Süre                : 28 dakika
Çıkış Tarihi     : 13 Ağustos 1933 Pazar, Yapım Yılı : 1933
Türü                : Kısa Film,Komedi,Müzik
Taglar             : Başlığında hak,Başlığında isim,male name in title,Dans pisti,duş
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  RKO Radio Pictures
Yönetmen       : Mark Sandrich (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Ben Holmes (IMDB),Mark Sandrich (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Phil Harris (IMDB)(ekşi), Walter Catlett (IMDB)(ekşi), Helen Collins (IMDB)(ekşi), June Brewster (IMDB)(ekşi), James Finlayson (IMDB)(ekşi)

So This Is Harris! ' Filminin Konusu :
So This Is Harris! is a short starring Phil Harris, Walter Catlett, and Helen Collins. Walter can't stand the singing of Phil Harris - unfortunately, he can't seem to escape it, even on the golf course. His golf partner sympathizes,...


Oyuncular
  • "(bkz: project reason)"
  • "deepak chopra ile beyin ve bilinc uzerinde ufak bir diyalogu olan norobilimci.sam harris vs. deepak chopra (debate): consciousness and the brain"
  • "ben stiller'in daha zeki, daha entellektuel olan versiyonu. okumak, dinlemek lazim."
  • ""the end of faith" kitabiyla farkli dinler arasindaki iliskileri sorgulayan, stanford mezunu yazar. (www.samharris.org)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    "dunya hakkinda insanlik olarak sahip oldugumuz her bilgi bir gecede yokolsa ne olurdu? 6 milyarlik nufusun hepsinin bir sabah devasa bir bilgisizlik ve kafa karisikligi icinde uyandigini hayal edin. kitaplarimizin ve bilgisayarlarimizin hemen yanibasimizda oldugunu ama onlari nasil kullanacagimiz konusunda en ufak fikrimiz olmadigini dusunun. dis fircalamayi ya da araba surmeyi hepimiz unutmus olsak... ilk olarak hangi bilgiye ulasmak isterdik? oncelikle, yiyecek ve barinak meselesini cozmek gerekecekti. bunun icin makinalari calistirmayi ve tamirlerini ogrenmeyi isteyecektik. ama bunlarin hepsinden once diger tum bilgileri edinmek icin bir yazi dili kurmamiz gerekecekti. bu insanligi yeniden kurmak icin gerekecek hayali caba esnasinda hangi noktada, isa diye birinin yasadigini ve bir bakireden dogdugunu, ve sonra olup tekrar dirildigini bilmek gundemimize girecekti? peki bu onermelerin dogrulugunu nerden bilecektik? elimizde mutlaka incil kopyalari olacakti, ancak kutuphanelerde yapilacak ufak bir gezinti bize eski zamanlardan bircok benzer onerme sunacakti: bereket tanricasi isis'in iki boga boynuzuna sahip olmasi, thor'un bir cekic tasimasi, marduk'un kutsal hayvanlarinin atlar, kopekler ve catalli dile sahip bir ejderha olmasi gibi. bu karisiklik icinde kimi sececektik? yehovayi mi shivayi mi? peki ardindan evlilik oncesi iliskinin gunah oldugunu nereden ogrenecektik? ya da zinakarlarin taslanmasi gerektigini?.....
    boyle bir durumda (kutuphane isini devralanlar) muhtemelen incil ve kuran'i antik edebiyat rafindaki eski misirlilarin oluler kitabi'nin yanina kaldiracaklardi...."

    sam harris
    "inanc'in sonu" sayfa 23-24


    (zarathustra - 30 Temmuz 2008 21:40)

  • comment image

    hemingway çanlar kimin çalıyor alooo da "milletlerin kendi kendilerini idare etmek haklarıdır, buna inanıyorum. fakat insan öldürmenin doğru olduğuna inanmamalısın. zorda kalırsan öldürmelisin ama bunun doğru olduğuna inanmamalısın. inanırsan her şey mahvolur." diyor. aynen bu şekilde işkenceye de uyarlanabilecek basit bir etik anlayış. hemingway in yazım tarzına da uygun, ekonomik bir argüman.

    soru basit bir soru: 1 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olacak bir bombanın sorumlusu elinde. elinde olan yalnızca o değil. bombacının o olduğuna dair kesin kanıtların da var. ama elinde olması gereken asıl şey, yani bombanın kendisi yok. bu durumda sayın bombacına işkence eder misin? benim için sorunun cevabı basit: tabii ki ederim. ederim ama bunun doğru bir şey olduğuna inanmam. o sırada kafamın içinden geçen şey büyük ihtimal "şu anda yapmakta olduğum şey kötü, ama birinin bu sorumluluğu üzerine alması gerekir olurdu."

    sam harris bu durumda sen haksızsın ibne'deki ibnenin ta kendisi oluyor. yaptığı şey işkence gibi, insanın evrene belki de en kötü armağanlarından olan bir korkunçluğu yumuşatmak. işkenceden bahsederken söze "ama" diye başlarsanız her şeyi mahvetmiş olursunuz. çünkü zaten asıl sorun 1 milyon kişiyi yok edecek bombayı imha etmek değil, 1 milyon kişiyi öldürmenin gerekli ve haklı olduğunu düşünen insanların gerekçelerini yok etmek. bu dinler yok olsun diyerek zamanda yolculuk yapıp muhammed'i ya da isa'yı öldürmeye benziyor. muhammed'i yaratan geçmişi, dönemin sosyal ve politik durumunu, gündelik yaşantıyı ve tüm diğer şartları yok etmeden ya da değişikliğe uğratmadan yapabileceğiniz şey dini yok etmek değil, ertelemek ya da birtakım değişikliklere uğratmak olur çünkü.

    diyelim ki bunların hepsini bir kenara koydunuz ve diyorsunuz ki dünyada zaten kötülük var. işkence de insanın bir gerçeği. e o zaman da bırakın o 1 milyon kişi ölsün. son tahlilde bombacı da, bombası da, sam harris de bu dünyanın gerçeği.


    (thomas - 28 Şubat 2011 13:08)

  • comment image

    harris'in kendi pozisyonunu nasil gerekcelendirdigini bilmesem de iskencenin "acikliginin" söyle makul bir savunmasini düsünebiliyorum: bir dügmeye basarak binlerce kisinin hayatina kiyan insan ahlaki bir kaygi yasamamaktadir. fakat bu insanin esas gercegi, tüm cekincelerden siyrilmis hoyrat bir siddet eylemini gerceklestirmesi degil, gerceklestirdigi eylemin, görece olarak seffaf bir prosedür icerisinde düzenlenmis olmasidir. aynisi iskence icin gecerli degildir. iskence, gerekliligi ölcüsünde yapilir, kinandigi ölcüde kapali kapilar arkasinda ve sinirlari hic belirlenmeksizin yapilir. bu "kapali kapilar" gercekligi, iskenceyi "dügmeye basip adam öldürme"deki gibi belli prosedürler icerisinde ve sinirlar cizerek yapma imkanini elden alir. hukuksuz alanlar yaratilip her türlü prosedüral seffafliktan uzak isler cevrilir. dahasi iskenceyi yapanlar yetkilerini asma konusunda hesap sorulamaz hale gelirler veya ölcüsüz bir hesap sormanin rastgele objesi haline gelirler. iskenceyi "acik acik", "egri dogru" tartismaya acmak kanunsuz ve kapali kapilar ardinda bir alt dünya kurmak yerine iskenceyi de "bürokratiklestirme" cabasi gibi görünüyor bana. bürokratiklestirmenin getirileri de bellidir: hesap sorulabilirlik, sürecin belli basli alt süreclere bölünmesi, vs.vs.

    kisaca: "gelin itiraf edelim" pespayeliginden cok, hukukun ulasmadigi, devletin karanlik isler cevirdigi bir alani beklenmedik bir acidan "seffaflastirma" denemesine benziyor harris'in yaptigi. yani: mesrulastirmak, normallestirmekten ziyade "ehlilestirmek", belki. gibi gözüktü bana. öte yandan cok soyut bir muhabbet oldugu ve iskencenin sadece "hayat kurtaracak bilgi almak" adina kullanilan birsey olmadigi da göz önünde bulundurulursa, bu tarz konulari böyle reel siyasetten uzak konusmanin mide bulandiriciligini da göz ardi edemeyiz elbet.


    (bir takim dis mihraklar - 28 Şubat 2011 19:55)

  • comment image

    "... this is what distinguishes science and philosophy from religion. respecting one’s elders, however brilliant, is no substitute for making sense."
    yani
    "... bilim ve felsefeyi, dinden ayıran şey budur. kendinden öncekilere saygı, her ne kadar akla yatkın da olsa, mantıklı olanın yerini almaz."
    demiş düşünür. [blogu]


    (john david jackson - 10 Haziran 2011 23:33)

  • comment image

    "mantıksal gerekçelere dayanmayan birçok inanç barındıran insanlara isimler yakıştırırız. inançları oldukça yaygın olduğundaysa bunlara 'dinsel' deriz. eğer bunun aksi olsaydı bunlara 'çılgınlık', 'psikoz' ya da 'yanılgısal' dememiz daha olası olurdu... hiç şüphesiz ki aklıselimler sayıca fazladır ve yaratıcının yatak odası pencerenize yağmur damlalarını mors alfabesiyle çarptırarak sizinle iletişim kurduğuna inanmak zihinsel bir hastalığın kesin ıspatı olurken, bu yaratıcının düşüncelerinizi duyabildiğine inanmanın toplumumuzda normal olduğunun düşünülmesi aslında basit bir tarihsel kazadır. böylelikle dindarlar genelde çılgın olmazken, öz inançları tamemen öyledir."

    the end of faith adlı kitabından.


    (hidirxuaye - 17 Haziran 2011 13:37)

  • comment image

    ted'de "bilim ahlaki soruları yanıtlayabilir" isimli konuşmasında, iyilik-kötülük, doğru-yanlış ile ilgili soruların bilim yardımı ile cevaplanabileceğini gösteriyor, insani değerleri şekillendiren ve yaşamın iyi olduğunu belirleyen ahlaki konularda bilimin bir otorite olabileceğini hatta olması gerektiğini öne sürüyor.
    http://www.ted.com/…ence_can_show_what_s_right.html


    (nesnel secim - 31 Aralık 2011 13:19)

  • comment image

    yazdığı tuğla gibi kitaplarının kendisini okumak dururken insanların wikipedia'dan, oradan buradan 3. veya 4. el çarpık bilgi ve dolaylı yorum ile anladığını sandığı, sonra da kalkıp "kitabını okumadım ama galiba şunu demek istiyor" diye zırvaladığı adam. mantık insanı.

    arkadaş sevmiyorsan da bok atma, kitabı oku öyle de ne diyeceksen. adam üşenmemiş, her biri ayrı birer tuğla gibi yazmış. izah etmiş. oku bir zahmet.


    (raj - 3 Şubat 2014 23:01)

  • comment image

    nisan 2012 tarihinde global atheist convention'da yapmis oldugu "death and the present moment" konusmasinin su bolumu ile hayati algilama seklimi butunuyle degistirmis yazar.

    "don’t you know that there’s going to come a day when you’ll be sick, or someone close to you will die and you will look back on the kinds of things that captured your attention, and you’ll think ‘what was ı doing?’. you know this and yet if you’re like most people, you’ll spend most of your time in life tacitly presuming you’ll live forever. like, watching a bad movie for the fourth time or bickering with your spouse. these things only make sense in light of eternity. there better be a heaven if we’re going to waste our time like this.

    there are ways to really live in the present moment. what's the alternative? ıt is always now. however much you feel you may need to plan for the future, to anticipate it, to mitigate risks, the reality of your life is now. this may sound trite... but it's the truth... as a matter of conscious experience, the reality of your life is always now. ı think this is a liberating truth about the human mind. ın fact, ı think there is nothing more important to understand about your mind than that if you want to be happy in this world. the past is a memory. ıt's a thought arising in the present. the future is merely anticipated, it is another thought arising now. what we truly have is this moment. and this. and we spend most of our lives forgetting this truth. repudiating it. fleeing it. overlooking it. and the horror is that we succeed. we manage to never really connect with the present moment and find fulfillment there because we are continually hoping to become happy in the future and the future never arrives.

    even when we think we are in the present moment we are in very subtle ways looking over its shoulder anticipating what's coming next. we're always solving a problem. and it's possible to simply drop your problem, if only for a moment and enjoy whatever is true of your life in the present... this is not a matter of new information or more information. ıt requires a change in attitude. ıt requires a change in the attentiveness you pay to your experience in the present moment."

    http://www.youtube.com/…s&feature=youtu.be&t=19m32s

    ***duzetlme;
    sam harris'in kuresel ateist kurultay'inda yaptigi "olum ve suan" adli konusmasinin ingilizce metninin cevirisini soran bir arkadas icin elimden geldigince anlamli turkce cevirisini yapmaya calistim. cevirmen degilim, isin ustasi degilim, hatalarim olabilir, zaten bu yuzden orjinal metni paylasmistim, ama daha fazla ogrenmek isteyen kendi de arastirabilir, bu ceviri butun anlamindan cok benim ne anladigim gibi biseydir o yuzden hata varsa affola. daha iyisini anlamak icin orjinal metin uzerinden gidilmesini tavsiye ederim.

    "bugunun gelecegini bilmiyor muydun? hastalanacaksin ya da sana yakin birisi olecek ve geriye donup neler hatirladigina bakinca sunu dusuneceksin *"n'apiyordum ben?"

    bunu biliyorsun ama cogunluk gibi hayatini fark etmeden sonsuza dek yasayacakmis gibi geciriyorsun. kotu bir filmi dort defa izleyerek ya da esinle laf dalasina girerek. boyle seyler ancak sonsuzlukta anlam kazanir. eger vaktimizi boyle seylerle harcayacaksak, cennet denen sey varsa gercekten iyi olur.

    su ani yasamanin bir suru yolu var. baska alternatif nedir? daima su an. her ne kadar gelecek icin plan yapmayi, beklenti icine girmeyi, riskleri azaltman gerektigini hissetsen de hayatinin gercekligi su an*. bu dediklerim kulaga basmakalip gelebilir. ama gercek, bu. hayatin bilincli deneyimine dayanarak konusursak, hayatinin * gercekligi daima "simdi". sanirim insan aklini ozgur kilacak olan gercek de bu. ısin dogrusu, anlamamiz gereken bundan daha onemli bir sey yok eger bu dunyada mutlu olmak istiyorsak. gecmis sadece bir hatira. suanda meydana gelen bir fikir. gelecek, sadece bir tahmin. baska bir dusunce "suan"da beliren. gercekten var olan tek sey, su an.* ve bu.* vaktimizin buyuk cogunlugunu bu gercegi unutarak yasiyoruz. ınkar ederek, oteye sivisip uzaklasarak, gormezden gelerek. ve korkulan sey bunun gerceklesmesidir. asla su ana baglanip icinde memnun olmayi beceremiyoruz, surekli gelecekte bir gun mutlu olacagimizi umuyoruz ve o gun asla gelmiyor.

    suani yasadigimizi sansak bile hala bundan sonra ne olacagina uzaktan bakip hafiften gozden geciriyoruz. surekli bir sorunu cozuyoruz. ve sorunlarini basitce kenara birakmak mumkun, sadece bir anligina hayatinin sana sundugu gerceklik her ne ise sadece bu andan keyif aliyorsan. bu yeni bir bilgi ya da daha fazla bir bilgilendirme meselesi degildir. bu sadece tutumda* degisiklik gerektirir. su an icinde bulundugun ana verdigin dikkatin* degismesini gerektirir."


    (sacmalog - 13 Şubat 2014 09:54)

  • comment image

    ''george bush, her gün tanrı ile konuştuğunu söylüyor ve insanlar bu yüzden onu seviyor. eğer george bush, tanrı ile saç kurutma makinesi aracılığıyla konuştuğunu söyleseydi onun deli olduğunu düşünürlerdi. saç kurutma makinesinin eklenmesi, bunu nasıl daha da saçma yapar anlamış değilim'' sözlerinin sahibidir.


    (mehyanede sabahlayan adam - 6 Mart 2014 01:45)

  • comment image

    son günlerde yaşanan israil-filistin olayına dair yayımladığı "neden israil'i eleştirmiyorum?" isimli harika analizini podcast olarak dinleyebileceğiniz filozof, nörobilimci, ünlü ateist.

    not: bu podcast'inin oldukça eleştiriler almasından sonra kendisi, yine aynı link altında açıklamalı bir şekilde incelemesini sunmuştur. bu açıklamalı analizinin türkçe çevirisini buradan sunmak istedim:

    -----------------------------

    "inancın sonu" (the end of faith) adlı kitabın yazarı sam harris, israil-filistin hakkında fikirlerini bir podcast yayınında belirtti. eleştiriler alması sonucunda da söylediklerini yazılı hale getirip tartışmalı kısımlara bazı notlar ekledi, kullandığı başlık da yanlış anlaşılmalara yol açtı. podcast'i buradan dinleyebilirsiniz: http://www.samharris.org/…y-dont-i-criticize-israel (ek notları ise buradan okumanız gerekmektedir). kendisiyle hemfikir olmanıza gerek yoktur, ama yine de anlayabilmeniz açısından zahmet edip söylediklerini çevirdim. buradaki makaleye benzer fikirleri daha özet bir şekilde dile getiren şu yazıyı da okuyabilirsiniz: ali a. razi - 7 things to consider before choosing sides ın the middle east: http://www.huffingtonpost.com/…_8056_b_5602701.html . aynı zamanda sam harris'in islam konusundaki samimi görüşlerini de buradan okuyabilirsiniz: http://www.samharris.org/…nd-the-misuses-of-ecstasy

    sam harris - neden israil'i eleştirmiyorum?

    bir dizi soru için bir podcast yapacaktım, ama aynı konu üzerinde o kadar çok sayıda soru aldım ki burada tek seferde yanıtımı vereceğim, ve #banaistediğinizisorun yayınını bir başka sefer yaparız.

    şimdiye kadar bana yöneltilen sorunun bunlar gibi birçok farklı şekilleri bulunmaktadır: "neden hiçbir zaman israil'i eleştirmiyorsun? neden hiçbir zaman museviliği (judaism) eleştirmiyorsun? neden filistinlilerden çok israil'in tarafını tutuyorsun?"

    şimdi, birçok sebebe dayanarak bu gerçek anlamda hem sıkıcı hem de moral bozucu bir sorudur. ilk olarak, hem israil'i hem de museviliği eleştirmiştim. insanları üzen şey ise biraz orantılı davranmaya çalışmamdan kaynaklanıyor. şu an itibariyle dünya üzerinde yaklaşık olarak 15 milyon yahudi bulunmaktadır; bunun yüz katını ise müslümanlar oluşturmaktadır. hahamlarla tartıştım, ve dualarımızı duyabilen bir tanrıya inandıklarını varsaydığım da, cümlemi yarıda keserek şunları söylediler: "neden duaları duyabilen bir tanrıya inandığımı düşünüyorsun ki?". yani öyle hahamlar -muhafazakar hahamlar- var ki, o'nun (tanrının) hakkında en sağlam iddiaları ve aynı zamanda insan davranışları üzerine neredeyse her sağlam isteği bile dışlayacak kadar tanrı'nın esnek olduğuna inanıyorlar. ve milyonlarca yahudi var, gerçek anlamda milyonların arasındaki birkaç milyonunda, kendileri için museviliğin önemli olmasına rağmen ateistler. tanrıya hiçbir şekilde inanmıyorlar. bu gerçekten museviliğin içerisinde bulunabileceğin bir pozisyondur, ama bu islam ve hristiyanlık için bütünüyle geçersizdir. bu yüzden kutsal metinler üzerine kurulu irrasyonel insanların neticeleri hakkında konuşunca, yahudiler suçluların azınlığını oluşturmaktadır. ama musevilik hakkında birçok kez eleştirisel şeyler dedim. şunu size hatırlatayım ki, ibrani incil'in (hebrew bible) bölümleri -levililer, mısır'dan çıkış, yasa'nın tekrarı gibi kitaplar- en itici ve bir dinde bulunabilecek en hasta ve etiksiz dokümanlardır. kur'an'dan bile berbattılar. yeni ahit'in (new testament) herhangi bir bölümünden bile beterdirler. ama gerçek şu ki, yahudiler bunun farkında ve bu metinleri ciddiye almıyorlar. yahudilerin ve birçok israillinin kutsal metinler tarafından yönendirilmediği bir gerçektir, ve bu iyi bir şeydir.

    tabi, yönlendirilen bazı kimseler de vardır. yahudilerin arasında muhafazakar dindarlar bulunmaktadır. şimdi, bu insanları gerçekten tehlikeli buluyorum, ve inançları da kendini adamış müslümanların inançları kadar bölücü ve yersizdir. ama böylesine insanların sayısı fazla değildir. aranızda israil hakkında hiç eleştirisel bir şey söylemediğime dair endişe duyanlar için: israil üzerine olan görüşüm paradokslu sayılabilir. kararsız kaldığım bazı sorular olmaktadır. ve pozisyonum hakkında, sanıyorum ki, herkesi gücendirecek bir şey vardır. bu yüzden, bu konu hakkında söyleyebileceğim herhangi bir şeyin yersiz olduğunu kabul ederek, yine de birkaç dakika boyunca sesli bir şekilde düşüneceğim.

    israil'in bir yahudi devleti olarak var olması gerektiğini düşünmüyorum. bir din çevresinde organize olan bir devletin açık saçık, irrasyonel ve gereksiz olduğunu düşünüyorum. bu yüzden orta doğu'da bir yahudi anayurdun olduğu fikrini kutlamıyorum. incil'e dayanarak emlakçılık üzerine herhangi bir yahudi iddiasını kesinlikle savunmuyorum. [not: bu paragrafı tekrar okuyun]

    israil'in bir yahudi devleti olarak var olmasının gerekmediğini söylesem bile, böylesine bir devletin gerekçesi rahatça bulunabilmektedir. dünyanın geri kalanının neredeyse her fırsatta yahudileri katletme isteğine hevesle baktığı gerçeğine bakmamız yeterlidir. yani bir dinin mensuplarını koruyacak şekilde organize edilmesi gereken bir devlet varsa, o da bir yahudi devleti olmalıdır. şimdi, israil'in dostları bunun oldukça ılık bir savunma olduğunu söyleyebilir, ama bu elimdeki en ikna edici olanıdır. dindar bir devlet fikrinin eninde sonunda savunması olamayacak bir şey olduğunu düşünüyorum. [not: ancak dikkate değer bir gözlem vardır, o da israil'in suudi arabistan'ın ve pakistan'ın "müslüman" olduğu kadar aynı derecede "musevi" olmadığıdır. dostum jerry coyne'ın da belirttiği gibi (bakınız: http://whyevolutionistrue.wordpress.com/…-conflict/) israil abd'ye oranla daha az dindardır, ve anayasası da dinden özgürlüğe garanti altına almaktadır. israil bir teokrasi (din yönetimli) değildir, ve musevi kimliği de dini olmaktan çok kültürel olduğu söylenebilir. ancak, yahudilere britanya kolombiyası'nda bir yuva teklifi gelme durumunda neden oraya taşınmayacaklarını sorsaydık, o zaman düşüncelerinde dinin hala nasıl bir rol oynadığını görmüş olurduk]

    söylemeye gerek yoktur ki, bir yahudi devleti olarak topraklarını savunmasında, israil hükümeti ve israililerin kendileri korkunç şeyler yapmıştır. filistinlilere karşı yaptıkları ve şimdi de yaptıkları gibi savaşlarda savaşıp büyük oranlarda masum hayatların kayıplarına sebep olmuşlardır. son haftalarda gazze'de militanlardan çok siviller öldürülmüştür. bu bir sürpriz değildir çünkü gazze dünya üzerinde nüfus açısından en yoğun yerlerden biridir. onu işgal etmek, içerisinde savaş etmek, kadın ve çocukların ve diğer militan-olmayanların öldürülmesini garanti etmektedir. ve israillilerin birçok savaşta savaş suçlarına teşkil eden birçok şey yaptığı konusunda pek kuşku yoktur. bu süreç içerisinde gaddarlaştılar -yani bunun tarafından vahşi oldular. ama bunun nedeni daha çok düşmanlarının karakterinden kaynaklanmaktadır. [not: israil'e burada savaş suçlarına dair bir mazeret göstermiyordum. sıkışık bir alanda birçok savaşta yer alarak terörizmin tehdidi altında sürekli yaşamanın gerçeği hakkında bir şeye değiniyordum]

    israilliler ne tarz korkunç şeyler yapsa da, filistinlilere karşı savaşırken biz amerikalıların ya da batı avrupalıların kendi savaşlarımızda kullandığımız sınırlardan daha fazlasını kullandıkları da bir gerçektir. saldırganlarına karşı kendilerini savunurken dünya-çapındaki dikkatli incelemelere başka hiçbir toplulukta olmadığı kadar katlanmışlardır. israilliler farklı bir standarda tabi tutulmaktadır. ve kendilerine karşı dünya tarafından yapılan kınamaların seviyesi gerçekte yaptıklarına oranla fazlasıyla abartılıdır. [not: bizim dikkatsiz olduğumuz zamanlara oranla daha dikkatli olduklarından dolayı israillilerin eleştiriye tabi tutulamayacağını belirtmiyorum. savaş suçları her zaman savaş suçları olarak kalacaktır]

    israil'in halka ilişkiler mücadelesini kaybettikleri açıktır ve bu senelerdir sürmüştür. gazze'deki mevcut savaş hakkında dışarıdan gözlemleyenlerin en inciti şeylerden biri de filistin tarafındaki aşırı kayıplar hakkındadır. bu ahlaksal açıdan pek anlamlı değildir. israil vatandaşlarını bombalardan korumak için sığınaklar yaptı. filistinliler terörlerini sürdürebilmek ve israillileri kaçırabilmek için tüneller kazdı. israil nüfusunu savunmalı bir savaşta başarıyla koruyabildiği için suçlanmalı mıdır? pek sanmıyorum. [not: militan-olmayan filistinlilerin ölümlerinin trajik olmadığını belirtmiyorum. ama hamas'a karşı öç almak masumların da öleceği anlamına da geliyorsa, ve bu süreçte israilliler kendi sivillerini koruyabiliyorsa, o zaman filistin tarafındaki kayıp masum hayatların fazla olacağı kaçınılmazdır]

    ancak gazze'den gelen fotoğraflara -özellikle şarapnel tarafından delik deşik olan çocuk ve bebekler- bakarak bunun korkunç olmadığını düşünmek olanaksızdır. şu ana kadar bu kötülüğün sebebi israillilerdir, ve onları desteklemek de imkansız gibi görünmektedir. ve filistinlilerin bu işgal altında onlarca senedir korkunç bir şekilde acı çektikleri konusunda da şüphe yoktur. israil'in eleştirmenlerinin çoğu işte bu noktada takılı kalmaktadır. bu görüntüleri görüyorlar, ve israil'i bebekleri öldürdüğü ve sakatladığı için suçluyorlar. işgali görüyorlar, ve israil'in gazze'yi bir esir kampına çevirdiği için suçluyorlar. bu çatışmanın asıl etkilerine bakamamanın ve her iki taraftaki insanların niyetlerini anlayamamanın başarısızlığından doğan bir tür ahlaksal illüzyon olduğunu düşünüyorum. [not: katledilen çocukların dehşetinin bir ahlaksal illüzyon olduğunu söylemiyorum, yada işgal altındaki filistinlilerin acı çekişlerini küçümsemiyorum. sadece israil'in tüm bu acılar için başlıca olarak suçlanamayacağını iddia ediyorum]

    gerçek şu ki israil ve düşmanı arasında açık, inkar edilemez ve önemli bir ahlaki fark vardır. israilliler kendilerine karşı açık bir biçimde soykırım niyeti taşıyan insanlar tarafından çevrelenmişlerdir. hamas'ın sözleşmesi gayet açık sözlü bir soykırım içeriğine sahiptir (bakınız: http://avalon.law.yale.edu/20th_century/hamas.asp). kur'an'ın kehaneti üzerine kurulu olarak dünyanın yahudi kanı için haykıracağı ve ağaçların ve taşların "ey müslüman, benim arkamda bir yahudi var. gel ve onu öldür" diyeceği bir zamanın gelmesi için sabırsızlanıyor. bu siyasi bir dokümandır. filistinlilerin çoğunluğu tarafından güçlü bir konuma getirtilen bir hükümetten söz ediyoruz. [not: evet, her filistinlinin hamas'ı desteklemediğini biliyorum, ama onları güçlü bir konuma getirecek kadar da yeterli sayıda kişi olmuştur. hamas uç fikirleri olan bir azınlık değildir]

    islam dünyasında yahudiler hakkındaki konuşmalar oldukça şaşırtıcıdır. ortada sadece yahudi soykırımın inkar edilmesi (holocaust denial) değil, aynı zamanda böyle bir soykırımın yer alması için fırsat verildiğinde yapılacağı söyleniyor. yahudi soykırımının yer aldığını inkar etmekten daha iğrenç bir şey varsa o da bu soykırımın keşke gerçek olmasını dilemektir; yani "öyle bir şey olmadı, ama fırsat bulduğumuzda, bunu başaracağız". şehit olmanın şerefli bir şey olduğunu ve yahudilerin öldürülmesi gerektiği üzerine beş-yaşındaki-çocuklar için çocuk programları bulunmaktadır. ve işte bu israil ile düşmanları arasındaki ahlaki farkın ana noktasını göstermektedir. ve bu "inancın sonu" (the end of faith) adlı kitabımda söz ettiğim bir şeydir. bu ahlaki farkı görebilmek için, her iki tarafının da güce sahip olduklarında bu güçle neler yapacağını sormanız gerekir. yahudiler her istediklerini yapabilirlerse, o zaman filistinlilere neler yaparlardı? açıkçası bu sorunun yanıtını biliyoruz, çünkü neredeyse her istediklerini zaten yapabiliyorlar. israil ordusundaki herkes gazze'deki herkesi yarın öldürebilir. peki bu ne demektir? sahile bir bomba bırakıp dört tane filistinli çocuk öldüğünde, ki bu geçen hafta oldu, bu neredeyse kesin olarak bir kaza olduğu anlamına gelmektedir. çocukları hedef almıyorlar. istedikleri kadar çocuğu hedef alabilirlerdi. her seferinde bir filistinli çocuk öldüğünde, israil uluslararası bir aşağılık konuma daha da yaklaşıyor. bu yüzden israilliler çocukları ve diğer militan-olmayanları öldürmemek için gayret ediyor. [not: deminki cümlede "bu yüzden" kelimeleri üzücü ve yanıltıcıdır. israil'in uluslararası itibarını korumak için çocukları öldürmemenin tek (yada ana) sebebi olduğunu öne sürmüyorum. ama yine de değindiğim nokta geçerliliğini koruyor: israil'e alçak niyetleri özelliğini yakıştırmak isteseniz de, filistinli çocukları öldürmemek kendi çıkarı için gerekli olduğu açıktır]

    şimdi, bazı israilli askerlerin baskı altında delirip taş-atan çocuklardan oluşan kalabalığın arasına ateş açması mümkün müdür? elbette. böyle davranan askerleri savaşların ortasında her zaman görebilmek mümkündür. ama bunun israil'in genel niyeti olmadığını biliyoruz. israil'in militan-olmayanları öldürmek istemediğini biliyoruz, çünkü istedikleri kadarını öldürebilirler, ki bunu da yapmıyorlar. peki filistinliler hakkında neler biliyoruz? eğer bu güç konumu tam tersi olsaydı, filistinliler israil'deki yahudilere neler yapardı? bizlere zaten neler yapacaklarını söylediler. nedense, israil'in eleştirmenleri hamas gibi bir grubun kötülüklerine inanmak istemiyorlar, bu kötülükleri açık bir şekilde açıklasa bile. 20'inci yüzyılda zaten bir yahudi soykırımı ile bir sürü başka soykırım yer aldı. insanlar soykırım yapabilme potansiyeline sahiptirler. soykırım yapma niyetinde olduklarını söylediklerinde, onlara kulak vermeliyiz. filistinlilerin israil'deki tüm yahudileri fırsat varken öldürebileceklerine inanmak için her tür sebep vardır. her filistinli soykırımı destekler miydi? elbette hayır. ancak büyük bir çoğunluğu -ve dünyadaki birçok müslüman- desteklerdi. söylemeye gerek yoktur ki, sadece hamas değil ama genel olarak filistinlilerin en şoke edici şekillerde masum militan-olmayanları hedef aldıklarına dair bir geçmişleri var. kendilerini otobüslerde ve restoranlarda havaya uçurdular. gençleri katlettiler. olimpik sporcuları öldürdüler. şimdi de sivillerin olduğu bölgelere gelişigüzel roketler atıyorlar. ve tekrardan, gazze'deki hükümetin sözleşmesi açık bir şekilde yahudileri sadece israil'de değil ama her yerde yok etmek istediklerini belirtmektedir. [not: ve yine her filistinlinin hamas'ı desteklemediğinin farkındayım. aynı zamanda işgalin ve savaştaki sivil kayıpların boyutuna bağlı olarak filistinlilerin kızgınlığını arttırdığı gerçeğini de yok saymıyorum. ama filistin terörizmi (ve müslümanların yahudi-karşıtlığı) bir arada barışçıl bir şekilde yaşamayı imkansız kılmıştır]

    gerçek şudur ki israil ile düşmanları arasındaki ahlaki dengesizliği anlamak için bilmeniz gereken her şey insan-kalkanları (human shields, yani insanları kendini korumak için bir kalkan olarak kullanmak) konusu tarafından anlaşılmaktadır. insan-kalkanlarını kimler kullanıyor? hamas bunu kesinlikle yapıyor. roketlerini yerleşimlerin olduğu mahallelerden, okul yakınlarından, hastane yakınlarından ve cami yakınlarından atmaktadırlar. yakın zamandaki diğer çatışmalarda (ırak ve başka yerlerde) yer alan müslümanlar da insan-kalkanlarını kullanmışlardır. aynı zamanda tüfeklerini kendi çocuklarının omuzlarına dayayarak arkalarında bulunup ateş etmişlerdir. insan-kalkanları kullanmanın ve onlar tarafından gözün korkutulması arasındaki ahlaki farkı bir göz önünde bulundurun. burada bahsettiğimiz fark işte budur. bizim de olmamız gerektiği gibi, bu çatışmalarda müslümanların insan-kalkanlarını kullanmasıyla israilliler ve diğer batı güçleri caydırılmıştır. eğer engelleme gibi bir seçeneğiniz varsa, ahlaki açıdan militan-olmayanları öldürmek iğrenç bir şeydir. düşmanına ulaşabilmek için çocukların bedenlerinin arasından ateş etmek de iğrenç bir şey olduğu kesindir. ama bir anlığına böyle bir davranışın ne kadar da rezil bir şey olduğunu bir düşünün. ve bunun ne kadar da küçümser bir şey olduğunu anlayın. müslümanlar dinleri tarafından sadece kötülenen ve savaştıkları bu kafirlerin kullandıkları müslüman insan-kalkanları tarafından engellenebileceği varsayımına (daha doğrusu gerçeğe) dayanarak hareket ediyorlar. yahudilerin maymunlardan ve domuzlardan geldiklerini düşünüyorlar ve nasıl oluyorsa müslüman olan militan-olmayanları öldürmeyecekleri gerçeğine güveniyorlar. [not: bu paragraftaki "müslüman" kelimesi batı güçlerinin ırak, afganistan ve başka yerlerde karşılaştıkları türden "müslüman militanları" anlamına gelmektedir. "cihatçı" (jihadist) kelimesi çok dar kapsamlı olurdu, ama tüm müslümanların insan-kalkanlarını desteklediklerini ya da yahudi-karşıtları olduklarını ya da batı'yla bir savaşta vs olduklarını söylemiyorum]

    şimdi rollerin tam tersi olduğunu bir hayal edin. filistinlileri engelleyebilmek için israillilerin insan-kalkanlarını kullanmasının ne kadar da akılsızca ve tuhaf olacağını bir düşünün. bazıları bunu zaten yaptıklarını iddia etmektedir. israilli askerlerin tehlikeli bölgelere giriş yaptıklarında filistinli sivilleri önlerine koyduklarına dair raporlar vardır. bu berbat bir davranıştır. bunun bir savaş suçu olduğuna dair kuşku yoktur. ama israillilerin kendi kadın ve çocuklarını insan-kalkanları olarak kullandıklarını bir hayal edin. elbette bu saçma olurdu. filistinliler herkesi öldürmeye çalışıyor. kadın ve çocukları öldürmek planın bir parçasıdır. rolleri burada tersine çevirmek acayip bir monty python komedi skeçine dönüşürdü. eğer orta doğu'daki çatışma hakkında konuşacaksanız, bu farkı göz önünde bulundurmanız gerekiyor. bundan daha şoke edici ve önemli bir etik eşitsizliğini gösterecek başka bir yerin olduğunu düşünmüyorum. ve gerçek şu ki, bu mücahitlerin yapabilecekleri en kötü şey bile değildir. hamas diğer mücahit gruplarına kıyasla hemen hemen orta dereceli bir organizasyondur. çocukların -yani müslüman çocukların- olduğu bir kalabalıkta kendilerini patlatan müslümanlar var, sırf kendilerine şeker dağıtan amerikan askerlerine karşı gelebilmek için. sağ kalanların olduğu hastaneye de bir başka intihar bombacısını gönderebilmek için intihar bombalarında bulundular, böylece yaralananları ve onların hayatlarını kurtarmaya çalışan doktor ve hemşireleri de yanlarında götürebiliyorlar. her gün israilli bir roketin yoldan sapmış olduğunu ya da israilli askerlerin masum bir genci dövdüğünü okuyabildiğiniz kadar, ırak'ta yolun kenarında hristiyan ve müslüman olan insanlara işkence eden ışid (ırak şam islam devleti) hakkında okuyabilirsiniz. bu suçların karşısında islam dünyasındaki öfke nerededir? avrupa'nın başkentlerinde ışid'e karşı 10,000 ya da 100,000'den oluşan gösteriler nerededir? israil yanlışlıkla bir düzine filistinliyi öldürürse bütün islam dünyası ayağa kalkıyor. ama allah korusun bir kur'an'ı yakarsanız ya da bu inanç hakkında açık bir biçimde eleştirisel bir kitap yazarsanız kim bilir neler olur. ama yine de müslümanlar kendi topluluklarını yok edebiliyor ve batı'yı yok etmeye dört gözle bakabiliyorlar, ve tek bir sesin (itirazın) bile çıktığını göremiyorsun. [not: elbette ışid gibi grupları kınayan müslümanların olduğunun farkındayım. vurgulamak istediğim şey küresel cihada karşı büyük protestolar göremiyoruz, bu diğer kişilere oranla müslümanları daha çok hedeflese bile. ama bu tarz protestoların danimarkalı karikatürleri (peygamber muhammed'i resmeden çizimler) gibi şeyler için yapıldığını görebiliyoruz]

    yani bana öyle görünüyor ki, burada israil'in tarafında olmanız gerekiyor. bir taraf hedeflerini başarabilirse komşularıyla barışçıl bir şekilde yaşamaya çalışıyor, diğer taraf ise kutsal topraklarda yedinci yüzyıla ait bir teokrasiyi uygulamaya çalışıyor. böyle bağdaşmayan fikirlerde barış bulunamaz. bu israillilerin belirli davranışlarını kınamayacağınız anlamına gelmiyor. ve elbette israil ile düşmanları arasındaki ahlaki eşitsizliği orta doğu'da israil'in var olma sorununa yönelik bir çözüm de sunmuyor. [not: israil'in eleştirilemez olduğunu ya da gazze'ye yaptığı baskının haklı olduğunu öne sürmüyorum. ya da statüko'nun (şimdiki durumun) filistinlilerin devletsiz kalması gerektiğini söylemiyorum. ve kesinlikle itiraz edilen topraklarda yerleşim alanların inşaatının (aşağıda da belirttiğim gibi) desteklenmesi gerektiğini belirtmiyorum. "israil'le taraf almak"la kastım bu çatışmadaki ana saldırganların olmadıklarını kabul etmemdir. onlar daha çok saldırganlığa karşı kötü sonuçlar doğuracak şekilde karşılık veriyorlar]

    kabul ediyorum ki yahudilerin bir kısmı kendi dini histerisi ve kendi kehanetleriyle hareket ediyorlar. bazıları itiraz edilen topraklarda mesih'in gelişini bekliyorlar. evet, bu insanlar tanrı adına kendi çocuklarının kanını feda etmeye hazırlar. ama çoğu zaman museviliğin şimdiki durumunun ya da israil hükümetinin temsilcileri değildirler. ve israil'in bu insanlara -yani kendi dindar manyaklarına- karşı nasıl davranacağı gerçek anlamda ahlaki bir üstünlüğe sahip olup olmadığını belirleyecektir. ve israil onları güçsüzleştirmek için daha fazlasını yapabilir. ultra-ortodoksların yanılgılarına para desteği vermeyi kesebilir ve itiraz edilen topraklarda yerleşim alanların inşa edilmesini durdurabilir. [not: bunu tekrar okuyun. ve evet, tüm yerleşenlerin ultra-ortodoks olmadıklarını anlıyorum]

    bu topraklara olan bağdaşmaz dini eklentiler müslümanların ve yahudilerin rasyonel insanlar gibi aralarında anlaşabilmelerini imkansız kılmıştır, ve aralarında barışçıl yaşamalarını da imkansız kılmıştır. ama yine de buradaki yükümlülük müslümanların tarafındadır. en kötü günlerinde bile, israilliler müslüman militanlarından her durumda daha fazla önemseyen ve merhametli ve öz-eleştirisel olmuştur. ve tekrardan, eğer kendinize sorarsanız, bu gruplar ne istemektedir? eğer her şeyi yapabilirlerse neler yaparlardı? israilliler her istediklerini yapabilirlerse ne yaparlardı? eğer komşuları kendileriyle barış içinde yaşayabilseydi o komşularıyla barış içinde yaşarlardı. kendi yüksek-teknoloji sektörünü inşa etmeye devam edip gelişmeye devam ederlerdi. [not: bazıları bundan daha fazlasını yapacaklarını ileri sürmektedir, örneğin: daha fazla filistin toprağını çalmak. yahudi aşırılığının etkisini bir kenara koyarsak (ki buna ben de karşıyım), israil'in toprağa el koymaya devam etmesi güvenlik endişeleriyle alakalıdır. filistin terörün ve müslümanların yahudi-karşıtlığının yokluğunda "tek-devletli bir çözümden" bahsedebilirdik ve yerleşim alanları de tartışabilir olurdu]

    ışid ve el-kaide ve hatta hamas gibi gruplar ne istiyor? dini görüşlerini bütün insanlığa empoze etmek istiyorlar. dürüst, eğitimli, seküler insanların önem verdiği özgürlükleri bastırmak istiyorlar. bu önemsiz bir fark değildir. ve yine de israillilerin şu an kendilerine karşı kınamaların seviyesine bakılırsa, bu farkın tam tersine olacağını beklerdiniz. bu tarz bir kafa karışıklığı hepimizi tehlikenin içine sokuyor. bu zamanımızın en büyük olayı. hayatlarımızın, ve çocuklarımızın hayatlarının geri kalanında, seküler ve çoğulcu bir dünyada barışçıl bir şekilde yaşamak istemeyen insanlarla karşılaşacağız, çünkü cennete gitmek için sabırsızlar ve bu süreçte insan mutluluğunu yok etme niyetinde de olabiliyorlar. gerçek şu ki, hepimiz israil'in içinde yaşıyoruz. sadece bazılarımız henüz bunun farkına varamamıştır.

    çeviri: arsel b. acar


    (killer queen - 31 Temmuz 2014 16:04)

  • comment image

    "the end of faith" kitabiyla farkli dinler arasindaki iliskileri sorgulayan, stanford mezunu yazar. (www.samharris.org)


    (hemitzer - 26 Mayıs 2005 12:20)

  • comment image

    islam ve diğer dinler konusunda bilgili olmadığı fikri tamamen spekülasyondan ibarettir. kendisi felsefe ve dinler tarihi konusunda üstün eğitim almış bir kişidir. stanford felsefe mezunu ve aynı zamanda ucla üniversitesinde de neuroscience doktorasını tamamlamıştır. dawkins'in kendisinden büyük övgülerle bahsettiği bilinmektedir. the end of faithi yazmadan önce yaklaşık 20 yıllık bir dinler tarihi araştırması yaptıktan sonra bu bomba etkisi yaratan kitabı kaleme almıştır.


    (killer queen - 28 Kasım 2014 12:20)

Yorum Kaynak Link : sam harris