korumasiz olarak gemiden gemiye gecis konusunda soyleyeceklerim var: bu mumkundur. insan, uzay boslugunda bir-iki dakikaya kadar hayatta kalabilir. hatta boslukta gecen surenin kisaligina gore, hic hasar almadan da kurtulabilir. oyle agzimizdan burnumuzdan kan fiskirmaz. yani film burada bir hata yapmiyor.elestirim, gunesin yeniden alevlendirilmesi ile ilgili. nacizane aktarayim:diyelim ki, 100 km capinda bir gemi yaptiniz, buna da 500 bin tonluk bir nukleer bomba koydunuz. amaciniz, gunesin cekirdek bolgesine yakin bir yerde bunu patlatarak nukleer tepkimeyi yeniden baslatmak. peki...oncelikle gunesin yari çapi yaklasik 700.000 km. bunun yariya yakinini gorece seyrek gazlardan olusan gunesin dis zarfi olusturuyor. gunes zarfinin (atmosferi degil, seyrek gazlardan olusan dis zarf) yuzey sicaklik degeri 5200 santigrat derecenin uzerinde. ic kisimlara dogru ise sicaklik artiyor. yani zarftan 50.000 km kadar iceri girerseniz, yuzeydeki 5200 derecelik isidan cok daha fazlasina maruz kalacaksiniz. elbette zarfin daha yogun olan ic katmalarina gectikce isi artacak. gunese atilan bir nukleer bombanin eger bir etki ihtimali olacaksa, bunun gunes cekirdeginde veya cok yakininda patlamasi gerekir. gunes cekirdegi ise, yuzeyden yaklasik 500.000 km iceride, merkezde yer alan ve gunes kutlesinin %40'ini barindiran bolgedir. yogunluk nedeni ile bu bolgenin icine girmek mumkun olamayacagi icin, yapilabilecek yegane akillica hareket, bombayi cekirdegi saran ve yaklasik 150.000 km kalinligindaki "tasinim" bolgesinin sonunda patlatmak olmalidir. tasinim bolgesinin kalinligi dusunuldugunde (ay ile dunya arasindaki mesafenin yarisi kadar), bu bolgeyi bombanin zarar gormeden gecmesinin gerektigi farkedilir. fakat, yaklasik 20 milyon santigrat derece sicakligindaki bu bolgeyi buharlasmadan asmak mumkun degil. hadi tasinim bolgesine kadar olan yoldaki muazzam sicakligi asarak bir sekilde bombamiz buraya kadar gelmis olabilir, ama bu bolgenin yogunlugu dusunuldugunde (ki sudan birkac kat daha yogun kivamli bir bolgedir burasi), boyle yogun ve 20 milyon derecelik bir ortami bombamizin buharlasmadan atlatmasi olanaksiz. hadi atlatti burayi diyelim. cekirdege yakin bir bölgede patlattik bombamizi. bomba tasinim bolgesi icerisindeki hidrojen ve helyum'u tetikleyerek bir nukleer kaynasim baslatti. baslatti baslatmasina da, burada kucuk bir sorun var. nukleer birlesme reaksiyonlari isinin yaninda yuksek basinc da gerektirir. oysa biz bombayi patlatmakla, bu bolgedeki basinci da dusurduk. bombanin patladigi ilk saniyenin yarisinda patlama bolgesindeki isi 20 milyon dereceden 40 milyon dereceye kadar yukseldi ve cevredeki hidrojen ve helyum yandi. fakat ilk saniye dolarken, parlayan bu gazlar birbirinden patlama basinci nedeniyle uzaklastilar ve reaksiyon ilk yarim saniye ile sinirli kaldi. patlamanin etkisi gecince (10 saniye sonra mesela) bu genlesen bolge tekrar kendi uzerine coktu diyelim. bu cokme esnasinda hala reaksiyonu surduren atomlar tek bir bolgede toplandilar ve reaksiyona devam ettiler. yani bombamiz basarili oldu diyelim: bu durumda bizim yapmis olduguz sey, cekirdek cevresindeki bolgeyi alevlendirmek oldu. bu da cekirdekteki basinci dusurerek, zaten yavaslamis olan cekirdek tepkimelerini durma noktasina getirdi. tabi artik bu onemli degil. yukarida olmaz dedim ama, bi sekilde biz cekirdegin cevresindeki helyum zarfini ateslemeyi basardik. gunes yeniden parlamaya basladi. o zaman daha buyuk bir sorunla karsi karsiya kaliyoruz. cunku helyum, hidrojenden cok daha fazla enerji vererek yanar. bu da hem tasinim bolgesini, hem de uzerindeki 400.000 km capindaki gunes katmanini genlesmeye zorlar. gunesin capinin 1.4 milyon km oldugunu dusunursek, gunes 100 misli genislerse yuzeyinin dunyayi icine alacak kadar buyumesi sorunuyla karsilasiriz ki, bu da dünyanin ve uzerindeki insanlarin sonu olur.yani, bomba basarili olursa gunes bir kirmizi dev'e donusecek ve dunyayi icine alacak kadar genisleyecek. simdi filmin sonunu daha iyi anladik mi?evet, isteseydim atom muhendisi bile olurdum....
(anafor - 2 Şubat 2008 17:25)
filmin bilim danismanina gore icinde birkac kendisinin gozunden kacmis veya proje maliyeti ve filmin dramatik yapisi icin goz ardi edilmis ufak tefek bilimsel hatalar iceren film. bunlar;uzaygemisindeki yer cekimi. bunun saglanmasi icin kubrick'in 2001 filminde kullandigi uzaymekigindekine benzer kendi etrafinda donen bir gemiye sahip olmak gerekiyormus. gunesin 50 yilda yakitinin bitmesi.. gunesin yakitinin 5.7 milyar yil sonra tukenmesi bekleniyor. gunesteki patlamanin etkisini hemen gostermesi.. boyle birsey basarilsa bile etkisinin gorulmesi cok ama cok uzun yillar alirmis. uzaya savrulan ve astronot giysileri olmayan ekip uyesinin aninda donup olmesi.. gercekte uzay bir bosluk, bir vakum oldugu icin, isi transferi en dusuk seviyede olur ve uzay boslugunda savrulan biri elbet sonunda donar ama bu cok daha uzun bir sure alir.. bir de uzayda mutlak olum hava olmadigi icin bogularak geliyor.. daha oncede bahsedildigi gibi insanlarin patlamasi film icabi.. uzay ile insanin aliskin oldugu basincli ortam arasinda cok olumcul bir fark(1g) yok ve bunu vucudumuz tolere edebilecek durumda, ayrica yuksek irtifa balonlari ile uzay ortamina kadar cikmis test pilotlarinda kayda deger bir hasar olmadigi gorulmus.. uzayin isisinin -273 derece olarak verilmesi... maddenin alabilecegi en dusuk isi olan -273 derece degil, -270 derece olarak verilmesi gerekiyormus. aradaki 3 derecelik fark big bang ile ortaya cikmis isinin uzaydaki kalintilariymis - bu kismi cok iyi anlatamadim ama boyle bisi.
(kenjin - 9 Mart 2008 04:56)
senaryosundan oyunculuğuna yönetiminden alt metinlerine kadar zevkle izlenen övgüye değer bir film.dany boyle un artık alıştığımız görselliği bu filmde de gayet net görülebiliyor.hareketli sahnelerde kullandığı o telaşlı hissi veren kamera hareketleri, ayrıntıları çok göze sokmadan mekanı anlatan planları ve gereksiz ayrıntı içermeyen kurgusuyla tam anlamıyla bir dany boyle filmi.cillian murphy burada da oyunculuğunu konuşturmuş.yalnız bu filmde bilimsel bir çok hatayı filmin dramatik yapısı gereği göz ardı etmeniz gerekebilir. nitekim etmeyenler filmden pek zevk alamazlar diye düşünüyorum. zaten film bilimkurgu tadında.yani bilimsel ögeler var ama sonuçta kurgu.dolayısıyla önyargısız izlenirse daha çok zevk alınabilir. nitekim dikkat edilirse filmin bir sahnesinde capa simülasyonda olacakları izlerken bir noktadan sonra hızın çok artacağını dolayısıyla kütle ile doğru orantılı olarak enerjinin artacağını anlatıyor.bu aşamadan sonra olacakları hesaplamak matematik olarak mümkün olsa bile zaman ve mekan bizim algılarımıza göre birbirine karışacağından ne olacağını hayal etmemiz veya tahmin etmemiz mümkün değil diyor.o yüzden bombanın o sıcaklığa falan nasıl dayandığını kafanıza takmayın bence. üf buraları çok uzattım. filme dönelim--- spoiler ------ spoiler ---mürettebat yedi yıldır aynı geminin içinde aynı insanlarla aynı şeyleri yiyerek içerek kaçınılmaz bir sona doğru gidiyor.üstelik sırtlarında insanlığın geleceğini ve varoluşunu taşıyorlar.yedi yılda normal koşullar altında yaşayan insanların bile ne kadar değiştiğini düşünürsek gemiyle yola çıkanlar ile güneşe ulaşanlar artık aynı insanlar değil. saatlerce güneşi izleyen searle ve kaptan hayatlarında yeni bir gizem açığa kavuşabilir mi acaba sorusu içinde hergün bir doz fazla güneşi seyretmeye çalışıyorlar.capa ve ikinci kaptan (adını hatırlayamadım şimdi) son gönderecekleri mesajı çok uzattı diye kavgaya tutuşuyorlar.trey bir sürü hesabı kitabı doğru yapıp ikarus 1 e doğru rotayı ayarlıyor ama güneş kalkanlarının yönünü değiştirmeyi unutup oksijen tarlasını yakıyor.yani hepsi insani davranışlar , bencillikler , duygusallıklar , hatalar içinde kıvranıp duruyorlar.tek dayanakları ağır sorumluluklarının sebebi olan görevleri. nitekim görev tehlikeye girdiğinde kaptan gözünü kırpmadan güneşe çıkıyor , searle resmen intihar sayılabilecek şekilde kendini feda ediyor , ikinci kaptan (adını hala hatırlayamadım) gözünü kırpmadan cinayete yelteniyor, trey görevi tehlikeye atmanın ağırlığıyla bileklerini kesiyor, ikinci kaptan sıvı nitrojene korumasız dalıyor falan. kimse görevi yerine getirmeden kaçmayı düşünmüyor bile.dolayısıyla zamanla geminin bilgisayarından bir farkları kalmıyor.filmde insanlığını yitirmeyen tek bir kişi var.(onunda adını hatırlayamadım ya) o bile cinayeti onaylamak zorunda kalıyor.ikarus 1 in kaptanı ikarus 2 nin mürettebatı görevi başaramazsa olacakları görmemiz için bir araç sadece.tüm insanlığı yok eden ve bunun ağırlığından tanrıya sığınan hemde radikal biçimde sarılan bir ruh hastası.sevdiğiniz herkesin ölümüne sebep olacaksınız ve kafayı üşütmeyeceksiniz.yok böyle bişii.zaten filmi izlerken sizde kendinizi göreve kaptırıyorsunuz. ben olsaydım bende bunu yapardım dedirtiyor.kendinizi bir görevi olan bir makina gibi algılamaya başlıyorsunuz.ikarusun bilgisayarı oksijen tarlası yanınca görevi başaramayacaklarını hesaplayıp eski rotaya dönme kararı veriyor.işte burda insanın makineden ayrıldığı yer ortaya çıkıyor.risk alabilme insiyatifi. ögrevi başarmanın gereklerini yerine getirmek ve olabildiğince az zarar görmek için mürettebat risk alıyor.ve sonuçta herkesin aldığı risk amacına hizmet ediyor ve görev başarılıyor.mürettebatın hepsi bunu göremiyor ama göreve hizmet etmenin huzuruyla ölüyorlar.filmin sonunda parlayan güneş bilimsel olarak olanaklı olmasa bile seyirciyi rahatlatmak ve bir nebze de olsa mutlu sona erdiğimizi göstermenin tek yolu.--- spoiler ------ spoiler ---bilimkurgudan çok dramatik bir film olduğunu düşünüyorum.bilimkurgu ögelerinin az klişeli olması filmi biraz durağanlaştırmış ama zaten asıl konu güneşin sönmesi değil bence.burası biraz kişisel bir yorum oldu biliyorum ama ben yine de filmi bilimkurgu klişelerinden ve mantığından biraz uzakta seyredin derim.daha çok seversiniz.bol güneşli günler.
(altesortman - 28 Mart 2008 09:56)
son yarım saatine geldiğimde elektrikler gitseydi de başyapıt olacak filmin nasıl heba edildiğini görmeseydim keşke. o zaman eleştirimizi de ikiye ayıralım ve ayrı ayrı yazalım.ilk bölüm için genel olarak dingin ve ağır tempolu denmiş ama ben ağır bi tempo görmedim. final destination hızında değil elbette ama sürekli izleyicinin ilgisini ayakta tutacak şekilde yeni gelişmelerin olduğu, bunların da son derece güçlü oltalar olduğunu kabul etmek gerek. filmi seyrederken kopup gittiğim hiç olmadı, bi kere kapıyor seyirciyi, bi daha da bırakmıyor.filmin seyirci profili felsefe öğrencisi midir, mühendislik öğrencisi mi.. hayır bugüne kadar şu başlığa bi iki defa göz atmış ve "felsefik dokundurmaları olan alt metni bol bi bilimkurgu" gibisinden cümleler gözüme çarpmıştı ama ben eşşek kadar mühendis kafasına hitap eden bi film gördüm yahu. tamam fundamentalizm var (ikinci geminin kaptanı karakterinde), az biraz ruhaniyet –mi desek- searle karakterinde var.. başka da bi felsefi alt metin görmedim o kadar. oysa filmin bütün aksiyon sahneleri izleyiciden matematik kafası istiyor. kalkan yörüngesinin ayarlanmasındaki eksiklik ve güneş ışığının sızması, basınç farklarıyla bi gemiden diğerine uçuş, kilitli kapıyı açmak için kapıda bi delik açıp hava kilidini açarak kapıyı uçurmak, güneşe yapılacak yolculuğun simülasyonla anlatıldığı andaki bilimsel jargon vb. bence filmi bi filozoftan çok bi mühendise daha çok hitap eder kılıyor aslında.ha bu dediklerimin filmin neden az seyirci topladığının da cevabı olduğunu düşünüyorum. nispeten yavaş sayılabilecek –bence değil ya- temposu ve aksiyonunun hep kafa yorarak anlaşılması gerekliliği ortalama seyirciyi filmden uzaklaştırmıştır diyorum. bizim kitabımızda ise bu özellik filme artı puanı ekliyor elbette o ayrı.ve geldik son yarım saate. boyle neden bu son yarım saati böyle çekti anlamadım. filmin ilk bi buçuk saatine güvenmedi mi, o da mı filmin ortalama seyirciyi de çekmesi için bi kaç kovala aksiyonuna ihtiyaç duydu bilmiyorum. e ama madem böyle bi baharat katmak istedin filme, neden bu kadar kötü çektin onu hiç bilmiyorum. oysa filmin ortasında ikinci kaptan "birbirimizden ayrılmayalım" dediğinde mace onunla ne de güzel dalga geçmişti “uzaylılar bizi tek tek öldürür di mi ayrılırsak” diyerek. dalga geçtiğin şeye döndürdün filmi güzel kardeşim.ayrıca o fluluğun sebebi neydi onu da anlamadım. bütün film ayna gibi bi netlikte son derece güzel giderken niye ekranı flulaştırdın. hemen buna felsefik alt metinler yükleniyor, o ikinci kaptanın muallaklığı, falanfortanlığı –ne anlarım ben felsefeden- yüzünden deniyor ama benim aklıma sadece anadan üryan bi adamı cart diye gösteremediğin için bu hileye başvurduğun geldi başka da bi şey değil. bi de arada duruyor planlar, bi şeyler oluyor, kamera hareketleniyor, hayır bu filmi iki ayrı zamanda mı çektin, başını çeken de sen değil miydin yahu..ama yine de gayet de güzel bi film olmuş, eline sağlık bütün emeği geçenlerin. briseis hatunun –bu filmdeki adını unuttum, troy’daki adıyla kaldı zaten hafızamda- sevinç dansının şekerliği de ayrıca.. ee.. ne denir.. planted in my memory.. yirim yirim…
(brick top - 15 Nisan 2008 02:33)
güneşi harlamaya gittikleri film. mangal mı bu?
(jamsession - 30 Nisan 2010 13:47)
güneşin nihayet söneceği gün geldiğinde, biz dünyalılar o gemiye aramızdan ancak bu filmdekine benzer karakterleri layık görüp başarılı bir operasyon bekleyeceksek, bırakalım sönsün lan.--- spoiler ---başarılı bilimkurgunun manası da tam olarak anlaşılamıyor sanırım. filmde bilimsel özellik taşıyan ve ortaya konulan bir çok detay, safsatadan ibaret ki bunlar zaten defalarca yazılmış. bir bilimkurgu eseri hayalgücüyle ne kadar iç içeyse kendi yarattığı fantazyası içindeki kurallara da o derece bağlı olmalıdır. ama bu filmdeki hikaye örgüsü bir fantazyaya değil oldukça erken de olsa nihai bir kıyamet senaryosuna bağlı ve seçilen bilimsel dayanaklara, günümüzün bilimsel gerçekleri temel alınmış. bizi, androidler tarafından öldürüleceğimize, o androidlerin nasıl olup da bunu başarabilecek düzeye geldiklerini kanıtlamanıza gerek kalmadan ikna edebilirsiniz. çünkü bu gelecekte bilimsel olarak başarılabilecek kendi içinde tutarlı bir gelişim gibi görünecektir. yada evsiz uzaylıların dünyaya sığınma fikrine ''çok normal zaten bekliyorduk ki biz'' diyebiliriz ufo felan hele hiç sorun değil. ancak kimse güneşe demirden bir kavanoz gönderip bunun bilmem kaç milyon celciustan buharlaşmadan geçerek bi şeyler becerebilmesini beklemez, ne gelecekte ne de şimdi. ne bileyim bombayı kargo ile taşıma da ışınlanma denen haltı başarabilmiş olmana rağmen hala daha iyi bir gezegen bulamadığından güneşi kurtarmaya çalışıyor ol. bombayı ışınla felan işte yap bi şeyler ama güneş panelli kavanoz yollama oraya..kurgusal bir filmde yararlanılan kaynağın gerçekliğini kendimiz yaratabiliriz. ama bu savunulan gerçeklik hayali bir dünyanın aksi de kanıtlanamayacak şekilde mükemmel yaratılmış olmasıyla sıkı sıkıya bağlıdır. ben hayalet vardır derim ve bir hikaye yazarım sen bunun aksini kanıtlayamadığın için bunun inandırıcılığını kabul ederek masaldaki olay örgüsünü, onun gerçekliğine uygunsa doğru kabul edersiin. ancak bizim de şu anda kullandığımız bildik ilimi kendine dayanak alarak olamayacak bir kurgu yaratmaya çalışmak zorla başarısızlığı seçmek manasına gelir.bilimkurgu masalsı olmasına rağmen masal olmamalıdır. masal ise her şey olabilir ama saçma olmamalıdır. bu film saçma bir msaldan başka bi şey değil.oysa filmin başlarında çok enterasan sahnelerle bişeyler anlatılabilmişti. çok azımızın bildiği bazı gerçekler ilerleyen teknoljiyle nasıl kullanılabilir bunu görmek güzeldi. holografik rehabilitasyon odası, güneş ışığının derecelendirilerek keşfi, merkürün yanından geçmeler felan izlerken enteresan geliyor. enerjinin ve yaşamın en akla yatan sonunun tasviri hatta güneşe o derece yaklaşıp yanmak fikri bile yeterince ilgi çekici ama ama ama ona bakmak değil. işte bu kurgu değil bu masaldır yani yalandır buna bilim kurgu demek de andavallıktır. kimse güneşe bakarak bir şey göremez bal kavanozum. şöyle bir bakıyorum da zorlama olaylarla senaryo yazmak kadar kolaycı ve ibnetor bir şey olmamasına rağmen son dönem bilimkurgu eserlerinde bile hala bundan vazgeçilemiyor oluşu iyice sinir bozucu olmaya başladı. buna, district 9'da böceğin şifalı suyu mal doktora bulaştırmasında da; moon'da bir enerji devinin tek bir kopyaya muhtaç kalmışçasına illagal işlere girişmesinde de şahit oldum. ama bu filmde daha bi battı. geri zekalıdan hallice bir mühendis hatası, peşine gelen tam da oksijen üretim odasını hedef alan yangın felan.. yani o kadar büyük bir gemide illa o bölümde yangın çıkmalıydı diil mi? ikarus 1in kaptanının kızarmış ıstakoz formatında 7 sene hayatta kalıp boogieman'e dönüşen satanic peygamber olarak adam öldürmeye başlaması çılgınlığını böyle bir filme bu kadar iğrenç bir şekilde monte edebilmek ne türde bir felsefi gönderme arayışıdır ve zeka ürünüdür? filmin son yarım saatini ileri sarmaktan başım döndü. bu filmde klişelerin hiç bi uyuzluğuna takılamaya gerek yok aslında çünkü bu denli zorlama bilimsel temelleri olmayan bir kurguyu pazarlamaya kalkmak ve bilimkurguya casper monte ederek masallaştırmak zor iş. ben bu zor işin nasıl kotarıldığını daha çok merak ettim. görsellik harika olabilir, bazı teknoljik gelişim kurguları gerçekten etkileciydi ama böyle saçma bir hikaye örgüsü olamaz pardon ancak bir hollywood filminde olabilir.--- spoiler ---
(accelerated - 5 Ağustos 2010 21:36)
bu isimdeki filmde, güneş'e sağsalim varıp bir görev gerçekleştirmesi gereken gemiye "ikarus" ismi koymak inceden taşak geçmek değil midir? belediye'nin itfaiye araçlarına "neron-1", "neron-2" isimleri verdiğini düşünün.
(vecna - 4 Ekim 2010 08:39)
ingiliz bilimkurgu filmidir. zaten adi "sunshine" olan bir ingiliz filmi de ancak bilim kurgu olabilir.
(chapar - 1 Şubat 2011 20:09)
icarus i'e indiklerinde, ilk saniyelerde bilinçaltı reklamı verircesine gösterilen üç astronot kafası neydi yavrularım? *beni delirtmeye mi çalıyorsunuz? lost highway misiniz? cia misin şizofrengi?yine de son dönem bilimkurgunun cankuşlarından.
(goks - 19 Şubat 2011 05:37)
bu filmden çıkardığım ders;uzayda yedi yıldır skim skim salınıp yardım çağrısı gönderen bir gemi görürsen uzaklaş.
(asiksurat - 25 Haziran 2011 00:16)
etkileyici bir bilim-kurgu filmi.--- spoiler ---uzaya giden abilerin sırayla ölmesi teması burda da işlenmiş fakat olay aksiyon seviyesinde değil, tamamen psikolojik. bu psikolojik ortam bir süre sonra izleyenleri de etkiliyor. filmde türlü saçmalıklar olabilir ama değineceğim iki nokta olacak :1) o kadar uzay gemisi yapmışsın, aynalı janjanlı falan. insan içine bir tane mi botanik bahçesi yapar, yedeği yok mu abi bunun? sonra oksijen bitti, biter tabi allah'ın malı.2) o kadar bilimsel gözle izlediğimiz filmde tanrıyla konuşan arkadaş hiç olmadı. bir de net gözükmüyor bu arkadaş parazitli sürekli.--- spoiler ---
(coxcomb - 21 Mart 2011 19:26)
film tam olarak sınırda. gergin bir bilimkurgu atmosferini yaşatabilmesi sayesinde işin bilim ve kurgu taraflarındaki mantıksızlık ve diğer nahoşluklara eyvallah dedirtebilmenin sınırında. yani azıcık daha düşseler, saçmalıkların dozunu azıcık daha kaçırsalar çizginin zaman kaybı tarafına savrulacak, yaratılan atmosfer de filmi kurtaramayacak ama şu haliyle, zaten bilimkurgu adına kayda değer bir eser görebilmenin pek zor olduğu dönemlerde, izlenir, eleştirilir; daha iyileri için beklentiye girilir ve harcanan zamana hayıflanılmaz.--- spoiler ---mantıksız bulduğum yanları arasında sabah evden pantolonsuz çıkmak kadar aptalca bir şekilde kalkanların ayarlanmasının unutulması var. bu ciddi bir kurguya yakışmayacak bir durum. otomatik ayarlama mekanizmasını, korumanın zayıflayacağı bir rotanın sistem tarafından kabul edilmemesini falan geçtim; güneş'e doğru seyahat edilen böyle bir misyonda en önemli konu kalkanlardır. rotayla ilgili veya ilgisiz, yapılacak en ufak bir değişikliğin, atılacak her adımın koruma faktörüne etkileri göz önünde bulundurulur. örneğin, ticari bir gemide bile (uzay gemisi değil) ana makine olsun, yardımcılar olsun herhangi bir bakım tutum çalışması yapılacaksa bunun prosedürü zaten belirlenmiştir ve personel bunu takip eder. bu astronot arkadaşlar da normal şartlarda hazır bulunması gereken bir prosedürü takip edeceklerdir ve bu prosedür dümen kırmadan önce kalkanların ayarlanmasını ilk madde olarak içerecektir. bir uzay görevinde mürettebatın acil durumlar hariç kafasına göre iş yapması düşünülemez.bir diğer nokta, eğer güneş'e can suyu vermeye cüret edilen teknolojik seviye üzerinden bir kurgu yapıyorsan, bu misyonun neden insanlı olduğunu da bir zahmet açıklayacaksın. zira insan faktörü film boyunca işleri bozmak dışında bir şeye yaramadı. ve bir robot gemiyi uzayda bir yerden bir yere ulaştıracak, bir tetikleme mekanizmasını belli koşullar oluşunca otomatik olarak devreye sokacak teknoloji şu an bile mevcut. dünya'dan uzaktan kumandayla kontrol edilemiyorsa bile zamanı gelince düğmeye basması için başında adam göndermek en son akla gelecek şey olmalı. kurgu dahilinde buna bir cevap verilmeyince böyle açıkta kalmış.hele, uzay gemisinde cehennem kaçkını bir tiple karşılaşınca acil durum pozisyonu alıp mürettebatı haberdar etmek yerine "nasıl kıydılar sana, kurban olurum" diye şefkatle yanına gitmek nasıl bir astronotluk bilincidir hiç girmeyelim. güneş'i ellemek temalı son sahnelere hiç mi hiç değinmeyelim.yalnız -220 derecede alüminyum folyoya sarınıp uzun atlayış yapmak konusu göründüğü kadar saçma olmayabilir. ısı iletimi uzayda ancak radyasyon yoluyla olmalı. mesela, -220 derecedeki metale dokunur dokunmaz ölürsün elbette ama uzaya dokunamıyorsun, uzaya maruz kalmak direk uzayın sıcaklığına maruz kalmak değildir. madde olmayınca ses iletimi olmadığı gibi ısı iletimi de olmaz (radyasyon hariç). bu nedenle vücut ısısının kaybedilmesi sanıldığı kadar hızlı olmaz, hatta epeyi yavaş olabilir. bildiğim kadarıyla astronotların uzay yürüyüşlerinde falan kullandığı uzay elbiselerinde sıcaklığı koruyabilmek değil, ondan kurtulabilmek esas meseledir. vücutlarımız devamlı ısı üretip atmosfere veren enerji santrallerdir, uzayda da elbisenin fonksiyonlarından biri fazla ısıyı bir şekilde atabilmektir. bir anda çıplak olarak uzaya ışınlanan kişi öncelikle soğuktan değil basınçsızlıktan etkilenir. anında donarak değil, kısa bir zaman içinde iç basıncın bozulmasıyla ölür. filmdeki atlayış bu açıdan bakınca gerçekleştirilebilir bir aksiyon olabilir. fakat yine de siz bana güvenip uzay gemisinden atlamaya falan kalkmayın, uzman tavsiyesi alın derim. ben yanılıyor olabilirim.--- spoiler ---
(jvvd - 8 Temmuz 2013 02:20)
güzel bir bilim kurgu filmiydi. özellikle geminin bilgisayarı olan icarus'a hasta kaldım, filme kesinlikle çok büyük etkisi vardı. --- spoiler ---özellikle filmin sonlarına doğru oksijen bahçesi de yandıktan sonra, icarus'un ''you're dying'' derkenki ses tonu, sanki mürettabatına acıyormuşcasına konuşması, beni ''bu bilgisayarın duyguları var lan'' demeye sevketti. ancak filmde mantık hataları yok değil, hatta çok var. örneğin icarus 1'in kaptanı olan yarı yanmış amca oğlu icarus 2'nin gözlem odasındayken ve mürettabattan adını hatırlayamadığın fizikçi icarus'tan* tanınmayan bir kişinin gözlem odasında olduğunu öğrenmesine rağmen gözlem odasını kilitlemek, diğer mürettabata haber vermek gibi basit eylemler yerine direk gözlem odasına doğru koşması ve belasını bulması cidden saçmaydı. ortada bir komplo olduğunu biliyorsunuz, kimin yaptığını çözememişsiniz sadece. 4 kişi kalmışsınız, icarus size oksijenin yetmeyeceğini çünkü gemide bir mürettabatın daha olduğunu söylüyor. bütün sabotajların ardında o adamın olduğunu farketmek çok büyük zeka gerektirmiyor, bir de fizikçi olacaksın. eğer gözlem odası kilitlenseydi ve icarus'a tam güneş ışığı vermesi emredilseydi o adamı da rahatça öldürebilecektiniz. burdan nasa'ya sesleniyorum, astronotlarınızı iyi seçin lan.--- spoiler ---
(themuder - 5 Haziran 2012 16:37)
Yorum Kaynak Link : sunshine