Süre                : 1 Saat 24 dakika
Çıkış Tarihi     : 10 Temmuz 1998 Cuma, Yapım Yılı : 1998
Türü                : Drama,Korku,Gizemli,Bilim Kurgu,Heyecanlı
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Harvest Filmworks , Truth and Soul Pictures , Plantain Films
Yönetmen       : Darren Aronofsky (IMDB)
Senarist          : Darren Aronofsky (IMDB),Darren Aronofsky (IMDB),Sean Gullette (IMDB)(ekşi),Eric Watson (IMDB)(ekşi),Darren Aronofsky (IMDB),Sean Gullette (IMDB)
Oyuncular      : Sean Gullette (IMDB)(ekşi), Mark Margolis (IMDB)(ekşi), Ben Shenkman (IMDB)(ekşi), Samia Shoaib (IMDB)(ekşi), Ajay Naidu (IMDB)(ekşi), Lauren Fox (IMDB)(ekşi), Stanley B. Herman (IMDB)(ekşi), Clint Mansell (IMDB)(ekşi)

Pi ' Filminin Konusu :
Bir matematik dehasi olan Max sorunlu bir kisilige sahiptir ve insan hayatinin belki de en önemli bulusuna ulasmak üzeredir. Son on yil boyunca sayisal olarak tabiatin bir kodlanma sistemine sahip oldugunu kesfetmis fakat bunu çözmeyi basaramamistir.Her sey ama her sey onu bir tek sonuca götürmektedir. Ulastigi sonuç onu daha büyük kaoslara bunun da ötesinde problemin merkezi olarak kendine yöneltmektedir.Buldugu sir için belki de insanlar birbirlerini bile öldüreceklerdir. Bunu herkesten saklamalidir. Max zincirin ilk halkasi olan kodu kirmayi deneyerek bu riski yok etmeye karar verir.

Ödüller      :

Sundance Film Festivali:Directing Award-Dramatic
Independent Spirit Awards:Independent Spirit Award-Best First Screenplay


  • "bugün izlediğim, içinde aşmış fırtına sahneleri barındıran film. salonda 3 kişi boğuldu, yanımdaki genç vurgun yedi."
  • "pi'ın filikada bulduğu, suda hayatta kalmak kılavuzunda, zaman geçirmek için kendi kendinize hikayeler uydurun yazıyor. söyleyeceklerim bu kadar."
  • "richard parker'la en iyi yardımcı oyuncu oscar'ını kazanmasını, ve ödülü almaya gelen richard'ın justin bieber'ı yemesini temenni ettiğim filiğm."
  • "anne orangutana benzetilir mi lan nankor picleme"
  • ""din propogandası olmuş bu" diyenlerin nereleriyle izlediğini merak ettiğim film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    tam adıyla piscine molitor patel’in olağanüstü hikayesi anlatılır kitapta. zor telaffuz edilir ya da ota boka çağrışır ismi olanların pek iyi bileceği üzere, piscine de okulda “pissing” diye çağrılarak madara edilmeye çalışılmaktadır. o da ısrarla adının “pi” olduğunu söyler. aslında adı fransa’daki bir yüzme havuzundan gelmektedir. her neyse isminin ne olduğunun bir önemi yok. adıyla ilgili yaşadığı zorluklar yaşayacaklarının yanında bir hiç kalıyor.

    pi patel, bir zamanlar fransa’ya ait olan hindistan’ın güney bölgesinde yer alan pondicherry adında bir yerde yaşar. babası hayvanat bahçesi müdürü olduğu için de bütün çocukluğu hayvanlar arasında geçmiştir. kitabın ilk bölümünde pi’nin çocukluğu, hayvanlar hakkında bilgi edinmesi ve aile ilişkileri anlatılır. hayvanların ihtiyaçları, onların nasıl kontrol altında tutulacağı, nasıl sakinleştirilecekleri, rutinleri bozulduğunda nasıl huzursuzlandıkları gibi konularda, insani özellikleri hayvanlara yakıştırarak (antropomorfizm) okuru bir nevi eğitir.

    pi, ergenlik çağına adım attığı yıllarda “tanrı arayışı”na girer. ailesi dindar değildir. pi doğal olarak hindu olmakla birlikte hristiyanlık ve islam’a da ilgi duyar ve her üç dinin de sadık bir izleyicisi olur. kitabın en eğlenceli ve felsefi bölümlerinden biri, imam, rahip ve pandit’in bu durumu çaktıkları ve pi’nin hangi dini seçmesi gerektiğini söyledikleri bölüm. birbirinin inancını küçümseyen bu kindar din adamları, pi’nin “ben sadece tanrıyı sevmeye çalışıyorum” açıklamasıyla ağızlarının payını alırlar.

    kitabın ilk bölümü pi ve ailesinin hayvanat bahçesini kapatıp, hayvanların birçoğunu başka hayvanat bahçelerine göndererek, kanada’ya gitmek üzere bir japon kargo gemisine binmeleriyle biter. pi artık 16 yaşındadır ve yeni bir hayatın arifesindedir. ne yazık ki, yeni hayatı umut ettiği gibi başlamaz; ikinci bölümün ilk cümlesinde dediği gibi gemi batar.

    pi, bir zebra, bir sırtlan, bir orangutan ve bir bengal kaplanı ile birlikte kendini bir filikada bulur. kitabın bundan sonrası, yiyecek zincirinin halkalarının tek tek nasıl yok olduğunu ve son iki halka olarak ayakta kalan pi ve richard parker adındaki kaplanın 227 günlük deniz macerasını anlatır.

    başlangıçtan itibaren pi’nin bir şekilde yaşayacağını bilseniz de, (anlatıcının kendisi olmasından dolayı) bunun nasıl olacağını merak ediyorsunuz. free willy, fury, flipper’da olduğu gibi hayvanlara insani duygular yüklemeden bir kaplanı sevimli bir kediciğe dönüştürmeden son derece gerçekçi bir kaplan ile duygusal ve fiziksel tükenişi yaşayan bir çocuğun yaşam mücadelesinin ilgi çekici ve hüzünlü hikayesi yalın bir dille anlatılmış. her ne kadar tatlı tatlı okunsa da, safdilliğin böylesi karşısında “hadi canım bu kadar da olmaz” denilen zurnanın zırt dediği yerde, yazar cinlik yaparak hikayenin gerçekliği konusunda okuru şüpheye düşürüyor. son sayfada "şimdi bunlar oldu mu olmadı mı..yok canım oldu..hmm yoksa yaşlı bir adamın halüsünasyonları mı" diyerek kendinizi yer bitirirken, okuru inancını sorgulamaya yöneltiyor. inandığın şey gerçek midir?

    ufak tefek aksamalar olsa da, ustalıkla yazılmış, zevkle okunan muhteşem bir öykü, okunması gereken bir kitap.


    (durmusdusunur - 4 Eylül 2006 17:44)

  • comment image

    2012nin seyrettiğim en iyi filmi. üstüne biraz daha düşününce mutlaka altından bir şeyler daha çıkacak , başka şeyler keşfedilecektir.

    --- spoiler ---
    izlediğimiz birinci hikaye , inançlı olmak (bir dine mensup olarak tanrı'ya inanmak)ı temsil etmektedir. pi'nin japonlara sonradan onları tatmin etmek için uydurduğunu iddia ettigi ikinci hikaye ise babasının izlediği yol olan rasyonel bir akıl yürütme ile belki de tanrı'nın ya da herhangi bir dinin var olmadığı tezini temsil eder.

    rasyonel düşününce göreceksiniz ki izlediklerimiz aslında pi'nin kendini avutmak için uydurduğu kandırmaca bir hikayedir. orangutan, sırtlan ve zebra gemiden kurtulan gerçek insanları temsil etmektedir. bengal kaplanı ise pi'nin kendisi. kurtulunca arkasına bakmadan onu terk eden hayatta kalma güdüsüyle onu kanibalizme mecbur eden ve tüm inançlarını yıkan içindeki hayvan.

    hikayenin bu versiyonunu destekleyen faktörler izlediğimiz hikayenin realiteden uzak olması. etobur bir ada. içinde milyonlarca meerkat var. ayrıca daha önce ortalıkta hiç gözükmeyen bengal kaplanının; sırtlan (aşçı) , orangutanı ( pi'nin annesi) yemek için öldürdüğünde bir anda ortaya çıkması ve sırtlanı öldürmesi. (pi, annesini yemek için öldüren aşçıdan intikam almak için aşçıyı öldürür ve bir süre sonra tüm inançlarına karşı çıkarak, hayatta kalmak için o da kanibalizme başvurur.) pi'nin adada bulduğu diş ise yediği insanda karşılaştığı diş ve bu şekilde sonsuza dek yaşamayacağını anladığı nokta olabilir.

    pi hayatta kalmak için yaptıklarından belki de pişman bir şekilde, hayatının geri kalanını mutlu bir şekilde devam ettirebilmek için kendisine rasyonellikten tamamen uzak bir hikaye uydurmuş ve ona inanmış olabilir.

    bu durumda pi'nin kendisini rahatlatmak için uydurduğu hikaye insanların bir tanrı'ya inanarak içlerini ferah tutmasıyla bir alegori oluşturuyor mudur acaba ?
    ---
    spoiler ---


    (hebea - 29 Aralık 2012 00:01)

  • comment image

    güzel film. bu filmi izleyenleri üçe ayırdım.

    1. filmin filozofik yönünü görüp, metaforları keşfedebilenler, filmin arka planda vermek istediği mesajları algılayabilenler.
    2. filmi sadece bir çocuğun okyanus ortasında hayvanlarla beraber hayatta kalma mücadelesi olarak görenler, daha derin mevzulara kafa yormayanlar.
    3. filmi beğenmeyenler, o yüzden film hakkında hiçbir şeye kafa yormayanlar.

    ben filmi izlerken 2 numaralı tiptim ama sonrasında burada ve internetteki yaratıcı yorumları ve göndermeleri okuyunca kendimi 1 numaralı tip olarak buldum. halâ da yeni şeyler keşfetmekteyim bu film hakkında.


    (baba tenor - 2 Ocak 2013 01:56)

  • comment image

    asitli ada metaforu kafamı kurcalarken, ilgili imdb yorumlarında gördüğüm bir açıklamaya bayıldım (snownation nickli üye)

    --- spoiler ---

    "it represented his mother.
    we can assume he never threw his mother overboard after she died.

    the meerkats represented the maggots which started infesting his mother, and which he subsequently ate. the carnivorous symbolism was how the body started to decay, until he finally came across the mother's tooth, which by then he realises the atrocity he's committing, and throws her overboard, symbolised by leaving the island. "

    "ada annesini temsil ediyor. öldükten sonra (annesinin) bedenini denize atmadığını farzedebiliriz.

    mirketler, annesinin cesedini saran, çocuğun yediği kurtçuklardı. etobur sembolizmi vücudun çürümesini temsil ederken, en son annesinin dişine geldiğinde yaptığı şeyin korkunçluğunu farkediyor ve cesedin kalanını denize atıyor, bu da adadan ayrılmanın sembolü."

    ---
    spoiler ---


    (duk leto - 2 Ocak 2013 12:00)

  • comment image

    izledigim en iyi 3d film.

    ama bu kadarla sinirlamak haksizlik olur.

    gorsel olarak buyuleyici, guzelligin yansitilmasi hayranlik verici.. sahnelerin bir cogunu agzim acik izledim.

    ancak ben gibi "how to train your dragon" tipi bir cocuk filmi bekleyenleri fazlasiyla sarsabilir.

    aile filmi diil, ben cocuguma izletmezdim. fazla sarsici.

    ve mutlaka ama mutlaka izlenmesi gereken bir film.

    --- spoiler ---

    çok etkisinde kalıp uzun uzun bir dolu yorum yazmıştım ama ekşi engine saolsun hepsi silindi post ederken.
    şimdilik şu iki linki verelim zaman olunca yorumu yeniden yazarız.

    http://en.wikipedia.org/…chard_parker_(shipwrecked)
    (bkz: #31557632)
    (http://www.stasiareport.com/…ssect-life-pi-20121212)

    siz lotus neyi simgeler, richard parker ismi neden seçilmiştir vb. düşünmediyseniz filmin ikinci bir okuması mümkün.
    oysa dehasına hayran kaldığım yann martel ve o dehayı sinemaya çok güzel yansıttığını düşündüğüm yönetmen ang lee tek bir hikaye anlatıldığının farkında.

    film hiçbir yerde "tanrı var" veya "tanrı olabilir" demiyor. bas bas "tanrı yoktur" diyor film. gerçeği oraya koyuyor film. "o gerçeğe 'rağmen' inanıp inanmamak seçilir" diyor.
    "yani tanrı yoktur, inanç bu gerçekten bağımsızdır" diyor.

    cannibalism üzerine bir filmi bunca muhteşem kılabilmek yönetmen ve ilham aldığı yazarın dehası.

    ....

    filmden çıktıktan sonra okuma yapmaya değer görmediyseniz, mirket kaplı ada ve diş neyi simgeliyor olabilir diye düşünmediyseniz, imdb’de tek bir yorum okumak gelmediyse sonrasında içinizden ve benzeri, tabii ki “iki hikaye var birini seçtik” ya da “beğenmedim” dersiniz.

    hayata tutumunuz da böyle zaten.. okumayan insanlar, ayrıntıları önemsemeyenler çoğul gerçeklikler var sanıyor hep. oysa gerçek hep tekildir.

    bu film uzun zamandır izlediğim en yoruma açık olmayan, en net film.
    gerçi zaten hayat da öyle… yanıtlar aslında net, görmek isteyenlere ya da yeterince okuyanlara, bunca çoğul okuyacak bir durumu da yok gerçekliğin.. (pi'nin elinde gösterilen dostoyevskiler, camus'lar da boşa diildir herhalde, di mi?)
    filmin “tanrı var mı?” sorusuna çok net bir şekilde verdiği bir “yok” yanıtı var.
    uzun zamandır bu kadar net bir yanıt veren bir film izlememiştim sanırım.

    film evet size iki hikaye sunuyor ama aslında hangisinin ‘gerçek’ olduğunu da net bir şekilde veriyor. ipuçlarını önünüze koyuyor. örneğin “lotusun anlamı ne?” diye sormanız için bunu pi’ye aşık olduğu kıza sordurup cevapsız bırakıp bekleme bile yapıyor film bir yerde.

    filmden çıktığımda benim kafamda iki soru vardı: 1)neden orangutanın cesedini hiç görmedik? 2)lotus ve diş neyi simgeliyordu?

    sonra okumaya başladım. ve hakkında okudukça yönetmene de yazara da hayran kaldım. bu kadar sarsıcı bir hikayeyi bunca muhteşem anlatabilmek anca saygı duyulacak bir şey.
    kitabın yazarının zekası zaten tabii ki filmde fışkırıyor, ancak yönetmenin bunu yansıtmadaki yaratıcılığı bir cannibalism hikayesini böylesine güzel anlatabilmesi, deha. sinemayı sanat yapan da bu dehanın sunuluş biçimi.

    şahsen; eğer kaplan bir kez dönüp pi’ye bakmış olsa ya da giderken sarılsa ya da yalasa kesinlikle kaplanlı hikayeye inanırdım. inanmak isterdim. bu da kişisel romantizmimi gösteriyor. yani eğer tam bir masalsılık olacaksa tamam masala inanalım. ama yarı masal yarı gerçek olduğunda o zaman kunt net gerçeğe inanmaktan başka çare yoktu misal benim için.

    hayat da böyle. aslında hepimiz aynen filmde olduğu gibi gerçeği yani tanrının olmadığını biliyoruz. film de asla ve kata ‘tanrı var mı yok mu bilinemez’ ya da ‘tanrı vardır’ demiyor. tanrıya inanmayı tartışıyor. deha işte burada. tanrıya inanmak tanrının varlığından bağımsız olarak yapılan bir ‘seçim’, ‘gerçek’ yani ‘tanrının yokluğu’ bu ‘seçim’e etki etmeyen bir şey.
    (yazarın "bana sende beni tanrıya inandıracak bir hikaye var dediler" dediği de bu, iki hikayeyi de dinledikten sonra masalsı olana inanmayı gerçeği bilmene rağmen seçmesi tanrıya inanması, "so it goes with god" dediği hani son sahnede)

    bir insanın annesini yiyebileceği şartlar oluştuysa tanrı var mıdır?

    azıcık psikoloji bilerek zaten bilinçaltı yorumlarını oturtabiliriz. bu açıdan yann martel'in psikoloji bilgisini takdir ettim. rüya, bilinçaltı, anne ve baba figürü üzerinden çok güzel bir özet çıkarmış. kaplan haliyle id’i yani yaşamak için yapılabilecekleri simgeliyor, küçük pi’nin rasyonel babasından aldığı keçinin öldüğü gerçeklik dersi belki de tüm dayanma gücünü oluşturuyor. gerçek yani doğa. yani kaplan. içindeki kaplanla çıktığı yolculuk. kaplanın saklanması da sonradan ortaya çıkması da bundan.. vedalaşmaması da.. çünkü kaplan orada, o şartlar yeniden oluştuğunda yeniden gelecek.
    bu noktada keçiyi izlettiren babanın hayat dersi çok etkileyici. kaplan güzelliğini vahşetiyle taşıyor, çakalın ya da belki aslanın aksine. kaplanın doğasından ötürü öldürmesi vahşet değil, doğal bir nitelik kazanıyor. vejeteryan pi'nin id'ini kaplan olarak resmetmesi çok mantıklı. anneyi insana en benzeyen hayvan olan orangutana benzetmesi gibi ("yavrunu gemide mi bıraktın?" ile ölen kardeşe yapılan atfı falan bile geçsek, yine evrim açısından düşünülse de etkileyici olur)

    çeşitli yerlerde turuncu renginin olumlu atfına çok değinilmiş, can simitlerinin, kaplanın vb olumlu her şeyin dinlerden birindeki inanca göre turuncu oluşu vurgulanmış. orange juice (orangutanın) ismi de bu minvalde değerlendirilebilir. batan geminin ismi "tsimtsum" yine bu hindu dinlerinden birinde "tanrının kendinin bulunması için yarattığı alan" gibi bir anlama geliyormuş. zaten kaplana richard parker ismini seçmesiyle yazar ipucu veriyor. kaplanın richard parker'dan önceki ismi 'thirsty', ve birileri pi iddia için kiliseye gittiğinde çocuğa rahibin sorduğu "are you thirsty?"yi bile buna bağlamış. dikkatli insanlara bayılıyorum!

    hayatta kalma içgüdüsü vejeteryan bir çocuğa annesini yedirebilir mi? biliyoruz cevabı. ama bunu böyle sözcüklere dökmesinler istiyoruz. biliyoruz cevabı; çocukların aç olduğu bir yerde tanrı yok, ama sesli dile getirmeyelim, her şeyin bir diğer sebebi olduğuna, sınav olduğuna, gidilecek bir cennet olduğuna vb. yani kaplana, zebraya, olmayan adaya inanmak istiyoruz.
    küçük bir çocuğun hayatta kalmak için yapabildikleri “gerçek”, yani tanrının olmadığı. tanrının izin vermeyeceği şeyler vardır. bir çocuğun annesini yemek zorunda kalması da bunlardan biri.. demek ki “tanrı yok” bir gerçeklik olarak duruyor. film bize bu konuda bir kuşku sunmuyor zaten. hayat da sunmuyor.

    ama film bize "gerçeğe (tanrının yokluğuna) rağmen tanrıya inanabilirsiniz, bu bir seçimdir" diyor.
    bu noktada bu film gerçekten söylenmemiş bir şeyi söylenmemiş bir biçimde söylüyor işte. ve tanrının yokluğunun netliğini de ortaya koyarak. boşu boşuna anlamsız “acaba tanrı var mı?” geyiklerine, agnostik “o da olabilir bu da nerden bilicen ki” zırvalarına girmiyor film.

    kaplanın isminin richard parker olması tabii ki tesadüf değil. kaplanın ismi bile ikinci hikayenin uydurulma olduğunu beyan etmek için yeterli. yazar zaten isim seçimiyle bile cannibalism hikayesi anlatmakta olduğunu beyan etmiş biraz edebiyat bilen okurlarına..

    kaldı ki mirketlerin cesedin üstünü saran kurt, lotusun yeniden doğuş ve dişin etten bedenden kalan son şey oluşu, insan bedeni şeklindeki adadan koparak kıyıya varmaya çalışmak, insan bedeni şeklindeki adanın içindeki yüzme sahnesiyle vurgulanan ana rahmine dönüş ve huzur fikri, gündüz dayanılabilen gerçeğin gece (rüyada) öldürücü olması, adadan ayrılmak istendiğinde kaplanın çoktan salda yola çıkmak için bekliyor oluşu.. bu nasıl yoğun bir alegoridir.
    nasıl bir deha böyle bir şiirsellikle cannibalism anlatabilir.

    güzelliğe odaklanma ve pi’nin yaşlılığını oynayan adamın yüzüne ara ara yansıyan karanlık. sessizlikte belli olan bilgelik.

    “gerçeği inkar etmeden de tanrıya inanabiliriz” diyor film. gerçeğin tanrının yokluğu olduğunu dümdüz bir şekilde ortaya koyarak.

    dolayısıyla bu film muğlak, ikili ya da çoğul hiçbir şey sunmuyor. gayet net bir şekilde gerçeğe rağmen inanmayı öğütlüyor. “hangi hikayeye inanmak istiyorsun?” derken sorduğu “hangi hikaye sence ‘gerçek’?” ya da “tanrı var mı?” diil. tanrıya inanmanın bir istek ve ihtiyaç olduğunu anlatıyor. bu istek vurgusu çok mühim.

    biliyoruz o teknede kaplan olmadığını.. biliyoruz bir tanrı olmadığını.. inanmayı seçiyoruz dayanabilmek için. inanmayı istiyoruz.

    uzun zamandır bunca net bir derdi bunca güzel anlatan bir esere denk gelmemiştim.
    benim için sanat 3den fazla katmanı olan şeylerdir. ilki güzellik. görsel şölen dediğimiz. hani anlamayanların da hakkını teslim ettiği. ikincisi hikaye, yani bir çocuğun bir kaplanla bir salda yaşam mücadelesi. üçüncüsü ise işte ayrıntılar, richard parker ismini araştırtması, lotusu düşündürtmesi, mirketlere, insan şeklindeki adaya, gece açılan lotusun içindeki dişe dair fikir yürüttürmesi. dördüncüsü ise sonrasında yarattığı düşünceler, hayat, tanrı ve her şey üstüne…

    bir cannibalism hikayesinden, böylesine bir güzellik ve böylesine yoğun bir anlam yaratabilen başta yazar sonra da yönetmene hayranlık duydum.
    keşke tüm inananlar “gerçeğe dayanamayacağımız için yalanı seçiyoruz” diyebilseler, gerçekle ilgilenen bizlere de yalanları gerçek diye dayatmasalar.. yazar da, pi de, sigorta şirketinden gelen japonlar da herkes de gerçek hikayeyi biliyor.. birlikte kaplanlı hikayeye inanmayı seçiyoruz, çünkü gerçek çok acı.

    gerçeğin sertliği bir ölüm kalım hikayesi.. bir çocuk tek başına bir insanın derisini yüzüp yiyor açlıktan. açlık;doğa;gerçek. gerçek; açlıktan ölen bebekler ve çocuklar olduğu. gerçek; kesip yediğimiz tavuktan farkımızın olmadığı bir kaplan ya da sırtlan için, birbirimiz için de. bir farkımız yok öldürüp yediğimiz koyundan. "hayır" diyoruz, "ruh tanrı cennet cehennem, hem koyun biz yiyelim diye yaratıldı biz üstünüz..." kaplan için de biz tanrı tarafından(!) yemesi için yaratıldık diye kaplan üstün olmuyor halbuki. doğanın sert dengesi içerisinde normal, değiştirmeye çalışıyoruz.

    bir kaplanla aynı oysa idimiz. "hayır" diyoruz, "hayır".

    ben oysa mesela bir masal isterdim. kaplan patilerini pi’nin yüzüne koysa ve hiç olmamış bir şey olsa büyülü, ortadan kalksa doğa, ortadan kalksa kurallar, arkadaş olsalar mesela.. bu masal olurdu ve ben bu masala, tekilliği,özelliği ölçüsünde seve seve inanırdım. ama o kaplan bu bir masal olmadığı için gitmekte, vedalaşmamakta..

    içimizdeki hayvanla yüzleşmek ne zor.. oysa orada..
    neler yapabileceğinizi hiçbir zaman bilemezsiniz.. şartlar oluşmadan..

    bu minvalde pi’nin babası sayesinde hayatta kaldığını ama annesi sayesinde dayandığını söylediği kısım, rasyonalitenin (yemek yemeniz gerektiği yani kaplan) bizi hayatta tuttuğunu, ama hayatı sürdürmek için inanca (unutup kaplanlı hikayeyi uydurmak) ihtiyacımız olduğunu anlatıyor. anne ve babanın rasyonalite ve inanç olarak sınıflandırılması da bu noktada bir diğer takdire şayan buluş.
    pi’nin kaplana sarıldığı, kendi içindeki hayvanı dizginleyip ölümü kabullendiği nokta da bu yüzden çarpıcı.

    iki hikaye falan yok. gerçek hep tekildir.
    ama iyi ki gerçeği hikayeleştirirken çeşitlendirebilecek olan hikaye anlatıcıları var, keşke bu hikayeler semavi dinler gibi iğrençliklerle kaplı yalanlar olmasa da nispeten sevgi dolu bir tanrı, reenkarnasyon fikri vb. daha naif şeyler olsalar tabi..

    aslında hepimiz filmden çıktığımızda hangi hikayenin gerçek olduğunu biliyorduk. bilmeyenlerin biraz daha okuma yapması gerekiyor. (gerçek hayatta da böyle diil mi? gözü kapalı "aaa kaplan" diyenler ya çocuk ya da işte tek kitap bile okumamış tiplerdir) ama hangi hikayeyi izlemek isterdik, hangi hikayeyi okumak isterdik, hangi hikayenin gerçek olmasını dilerdik? tabii ki kaplanlı hikayenin…

    unutulmasın ki kaplanlı hikayeye inananların çoğunlukta olması çocuğun yaşadığı gerçeği değiştirmeyecek.
    gerçeği mi istiyoruz peki?
    gerçeği ekranda görmeyi diil ama bilmeyi isteyen ben gibilere ilaç gibi geldi bu film. ki zaten bir zebranın ya da gorilin kıvranması ile insanın kıvranması arasında da pek fark hissedemiyorum… national geographic'de zebra parçalayan aslan izlediğimde de kalbime acı saplanıyor, kurban bayramında dua ile kuzu kesildiğinde de..
    (avcının vurduğu kuş yere düştüğünde ya da bir insan yemeyeceği ve tehlikesi olmayan bir şeyi spor olsun diye balık tuttuğunda ya da kıskançlıktan karısını öldürdüğünde mesela, daha da korkunç.)

    kaplanlı hikayeye inanmak çocuğa iyi hissettirecekse kaplanlı hikayeyi uydurma/anlatma hakkı var mı çocuğun? tabii. ama işte kaplana richard parker ismini vererek de olsa bize hikayesinin gerçek olmadığını söyleyebilmeli…
    "gerçeğe rağmen inanmayı seç" diyor film. katılmıyorum. ama bunu derken gerçeği bunca net ortaya koyuşuna hayran kaldım..

    ---
    spoiler ---

    kitapla ilgili de iyi bir yazı:
    http://journals.hil.unb.ca/…rticle/view/12746/13689


    (pati - 5 Ocak 2013 03:48)

  • comment image

    öncelikle, böyle rüya gibi atmosferi olan filmler benim zayıf noktam olduğundan dolayı, bu film konusunda asla objektif olamayacağımı söylemem gerekir. fragmanı tamamen coldplay - paradise üzerine kurulmuş gibi olsa da, bizleri neyin beklediğini haber verir nitelikteydi. life of pi, bir the fall veya pan's labyrinth olmasa da, izleyici onların verdiği tadı veriyor. nispeten durağan bir konuyu, bu kadar ilgi çekici bir şekilde anlatması takdire şayan.

    --- spoiler ---

    gelelim hangi hikayeyi seçtiğime... normal hayatta gayet gerçekçi bir insan olmama rağmen, birinci hikayenin daha makul olduğuna inanıyorum. üstelik kanıtlarım da var;

    1) ikinci realistik hikayedeki karakterler, yani aşçı, mutlu budist, denizci ve anne, çocuğun o zamana kadar görüp konuştuğu kişiler. koskoca gemiden, sadece çocuğun daha önce iletişim kurduğu insanların kurtulması, olasılığın sınırlarını zorluyor. bu hikaye, sanki bilinçaltının, bir şeyler uydururken daha önce tanıdığı insanları birleştirmesi gibi olmuş.

    2) annenin tek başına kurtulması pek olası değil. hadi diyelim ki pi fırtınayı seyretmek için dışarı çıktı ve kurtuldu, peki ailesi o kapalı odadan nasıl kurtuldu? hadi aile dışarı çıktı, baba da yüzme bilmediği için öldü; kardeş neden kurtulamadı? genç bir erkek olarak nispeten daha dayanıklı olması gerekmez mi?

    3) gelelim aşçı'nın sadist yaradılışına... etrafta bu kadar büsküvi, balık varken, adam neden insan eti yemeye yönelsin? neden seri katil gibi herkesi öldürsün? kendisi altı üstü, vejeteryan hintlileri sevmeyen normal bir adam gibiydi oysa ki... ancak pi, aralarında tartışma geçtiği için, hikayesinde onu kötü adam yapmış. ayrıca, adam madem o kadar sert, pi gibi çelimsiz bir çocuk onu nasıl öldürecek?

    4) birinci hikayedeki hayvanların kurtulması detayını da pek olasılıksız görmüyorum. çarpmanın veya geminin parçalanmasının da etkisiyle bazı hayvanlar kaçıp kurtulmuş olabilir. muz hevenginin batmaması da, eğer hevenk hafif kurumuşsa, ve şekli de uygunsa çok mantıksız değil.

    5) etçil ada konusundaki bazı öğeler abartılmış bence. gece, ada daha tehlikeli sanırım ve pi, bu olayı metaforik olarak "ada et yiyor" şeklinde anlatmış bana göre. aynı şekilde, çiçeğin içindeki diş de, "bu adada çürüyüp gideceğim"'in sembolik bir anlatımı, belki de bir rüya olabilir. bu sebeple de adayı terkettiler zaten.

    6) ayrıca, ailesine düşkün, maneviyatı güçlü, vejeteryan bir insanın, bırakın annesini dişine kadar yemeyi; herhangi bir şekilde insan eti yediği takdirde, hayatının geri kalanını normal bir ruh haliyle geçireceğine inanmıyorum. hikayede çocukluğu bize anlatılan pi'nin, bunu yapacağına, kendi hayatına son vereceğini düşünüyorum.

    7) ve son olarak, eğer birinci hikaye uydurulmuş olsaydı, o kaplan kesinlikle arkasına bakardı ve de pi bunu görürdü.

    ---
    spoiler ---


    (agluna - 6 Ocak 2013 20:45)

  • comment image

    --- spoiler ---

    filmin çıkışında kız arkadaşıma birinci hikayeye inandığımı söyledikten sonra kız arkadaşımın "ya cem salak mısın gerizekalı mısın sen ?" demesiyle taşak oğlanına dönmemi sağladığı için imdb'de 1 verdim.

    şaka lan 9 verdim. senenin en iyisi. ama zorla ikinci hikayeye inandırıldım. inanç özgürlüğü sıfır bu ülkede. zorla inandırdılar.

    ---
    spoiler ---


    (pckopatjam - 7 Ocak 2013 01:13)

  • comment image

    diyalogların yer yer basite kaçması ve sırıtması haricinde her şeyiyle dört dörtlük bir film.

    --- spoiler ---

    muhtemelen beş bin defa yazılmıştır ama pi'nin kaplanın ta kendisi olduğunu güçlendiren detaylar:

    1. pi bir vejeteryan. ama hayatta kalma sürecinde mecburen et yemeye başlıyor.

    2. inançlı biri olmasına rağmen hayatta kalmak için ilk kez cinayet işliyor.

    3. meksika sahiline, yani yeniden medeniyete ulaştığında alter ego, özbenlik, içindeki hayvan ya da artık kaplan her neyi simgeliyorsa onu arkasına bile bakmadan terk ediyor. kaplanı onun haricinde kimse görmüyor.

    4. bir sahnede kaplan suya bakarken pi'nin anıları ekrana geliyor ve kaplanın gözünden giren kamera pi'nin gözünden çıkıyor.

    5. hayatta kalma kılavuzunda "konuşun, birbirinize hikayeler anlatın" gibi talimatlar var. pi de muhtemelen kendi kendine hikaye anlatmaya başlıyor ve bir süre sonra buna inanıyor.

    6. (mentol'ün eklentisiyle) küçükken, kaplanın kafesinin önündeki sahnede babasına "onun bir ruhu var, gözlerinde gördüm" dediğinde babası pi'ye "sen onun ruhunu değil kendi yansımanı görmüşsündür" diyor.

    ayrıca bir yerde şu metafor listesini gördüm. bu da kulağa mantıklı geliyor:

    sandal=inanç
    etobur ada=din
    deniz ve doğa olayları=inancınızı (sandalı) sınayan hayatın gerçekleri
    adadaki ağaçlar=din adamları
    mirketler=dinlere inanan toplumlar
    ---
    spoiler ---


    (sir gawain - 7 Ocak 2013 11:26)

  • comment image

    ben de ilk hikayeye inananlardanım. kitabı okuyanlar bunun sebebini daha iyi anlayacaktır.

    --- spoiler ---

    richard parker'ın son anda dönüp bakmamasının gerçekçiliği, pi'nin teknede kendisi ile birlikte kurtulanlar arasında çinli tayfa (iyi) ve aşçıyı (kötü) saymasındaki müthiş büyük tesadüf (gemideki onca insan arasından muhabbeti olan iki insan artı kendi annesi kurtuluyor, vay canına!) bir yana, kitapta richard parker'ı evcilleştirmesinin detaylıca ve gerçekçi bir biçimde anlatımı gibi sebepler de ilk hikayeye inanmamızı kolaylaştırıcı unsurlar. ancak benim için ilk hikayenin gerçek olduğuna dair asıl ipucu nedir, biliyor musunuz: pi'nin yazara söylediği sözler. "sana iki hikaye anlattım" der pi, "ikisinde de gemi batıyor, ailem ölüyor ve ben acı çekiyorum. ama sen hangisinin doğru olmasını tercih edersin?" yazar bir an düşünüyor ve cevap veriyor: "ilkinin." ve pi gülümsüyor: "thank you. so does god."

    yani pi'nin tanrıya olan büyük inancı ve sevgisi böyle karşılık buluyor: pi'nin kaderi yazılmış, gemi batıyor, ve ailesi ölüyor, bundan kaçış yok. ama pi'yi tanrının gerçekliğine ve onun merhametine inandıran şey, olaylar ikinci hikayedeki gibi gerçekleşebilecekken tanrı'nın ona ilk hikayeyi yaşatmış olması. tanrı da bu sevdiği kuluna kötü kaderini yaşatırken en az acıyı çektirebilmek için ilkini tercih etmiş.

    filmin başlarındaki "sizi tanrıya inandıracak bir hikaye" muhabbeti bence bu şekilde anlamını buluyor...

    ---
    spoiler ---


    (sarmasik gozlu kiz - 27 Ocak 2013 03:30)

  • comment image

    zevkle izledim, sonuna da bayildim ve anlatilan fikirlerin hepsine karsiyim. ang lee uzulmesin diye elestirimi sadece turkce yayinliyorum, taniyan varsa soylemesin.

    burada cevremiz trol murekkepiyle cizilmis ateist/sakirt karikaturleriyle, yahut "sen de mantik dinine inaniyorsun" seviyesindeki, yuzlerce defa olmus bitmis tartismalarin ozetlerini dahi okumaya usenenlerle cevrili oldugu icin din/inanc konusunda yazmak zor oluyor ama boyle bir eser vasitasiyla bu konularda dusunmek buyuk zevk.

    once filmin sonunu aradan cikaralim ("son"u "ara"dan cikarmak, bilmeden kelime oyunu yapip sonradan farkedince kendimi oyle aptal hissediyorum ki): isin estetigi belirsizliginde. ben kendimi muhendis kafali sanirdim, oysa bakiyorum, 5 isvicreli disciden 4'u her ayrintinin analizini yapip tek bir "dogru" cevap olmasini bekliyor. bunlar uzerinde kafa patlatmak isin zevkini kacirir arkadaslar. inceptiondada ayni sey olmustu, butun film topacin dusup dusmedigine indirgenmisti (dusuyor, film setindeydim, kamerada film bittigi icin zamaninda kesilince sanat eseri oldu).

    ustelik, bu eserde belirsizligin belirsiz kalmasi daha da onemli, cunku o son, izleyiciyi sok ederek bitsin diye konulmus bir ayrinti degil, eserin fikrinin merkezi: hikayelerin dogrulugu onem tasimiyor, bizim tercihimiz/algimiz onemli olan ve bazi hikayeler daha tercih edilebilir, tanri inanci gibi.

    *****

    gelelim asil zevkli kisma:

    -ilk once klasik "tum dinler ayni dogrunun versiyonlari" hikayesinden giriliyor. ayni evin farkli odalari diyor filmde ve odalarin guzel manzaralari olanlarini da supheye ayirmislar, guzel. fakat bu son kertede cok anlamsiz bir tavir.

    genelde bu tip "uzlasmaci" yaklasimlara acik fikirli batililar ragbet ediyorlar, multikulturelizmle de uyumlu, kimseyi rencide etmeden "hadi artik barisin arkadasla" demis oluyorsun. halbuki bu tutum herkesi rencide ediyor. ornegin, isa'yi kurtarici olarak kabul etmeyen ve teslis inancini reddeden islamiyetin de ayni dogru yola cikan, ayni derecede gecerli bir arayis oldugu fikri hangi hristiyanin gururunu incitmez. o hristiyanin icindeki tum refleksler buna karsi cikar.

    bu catismayi sadece insanlarin tahammulsuzlugune, irkciligina, hayat boyu sartlandirilmalarindan gelen reflekslere de indirgemek istemiyorum. zira ortada doktrinsel, temel uzlasmazliklar var insandan bagimsiz : isa'yi yalanci mesih olarak goren, teslis inancini reddeden yahudileri hristiyanlikla nasil bagdastiracaksin? hadi bunlar yine ibrahimi dinler olduklarindan gorece ortaklar, bunlari hinduizmle veya diger binlerce inanisla nasil ayni potada eritebilirsin? *.

    oyle bir pota yok, yahut bulabilecegin tek pota hayatin tumu. ortak paydayi cektigin noktada hicbir spesifik inanc, teori kalmamis oluyor. ancak inanclarin bittigi, geriye sadece inanc kavraminin kaldigi noktada da uzlasabilmek anlamsiz oluyor, sadece milleti rencide etmisliginle kaliyorsun.

    o evin odalari analojisi biraz degismis oluyor bu isikta: ayni manzaraya bakan farkli odalardan ziyade, mimar * planin o kadar farkli versiyonlarini gondermis ki muteahhite, odalarin yarisi digerinin ustunde, birinin dami akitiyor. ev bir escher ciziminden hallice. bu cizime insanda denk gelen dusunce yapisi/inanc dunyasi da çoklu kişilik bozukluğu olur olsa olsa.

    bu konuda rasyonel babanin tutuculuga kacmadan izledigi tutum guzeldi: "benim hemfikir olmadigim birseye inanmani, herseye ayni anda inanmana tercih ederim". bence filmin en guzel lafiydi bu.

    ***

    ikinci ilginc fikir, esas oglanin firtinalarda bogusurken, "herseyimi kaybettim, daha ne istiyorsun, artik bana bir isaret gonder" diye tanriya yalvarmasiydi. adam olan biteni boyle anlamlandirabiliyor ancak; herseyin bir planin parcasi olmasi gerektigini, yoksa ailesini bu kadar boktan ve rastgele bir sekilde kaybetmis olamayacagini dusunuyor. buna sempati duyuyoruz. planin son kisminin gelmesi uzun suruyor ama eninde sonunda iyi bir hayata kavusuyor, mukafatlandiriliyor.

    bu aslinda incildeki jobun hikayesi (kuran'da eyup). bos bos gezmekten sikilan seytanla tanri, her zamanki gibi eninde sonunda bircok insanin hayatini mahvedecek iddialarindan birine girerler, seytan "job seni seviyor cunku onu koruyorsun, bu gercek sevgi mi" kiskirtmasiyla tanriyi gaza getirir ve tanri job'u korumayi birakir, seytan da job'un herseyini alir. sadece mal mulkten de bahsetmiyorum, ailesini de kaybeder iddia ugruna. job yine de tanriya kufretmez. daha sonra arkadaslariyla oturup bu durumu tartisirlar (ama islam bu kismi fazla sallamaz, "felsefe yapmayin len, onemli olan job'un allah'a kayitsiz sartsiz imaniydi" der). job bu fanatikliginin ve koyunlugunun mukafatini alir, tanri seytan'dan yirmi papelini ve yanak makasini alirken, job'a da kaybettiklerini fazlasiyla verir.

    bu ve bunun gibi hristiyanlikta ustune cok basilan "imanin denenmesi" hikayelerinin ogrettigi tek sey, insanin tahayyul edebilecegi en korkunc kolelik cesidi. haksiz yere herseyini kaybetmenin hesabini mesela iktidardan/ekonomik sistemden/depreme dayaniksiz yapilardan sorgulamayacaksin, isyan etmeyeceksin, ders cikarmayacaksin. cunku bunlar bir test, sana odakli bir test *, digerleri figuran, senin tek rolun de iman. sonunda mukafatini alacaksin.

    esas oglanimiz da mukafatini aldi, cocukluk askiyla ve sigorta parasiyla guzel bir yuva kurdu. hikaye buna odaklandigi icin getiri goturu hesabini da kisitli yapmaya zorlaniyoruz. halbuki o gemiden kurtulamayan onlarca insan/hayvan? sorun degil, esas oglanin testindeki figuranlar onlar. zaten olecek bile olsan son saniyeye kadar iman et, sonunda nasil olsa katbekat mukafatlandirilacaksin. yanlislanamayan, her durumda dogru cikan, her senaryoyu planin bir parcasi olarak icsellestiren bir inanc bu. bu hikayeler hem bireyler icin iyi ahlak ogretmiyorlar, hem de nesiller boyunca tekrarlanarak topluluklari zorba iktidarlar icin bicilmis kaftanlar haline getiriyorlar.

    ***

    ucuncu fikre filmin ana fikri denilebilir, zira en sonundaki "so it goes with god" kismiyla ilgili. yani biz nasil ilk hikayesini tercih ediyorsak, o da yaratilis/hayatin amaci/kendi hayatinin manasi konularindaki hikayeleri secerken, tanri'nin oldugu versiyonu tercih ediyor babasinin aksine.

    ben buna tamamen karsiyim, bu bakimdan anti-teistim. yani burada neye inanip inanmadigimizdan ziyade, neyin tercih edilebilir oldugundan bahsediyoruz. ve herseye gucu yeten bir varligin, iman testi niyetine boyle bir vahsete imza attigi bir hayat bana tercih edilebilir gelmiyor. kaprisli yunan tanrilarinin dunyasinda bir olumlu olmak ne derece huzur vericiyse, boyle bir yaraticinin planlarinin parcasi olmak da o derece huzur verici. ustune, su hayatta tanidigim insanlarin bir kisminin -ne kadar kotu olurlarsa olsunlar- sonsuza kadar iskence gorecek olmalari fikri bana hic huzur vermiyor. kendini ahlakli, iyi goren milyarlarca inancli insanin da bunu tercih edilebilir buldugunu sanmam. cennete gitsem dahi, hic bitmeyen bir partide sonsuza kadar eglenmek zorunda olmayi ve her firsatta krala kadeh kaldirmayi pek iple cekmiyorum.

    mutlak totaliter bir rejimden kotu olan tek sey, sonsuza kadar surecek mutlak totaliter bir rejimdir; bolluk ve refah icindeki bir kuzey korede sonsuza kadar "mutlu" olacagima (baska bir sansim yok zaten, zevk alip almamam dahi kontrolumde degil), hakikaten 10 bin yil surecek ucuncu reichta yahudi olmak daha iyi. en azindan ikincisinden kurtulus var.

    keske film, hikayelerin gerceklikleri konusunda korudugu belirsizligi bu acidan da ele alsaymis: big bang'den once ne vardi? oncesi diye birsey var miydi? nereden geldik? nereye gidiyoruz? bilmiyorum, bilmiyoruz. ve bu belirsizlik beni diger alternatiflerin gercek olma ihtimali kadar, daha da muhimi insanlarin o alternatifleri tercih edilebilir bulmalari kadar rahatsiz etmiyor.


    (immanuel tolstoyevski - 13 Mart 2013 12:56)

  • comment image

    ana temasi, hayatta kalma mucadelesi olmayan film. hayatta kalmaya calismasi ya da kaplanla mucadelesi, adanin etcil olmasi, cicegin icinde insan disi gormesi sadece metafordur. soyle anlatayim: ve az biraz spoiler da icerir oldugunu soyleyeyim.

    sacmalanmis diye nitelendirdiginiz ogeler, bilerek konulmustur. bunu izlerken ozellikle carnivore ada sahnesinde tamamen anladim. zira, zaten yonetmende, yazar da, ustune basabasa dogaustu,inanilmayacak seyleri anlatiyor. amac bu zaten. mesela adada yasayan meerkatlar, kiyida, agacustunde degil kirsal alanda, toprak altinda yasarlar. ama amacta zaten o noktada, cocugun hikayeyi anlatirken ki olaganustu-gercekdisi fantasidir.

    sonunda, 2 turlu hikaye vardir cocugun anlattigi.
    1. hikaye'de cocuk gercekte onu acitan olaylarda ki kisilerin yerine ( annesi), orangutan' i eslestirir. kotu adam sirtlan, iyi insan zebradir. uzerine basilan nokta, hayvanlar degildir, cocugun acitan gercegi nasil fantastik bir hayal gucuyle simgelestirerek, dogaustu bir sekilde anlatisidir.

    2. hikayede, gercegi anlatir, gercek hikaye, basit, acik ciplak ve acitici.

    simdi, felsefe bolumune giriyoruz.

    cocugun, ilk sahnelerde butun dinleri ogrenmesi, pratigini yapmasi, allahi, neden inandigimizi sorgulamasin cevaplarini, son sahnede veriyor.

    butun dinlerde bize anlatilan hikayeler nasildir ?

    fantastik ?, dogaustu ? hayvanlar kimi zaman dile gelir, kiminde okyanuslar ikiye ayrilir, gokten melekler ucarak iner, bakire bir kadin hamile kalir ve dogan cocuk okyanus ustununde yurur... degil mi ?

    son sahnede, adam, yazara sorar," iki hikayeyi de dinledin, hangisine inanmak istersin" der
    yazar "tabii ki kaplanla olan hikayene" der.

    iste, dine, inanisa, neden inandigimiza dair cevap budur.

    kimbilir hz. meryem'in gercek hikayesi, aci, ciplak ve basitti : genc yasta tecavuz edildi, hamile kaldi, kimse yuzune bakmayacakti, fakirdi. oysa ki fantastik hikayede buyulu, olaganustu, etkileyeci, yurege dokunan, aci ama biryandan da kutsal ogelerle suslu oldugundan acitmayan bir hikaye.

    hangisine inanirdiniz ?


    (la havle - 14 Mart 2013 21:16)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bu film iki ana metafor üzerinden değerlendirilmeli: kaplan ve ada. diğer bütün metaforlar bu ikisiyle bağlantılı olarak değerlendirilmeli çünkü hikayenin temelinde yatan diyalektiğin iki ana öğresi kaplan ve ada.

    1- kaplan

    film kaplanın tanrı olmadığına dair her tür ipucunu veriyor, hala "kaplan tanrıyı mı sembolize ediyor" diyenler var. etmiyor abi işte allalla tanrı manrı değil kaplan. son fırtınada kaplan korkunca tanrıya "onu neden korkutuyorsun?" diye isyan etmesinden de mi anlamadınız?

    kaplan ihtiyaç durumunda ortaya çıkan realistik düşünceyi ve mantığı, dünyeviliği, hayatta kalıcı, vahşi avcı güdüsünü, ve hırsını temsil ediyor. zor durumda onun ihtiyaçlarını beslemek seni hayatta tutar, ama bu hırsa ve açlığa kendini fazla kaptırırsan seni bitirir, çünkü oyun arkadaşın değildir, sonuçta vahşi bir varlık o. barışçıl ve vejetaryen pi'nin içindeki savaşçı etobur şeklinde bir dilemma oluşturuluyor. burada pi'nin babasının "hiçbir şeye körü körüne bağlanma" öğüdünü hatırlıyoruz. pi eline fırsat geçmesine rağmen kaplanı öldürmüyor, "aynı kayıktaysak geçinmek durumundayız"ı kabul etmek durumunda kalıyor. çünkü filmin sonunda "aşçı kötü bir adamdı ve benim içimdeki kötülüğü ortaya çıkardı" demesinden de anladığımız üzere pi, zor şartlar altında zorunlu olarak ortaya çıkan vahşiliğinin işlediği cinayetin suçluluğunu ve sorumluluğunu taşımak, yani kaplanla aynı kayıkta seyretmek zorunda.

    zaten kaplanın ortaya çıkması, pi'nin kayıktaki sırtlanın şerrine tahammül sınırına geldiği anda oluyor. ortadan kaybolması da medeniyete ayak basmasıyla. kaplanın ortaya çıkışında da önemli nokta adaletsizlik kavramı. masum ve zararsız orangutanın sırtlan tarafından öldürülmesi (insan toplumunda masum birinin cinayete veya savaşa kurban gitmesi), bu duruma müdahale etmeyen tanrının yokluğunda bireyin adaleti kendisinin uygulama dürtüsüyle saldırganlaşmasını doğuruyor. bu açıdan bakılırsa kaplan ile modern toplumda adalet ve savunma algısı arasında da bir bağlantı kurulabilir. değilse bir kaplan zebra ve orangutan dururken neden sırtlana saldırsın?

    son fırtınadaki isyan ise bence hikayenin en önemli noktalarından. o noktaya kadar pi tanrıya(tanrılara) inancını ne olursa olsun yitirmiyor, ailesini, hayatını kaybediyor, her türlü sınanmadan geçiyor, okyanusun ortasında kayıp şekilde dolaşıyor ve bunların hepsine göğüs geriyor ama kaplanın korkutulması, ki aslında hayatını tehdit eden bir varlık, yani en temel değeri olan yaşama güdüsünün baskılanması, sınanmasının hayatta kalma güdüsünü bile sarsacak noktaya gelmesi en çok gururuna dokunan oluyor ve tam bu noktada, "onu niye korkutuyorsun?" diyerek, "her şeyimi aldın, onu da mı istiyorsun?" diyerek isyan ediyor.

    ve kaplan karaya ulaşıldığında arkasına bakmıyor. çünkü vahşi bir varlık ve pi'nin insansı bir vedalaşma isteğine cevap veremez. o senin oyun arkadaşın değil, ondan şefkat beklersen hayal kırıklığına uğrarsın.

    2- ada

    "ada anneyi temsil ediyor, diş de annenin dişi" yorumuna da katılmıyorum. "kimsenin görmediği" ada dini simgeliyor, kimsenin gözüyle kanıtlarını görmediği dinin verdiği aldatıcı huzuru. sınırsız okyanuslardan gelen pi, sınırları belli iki kulaçlık bir havuzda yüzmeye can atıyor nedense. sınırlı bilginin verdiği teselliyi ve içine kapanıklığı sınırsız bilgisizliğin açıklığına ve gerçekliğine tercih ediyor. mirketler ise dine kendini kaptırmış kitleleri temsil ediyor. sürü halinde hareket ediyorlar, kötü niyetli değiller ama adanın yani dinin kendilerine vaatlerine kendilerini öyle kaptırıyorlar ki dış dünyanın tehlikelerine duyarsızlaşıyorlar, mesela kendilerini yiyen koca kaplandan kaçmıyorlar. burada da pi'nin babasının öğüdünü bu sefer din açısından hatırlıyoruz. dolayısıyla kaplan imgesiyle mantığa ve hırsa, ada imgesiyle de dine kendimizi kaptırırsak ne olacağı gösterilmiş oluyor ve denge sağlanıyor. pi de bunu adada gece olması ve dinin karanlık yüzünü görmesiyle farkediyor. bulduğu dişin kimin olduğu o kadar önemli değil burada, sadece "sonum böyle olabilir" uyanışını ifade ediyor. kaplan, yani kendini düşünen ve hayatta kalmaya koşullanmış avcı doğal olarak gece adaya ayak basmıyor. pi ise "adada kalsaydım kaybolup unutulup gidecektim" diyor. burada dikkat edilmesi gereken şey ise pi'nin okyanuslarda belirsiz bir şekilde aç susuz seyretmeyi değil, aksine "kimsenin görmediği" adada kalıp yaşayıp ölmeyi "kaybolmuşluk, yalnızlık ve unutulmuşluk" olarak nitelemesi. adadan ayrılırken "richard parker'ı almadan gidemezdim, bu onu öldürmek anlamına gelirdi" diyor. kaplan mutlu mesut mirketlerle beslenip, mirketler gibi gece ağaca tırmanıp adanın etoburluğundan pekala kaçacabilecekken neden adada kalmak ölümü anlamına gelsin? çünkü kaplanı adada bırakmak demek, mantığı tamamen dine teslim etmek anlamına geliyor, bu da mantığın sonu demek. ayrıca adanın etobur oluşu da çok bariz bir şekilde dinlerdeki kurban olgusuna işaret ediyor.

    ada=din metaforu da pi'nin " doğa kitaplarında o adayla ilgili bir şey bulamazsın" demesiyle destekleniyor. çünkü ada, bilimin konusu değil. zaten sigortacıların da, hikayeyi dinleyen yazarın da butun hikaye içinde inanmakta en zorluk çektikleri, en "hadi canım, yok artık" dedikleri kısım ada oluyor. kimse " bir kaplanla okyanusta haftalarca dolaşmak mı? hadi canım sen de" demiyor ama ada kısmı mantığı aşıyor, dinin mantığın dışında kalması gibi. ama yine de ada, yani din, pi'nin artık kaplanın başını kucağına alıp "ölüyoruz" dediği, umudunu kaybettiği anda ona verdiği anlık huzurla yolculuğuna devam etmesi için güç almasını sağlıyor. tanrı olsa da olmasa da, bir dine inanmanın insana umudunu kaybetmemesini sağlayabildiği gibi.

    yani film dönüp dolaşıp anne ile babanın filmin başındaki uzlaşmasına ve babanın "hiçbir şeye kendini körü körüne kaptırma" öğüdüne geliyor. kaplan için "beni öldürebilirdi ama onun sayesinde hayatta kaldım" diyen pi, aynı zamanda ada için de "kalsaydım ölecektim ama ada olmasaydı devam edemezdim" diyor.

    ve pi'nin sigortacılara anlatmasıyla yazar diyor ki: iki hikaye de (yani ne dini ne realistik düşünce) geminin neden battığına (yaşamın başlangıcının ve hayatın nedene ve anlamına) tam bir açıklama getiremiyor. her şey ondan sonrasıyla ilgili. gemi battıktan sonra başlayan yolculuğun anlamına dair şöyle ve şöyle hikayeler var. yaptığın seçim sadece geminin batışından sonrasını ve sadece seni ilgilendiriyor.

    individuum olan, vahşi olan, hırslı ve kendini hayatta tutmaya odaklı kaplana karşı universum olan, bireysel hırsları olmayan, sabit, veren ama aynı zamanda alan ada. ikisinin de yararlı ve tehlikeli yüzleri var, ikisinin de getirileri ve götürüleri var. pi'nin anne ve babasının dediği gibi.

    ---
    spoiler ---


    (our boys didint du dort - 24 Mayıs 2013 16:10)

  • comment image

    arkasında yazan "ve filikada bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan ve richard parker adında üçyüz kiloluk bir bengal kaplanı" cümlesi yüzünden aldığım ve çok çok beğendiğim ah canım benim kitap. (bkz: hayvanlı)


    (nadia bohemia - 20 Şubat 2004 00:38)

  • comment image

    başyapıt bir film için bu kadar saçma yorumu bir arada görünce dayanamadım artık. adam çıkmış diyor ki, "çok boktan-sıkıcı film, o ada ne kadar gereksiz." yahu madem çıtır çerez bir film istiyorsun, git avengers izle, expendables izle bir sürü kaliteli action var. ama sırf "oscar almış la bu ne ola ki?" mantığıyla izlemek zorunda hissederek izlersen filmi, "bok gibiymiş" der keser atarsın.
    bi kere her şey o kadar düşünülerek yapılmış ki, rastgele hiç bir şey yok filmde. o alquimista'nın filmi çekilse heralde bu kadar sembolizm kullanılmazdı.
    şimdi gelelim şu herkesin farklı yorumladığı, kimilerinin hiç anlamadığı ama filmin kilit noktası olan ada muhabbetine;

    --- spoiler ---

    ada* gerçektende dini yada doğru değişle inancı temsil ediyor.ancak sanılandan daha farklı. bunu ikinci izleyişinizde fark ediyorsunuz. şimdi adamıza bir bakalım; http://c1303.hizliresim.com/17/v/ljfts.jpg yatan bir insan figürü... şimdi de pi'nin yaşamının mutlu ve "renkli" kesimlerinde, isa ile tanıştığı köy kilisenin bulunduğu o güzel vadiye gidelim; http://youtu.be/6sprmbuvxbq?t=1m21s gördüğünüz gibi ekranın tam ortasında sislerin ardındaki dağ, okyanusun göbeğinde yüzen adayla tamamen aynı.* peki bu ne demek?

    pi inançla çevrili bir dünyada yaşamını sürdürürken dünyası çok farklıydı, hayat onun için güzel ve büyülü bir yerdi,videoda gördüğümüz o dağın etrafını çeviren diğer dağlarsa diğer inançlar ve insanlar. ancak pi denizde savrulurken, inancını kaybetti,isyan etti ve o andan sonra, kendini yalnız bir adada buldu. yani inançlarını terketti ve tek amacı hayatta kalmak olan birisine dönüşerek yapılması gerekeni yaptı.* evet bu adada* onu hayatta tutabilecek her şey vardı, ancak geceleri kendi ile başbaşa kaldığında inançsızlığın ne demek olduğunu farketmeye başladı. inançsızlık "yok olmayı" kabul etmekti. yaşamın, hayatta kalmaktan daha büyük hiç bir şey vaat etmediğini varsaymak ve kendisinin bu dünyadaki varlığının hiç bir özel anlam ifade etmediğini, kısa ömrü boyunca besleyip hayatta tuttuğu etten bedeninin çürüyüp gideceğini, bundan daha fazlasının varolmadığını kabul etmekti inançsızlık... lotus çiçeğinin içinden çıkan diş ona bunu hatırlatıyordu işte. "bu adanın bollukları içerisinde yaşayıp ölen herhangi birine aitim. eğer bu adada* kalmaya devam edersen, sende eriyip giden kemik ve dişlerden ibaret kalmaya mahkumsun." diyordu ona bu diş. peki o diş neden lotus çiçeğinin içinden çıkmıştı? bende sorunuza pi'nin sevdiceği anandi'ye sorduğu soruyla cevap vereyim; "bir lotus çiçeği neden ormanda saklansın ki?"(dans dersinden çıktıktan sonra, pi'nin kızı takip edip yakalandığı sahneyi hatırlayın.)

    ama tüm bunlara rağmen pi'nin adaya gelmesi onun hayatını kurtaran şeydi. zaten bunu kendi sözlerinde de belirtiyor. ada* onu hayatta tutmuş ve bedenini dinlendirme fırsatı sunmuştu. ama hayatta tutmaya çalıştığı bedeninin birgün kaçınılmaz olarak yok olacağı gerçeğiyle yüzleştiğinde, inançsızlığı terk etme kararı aldı. tabi yine ancak naif bir insanın yapabileceği asillikle, "inançsızlığa" dahi teşekkür edip ayrılık hediyesi vererek yaptı bunu.(hindistan'da anandi'nin ona verdiği bilekliği ayrılmadan önce adada bir ağaca bağladığını hatırladığınızı varsayıyorum.)
    ---
    spoiler ---

    şimdi böyle bir film hakkında "bok gibi film, gereksiz şeylerle dolu amk" gibi yorumlar okuyunca, milleteki özgüvene hayran kalıyorum aga. başkaları adına utanmak duygusunu doruklarda yaşatıyorlar insana.


    (aron - 31 Aralık 2013 14:53)

  • comment image

    yann martell'in life of pi isimli romanından, uyarlanan 4 dalda oscar ödülü kazanmış etkileyici bir filmdir. filmin yönetmen koltuğunda ise ang lee vardır.
    inancı sorgulama yoluyla tanrı'ya ve inanca ulaşabilen bir filmdir.

    pi patel aynı anda hinduizme, hristiyanlığa, müslümanlığa ve museviliğe inansa da aslında tanrı'yı tam olarak bulamamıştır ve tanrı'yı bulamamanın rahatsızlığını yaşamaktadır. pi patel aslında bir evliya ya da aziz gibi tanrı'yı görmek istemektedir. bu nedenle ölümcül fırtınalar hoşuna gitmektedir. bu nedenle gemi yoluna devam ederken ve herkes uyurken o yatağından kalkıp boranı görmek ister. ne var ki kardeşi uyumayı tercih eder ve pi, fırtınayı seyretmek üzere güverteye çıktıktan az sonra gemi batar. zaten pi de asıl tanrı'yı bulmak ve görmek istiyordu; nasıl bulacağı ve göreceği önemli değildi. ve pi patel, tanrı'yı bir kaplan olarak gördü.
    filmi izlemeyenlerin ve kitabı okumayanların bu bölümü okumaması tercih olunur.

    --- spoiler ---

    rasyonel bir babası ve maneviyatı güçlü bir annesi olan pi'nin daha küçük yaşlardan itibaren tanrı'nın peşine düşmesi, her inancı benimsemesiyle sonuçlanır. pi; hem vişnu'ya inanan bir hindu hem vaftiz olmak isteyen bir hristiyan hem de namaz kılarken huzur ve kardeşlik bulan bir müslümandır. yine de bir eksik vardır. gerçek tanrı'nın hangisi olduğunu öğrenmek ve onu görmek istiyordur. richard parker'ı ilk kez gördüğü zamanki tavrı, seçimini belirler. daha ilk gördüğü an pi, bengal kaplanını varlığına kabul etmiştir. tanrı, onun bu duasını işitir ve gemi kazasını da ona bir fırsat olarak sunar. annesi, babası, kardeşi uyurken pi, fırtınada tanrı'yı görebilmek için dışarı çıkar ve coşkuyla tanrı'ya seslenir. aynı anda ise gemi batmaktadır; hem de dünyanın en derin yerinde. dünyanın en derin çukurunda geminin batması tesadüf değil. bu, inancın derinliğini açıklamaktadır ve inancın çok derin sınanacağının kanıtı olacaktır. filikadaki ayağı kırık zebra, sakat inancı; her hayvana saldıran sırtlan, şeytanı; orangutan inançtaki boyun eğişi; fare ise inançları içten içe kemiren yobazlıkları temsil etmektedir. pi'nin kendisi ise arada kalmış insanın ta kendisidir. richard parker'a gelince o da tam olarak tanrı'dır. bu durumda pi, öncelikle inancının sakat yanlarından kurtuldu ve bu, ölen ilk hayvan olan zebra idi. sonra yobaz düşüncelerinden kurtuldu ki bu, richard parker tarafından yutulan fare idi. richard parker sırtlanı öldürdüğünde pi patel, içindeki şeytanı öldürmüş oldu. orangutan; yani inancında daima, sorgulamadan boyun eğici olanlar, şeytan tarafından kolay avlardır ve bu nedenle orangutanı öldüren, sırtlan (şeytan) oldu. pi ise tanrı olan richard parker ile baş başa kaldı. baş başa kalmaları için de diğerlerinin ölmesi gerekiyordu.
    tabii richard parker onu hayatta tutan, umut veren yegane varlık oldu. yani tanrı olgusu. pi için tanrı'nın kaplan olarak karşısına çıkması, onun inancındaki eksik olan şeyleri tanımlar. güç, bilgelik, savaşçılık eksiktir pi'de ve tanrı, tam olarak bunun için richard parker olarak karşımıza çıkar. kaplan, kedigiller içerisinde en büyük, en güçlü ve en yırtıcı olanıdır çünkü. aynı zamanda en utangaç ve görülmesi zor olanıdır. bu da devamlı utangaç olan pi ile arasındaki bağı güçlendirir. pi'nin kaplanı (tanrı'yı), beslemesi ise ibadet ve fazla yemekten kaçınmak olarak karşımıza çıkar.
    tanrı ile pi'nin ilk ayrılma noktası, filikada oldukları esnada çıkan ikinci fırtınadır. tanrı'yı gördüğüne inanan (gece durgun denizdeki yansımasına bakarken önce kendi yüzünü, sonra richard parker'ı görmesi) pi, bu fırtına konusunda ona isyan eder. richard parker'ın fırtına esnasında aşırı zayıf düşmesi, neredeyse ölecek hale gelmesi pi'nin isyanından kaynaklanır. neyse ki pi, kaplanın başını kucağına alıp severken ondan özür dilemiş olur; ama iş bu kadarla bitmez. bu özre ya da geri dönüşe karşılık etobur bir adaya çıkarlar. böylece pi, tanrı'dan özür dilemesinin mucizesini yaşamış olur. aynı zamanda pi ile tanrı'nın yol ayrımıdır bu. kaplanın ilk geceyi filikada geçirmesine karşılık pi, ilk geceyi ağaçta geçirir. ertesi gün pi'nin filikayı hazırlayarak richard parker'ı çağırması, yoluna tanrı ile devam etmek istediğini gösterir. ada bir ölüm adasıdır ve tanrı ile yollarının ayrılmasıdır.
    sonunda meksika'ya çıktıklarında evet, richard parker dönüp ona hiç bakmaz; ama aslında bu pi'nin düşündüğü gibi kabaca çekip gitmek değil, aslında birbirine veda etmemektir; çünkü veda anlarında genelde göz teması bulunur. bu nedenle kaplanın ona dönüp bakmaması daha tercih edilir bir davranıştır. bu hikayede pi, tanrı'yı bulmuştur, o richard parker'dır. pi sınavı geçmiştir. yolculuk boyunca pi, tanrı olan richar parker'ı ve dolayısıyla inancını; tanrı ise pi'yi ayakta ve hayatta tutmuştur. sonunda ikinci hikayede kendisini richard parker olarak tanımlaması ise tam da tanrı'nın istediği şeydir. kaplan, pi'ye bu nedenle hiç bakmamıştı. bütünleştikleri, bundan böyle richard parker, pi'nin içinde yaşamaya devam edeceği için.

    ---
    spoiler ---

    görsel açıdan da güçlü bir filmdir.


    (beautiful judgement - 23 Nisan 2014 02:42)

Yorum Kaynak Link : life of pi