Süre                : 1 Saat 37 dakika
Çıkış Tarihi     : 09 Kasım 2007 Cuma, Yapım Yılı : 2007
Türü                : Drama
Ülke                : Türkiye
Yapımcı          :  Kaplan Film , Inkas Film & T.V. Productions , Eurimages
Yönetmen       : Semih Kaplanoglu (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Erdogan Alkan (IMDB),Leyla Ipekci (IMDB),Semih Kaplanoglu (IMDB)(ekşi),Orçun Köksal (IMDB)(ekşi),Arthur Rimbaud (IMDB)
Oyuncular      : Nejat Isler (IMDB)(ekşi), Saadet Aksoy (IMDB)(ekşi), Ufuk Bayraktar (IMDB)(ekşi), Kaan Karabacak (IMDB), Cengiz Bozkurt (IMDB)(ekşi), Tülin Özen (IMDB)(ekşi), Gülçin Santircioglu (IMDB)(ekşi), Semra Kaplanoglu (IMDB)(ekşi), Berkay Acar (IMDB), Muge Acar (IMDB), Nehir Acar (IMDB), Nursel Adiyaman (IMDB), Batuhan Ak (IMDB), Mehtap Ak (IMDB), Mehmet Akaydin (IMDB), Meltem Akaydin (IMDB), Nuray Akaydin (IMDB), Fatma Akbasak (IMDB), Ramazan Akdag (IMDB), Berna Akdemir (IMDB), Nadire Akgun (IMDB), Samet Aktas (IMDB), Fatma Albas (IMDB), Alcin Aldag (IMDB), Ismail Alici (IMDB), Omer Altinoz (IMDB), Ayfer Appan (IMDB), Bulent Appan (IMDB), Anil Arkan (IMDB), Aysun Arslan (IMDB), Kamuran Avci (IMDB), Meltem Avci (IMDB), Aybuke Ay (IMDB), Aykut Ay (IMDB), Dilek Ay (IMDB), Ayse Aydin (IMDB), Hafize Aydin (IMDB), Hayriye Aydin (IMDB), Nurhayat Aydin (IMDB), Sukran Aydin (IMDB) >>devamı>>

Yumurta (~ Egg) ' Filminin Konusu :
Şair Yusuf annesinin ölüm haberini alır ve yıllardır uğramadığı kasabadaki çocukluk evine geri döner. Bakımsızlıktan harap düşmüş bir evde onu genç bir kız, Ayla beklemektedir. Yusuf beş yıldır annesi ile yaşayan bu uzak akrabadan habersizdir. Ayla’nın Yusuf’tan bir isteği vardır. Zehra’nın ölmeden önce adadığı adağını oğlu Yusuf yerine getirmelidir. Kurban kesimi için yola çıkarlar. Koçun kurban edilişi Yusuf’un kaderini değiştirecek midir?

Ödüller      :

!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali:Golden Tulip-Best Film, People's Choice Award-International Competition
Nuremberg Film Festival "Turkey-Germany:
SIYAD Turkish Film Critics Association Award:Best Cinematography, Best Editing, Best Film, Best Screenplay, Best Actor, Best Actress, Best Director, Best Art Director


  • "anlamadigim icin kotudur diyemeyecegim bir film. ama anlamadim hakkaten."
  • ""yumurta'yı bir daha izlemektense 4 sezon üst üste mahallenin muhtarları'nı izlemeyi tercih ederim."bir yaz gecesi, istanbul"
  • "kutsal bilgi kaynağı...(bkz: bu yumurtaları yiyin de bilim üretin)(bkz: burhan kuzu)"
  • "bir protesto malzemesi. öğrencilerden bu denli korkan akp hükümetinin, ilerki günlerde yumurtaya zam yapacağı konuşuluyormuş."
  • "her gun ipana ile fircalandiginda sirkeden etkilenmeyen besin maddesi"
  • "bir kafa çeşidi."




Facebook Yorumları
  • comment image

    gidip görülmesi gereken film...
    --- spoiler ---
    "ankara'dayken her yer özlenir..."
    anneannemin ölümüne yetişemediğim için mi, o vefat ettiğinde onunla kavgalı olduğum için mi, cenaze evine gittiğimde orada oturan kimseleri tanımadığım için mi, kaç cenaze görmüş olmama rağmen o cenaze evinde ne yapacağımı bilemeyip kendimi evin dışına attığım için mi, çok sonra ankara'da sebepsiz yere anneannem için ağladığım için mi, bu aralar yeni bir hayata başlama sancıları içerisinde olduğum için mi, ankara'dan ayrılmamak için o kadar direnip yine de hep birilerini ve bi yerleri özlediğim için mi, içinde uzun süreli hiç yaşamadığım halde memleketimi (ege) özlediğim için mi yoksa küçükken berbere traş olmaya götürdüğüm kardeşim de berber koltuğunda her seferinde uyuyakaldığı için mi bilmem, derinden etkiledi bu film beni. ilk başta kırılan yumurtanın ölümü simgelediği kadar, en son yusuf'un eline bırakılan yumurta da yeni bir hayatı simgeliyordu bence. istese de istemese de yusuf'un dahil olacağı yeni bir hayat... ve tabi filmde kader kavramı da bence çok güzel işlenmişti. yusuf'un yarın giderim diye düşündüğü her seferinde, önlerine bir maninin çıkması çok anlamlıydı. her ne kadar, film boyu yusuf'un ayla ile fiziken yakınlaşması beklendiyse de tarafımca, sanırım bu da yönetmenden ziyade nejat işler'in şimdiye dek oynadığı karakterlerin üzerimde yarattığı bir etkiydi sanırım. güzel filmdi yani. izlemeye değer...
    ---
    spoiler ---


    (bitter cikolata - 10 Kasım 2007 21:11)

  • comment image

    sözlere ihtiyaç olmaksızın da anlaşabilen insanları, kategorize etmeden, klişeleştirmeden, altını çizmeden, mesaj vermeden, ne hissetmemiz gerektiğini dikte ettirmeden anlatabilen, kendi yolunun doğal akışında sessizce yürüyen film.

    --- spoiler ---
    şehir insanının, her hizmetin karşılığını parayla ödeme alışkanlığıyla, cenaze sonrasında su taşıyan küçük çocuğun dua ederken açılmış ellerine bırakılan paranın, kahvaltı sofrasında geri verilmesi, cenaze dönüşünde berberde saçını kestirdikten sonra, yaşananların ağırlığıyla koltukta uyuyakalan adamın, havanın kararmasına ve dükkanların teker teker kapanmasına rağmen uyumaya devam etmesine saygıyla izin verilmesi gibi zarif ayrıntılarla bezeli bir film.

    kurban kesmek dahil bütün o hengamede gözünden bir damla yaş gelmeyen oğulun, en sonunda herşeyi geride bıraktığını zannederek yola koyulduğu halde uzaklaşamadığı akşam, tehditkar olduğu halde zarar vermeyen, hatta koruyan çoban köpeği yanıbaşındayken, sarsılarak ağlaması, kaybedilen anneden çok, yaşanırken içinden kaçıp kurtulma isteğine yol açmış olduğu halde, anneyle birlikte elden kayıp gitmiş olan gençliğe, kaçırılan hayata ve artık hiç elde edilemeyeceği anlaşılmış düşlerin sonsuza kadar kaybına duyulan acıların dışa vurumuydu sanki.
    ---
    spoiler ---


    (koyumavi - 20 Kasım 2007 19:53)

  • comment image

    semih kaplanoğlu bu filmle avrupa(lı)ya sinema yapmaya çalışıor demek düpedüz abesle iştigaldir. kökleri tayvan yeni dalgasında özel de tsai ming liang’da yatan ve her filminde biraz daha bu coğrafyaya has bir şeyler yaparak bu anlatı tarzını geliştiren bir yönetmene garbiyatçı bir bakış açısıyla yaklaşmaktır kanımca. ha denirse ki tayvan yeni dalgası antonioni, bresson, truffaut’lardan gelmiyor mu? açıkça hepimiz ademden geliyoruz gibi bir yanıt verilebilir.
    ikincisi bu filmin durağan planları çok sıkıcı, karelerde detaycı bir anlatım yok demek daha büyük bir abesle iştigaldir. az çok taşra görmüş (okumuş) olanlar saat tıkırtısı, tahta zeminden gelen sesler, yemeğin içinde vızıldayan sinekler, kümes,sehpaya konan çaylar hatta aralıksız çay içmek, kömeçler, elektrik kesintisi, cenaze, mezarlık, selah, yedisi kırkı elliikisi, arabayla yapılan sessiz yolculuklar, adak, yaşlılarla yapılan gündelik muhabbetler,kimlerdensin, elektrikçi, bir köşesi olan meydan, birahane, kasabanın en güzel yerinden hatunla beraber kendi evini,okulu bulmak bunları bilir. zaten kaplanoğlu meleğin düşüşünde de başarılı bir şekilde yaptığı üzere tam da bu detaylarla dolu mekan kullanımı içinde karakterleri anlatmasıdır. yani en az karakterler kadar mekan da bir kahramandır. dikkatli izlenirse çerçevelerin hepsinde bir miktar boşluk ve alan derinliği gözlemlenecektir. buna kostümdeki detaylar da eklenebilir. etek,altında patik çorap ve terlik, yelek ile ayla karakterini düşünmek gibi.. meleğin düşüsünde sürekli su içirirdi, camdan baktırırdı ve çok eğreti dururdu imgelem olarak ancak bu filmde tamamen insanın içine işleyen detaylar bulmuştur.. problemli olan bu karelerin aynı açı ve yerden çok fazla tekrar ederek verilmesidir (ki buda yönetmenin tercihidir), oysa bu tarz filmlerin diğer örneklerinde mekan ve açı çeşitliliği fazladır.

    yönetmenin, avrupalıya yerli film falan anlattığı zaten yoktur italyan sinemasında ve romanında taşraya geri dönüş hikayesi yaygın bir konudur. fellininin il vitellone’sini örnek verecek olursak bu film bu coğrafyadan çıkmış ve meselesini güzel bir biçimde dile getirmiş olanıdır.
    dahası özellikle benim de sıklıkla deneyimlediğim, ne zaman memleketime gitsem sanki istanbul kaçıyormuşcasına bir acelecilikle geri dönme isteği duyuşumun ancak memleketin aynılığı, durağınlığı ve buna rağmen hayatın üretken bir şekilde devam etmesi karşısında bir kaç gün bir türlü geri dönememe hissimin bu filmde görmek, diğer yandan memleket eğer taşra ise orayla olan eski ilişki, geçmişin hep konuşulan anlatılan bir şey olması ve bu anlamda mesela büyük şehire gitmeden önce taşraya duyduğum sevgi, onu dillendirme duygusu ancak sehire gidip, taşraya geri geldikten sonra hissettiğim küçümseme duygusunu filmde görmek fazlasıyla filmin benim için “yerli” ve yeterli olmasına yetmiştir.. özellikle yusuf’un gül’ün ben buralarsız yapamam kabilinden sölediği söze karşılık yusuf’un “saçmalama gül ben buradan nefret ederdim” cümlesi bana göre üçlemenin diğerlerine hoş bir gönderme olan damar bir sahneydi..

    üçüncüsü filmin son sahnesini karakterin hayatı boyunca köpek gibi havladığı şeklinde okumak haklılık payı biraz olsa da çok klişe bir okuma gibi geliyor bana ve bu sahnenin bundan fazlası olduğunu düşünüyorum. kanımca yusuf’un bağını koparmış olduğu ve yeniden anlamlandırmaya çalıştığı bir gelenekle yüzleşmedir. bir şair olarak durduğu bir noktada hayatta olduğunu anlamıştır çünkü ölüm korkusuyla yüzleşmiştir, kurban olmayı anlamıştır ve annesi tıpkı ibrahimin kurtulması gibi (evlerde hep bu sahneyi canlandıran ve bana göre korkutucu bir resim veya anısı olanların daha derinden anlayacağı üzere), adadığı adakla bu durumdan yusuf’u kurtarmıştır (aslında annesi taşranın gözünde oğlunu sanal bir yusuf imgesi yaratarak bir nevi kurtarmıştı) ve gözünden gelen yaşlar onun bu dünyada var olduğunu ve son sahne hesaba katılırsa yaşamın ona sunulduğunu yeniden anladığını göstermektedir (vive l’amour veya l’enfant’ı izleyenler bu sahneyi bir yerlerden hatırlayacaklar). bu anlamda fünyeli abdullahın belirttiği gibi bu sahneyi kieslowskiesk hümanizmi anlatan öğeler bulmak yerindedir ve doğurganlık ve yaşamın yeniden üretkenliğini simgelediği yumurta finali çok anlamlıdır. çünkü bu film belli bir anlatıya değil insana ve onun ruh haline eğilmiştir ve tıpkı meleğin düşüşünde yaptığı sembolik sona benzer bir görsel öğe bulurak bir anlamda sinemasını ve derdini icra etmiştir.
    sinematografik açıdan nuri bilge ceylanın kadrajlarının focus’u rengi, ışığı ayarlanmamış versiyonlarını görmek filmin eksik yanlarından biridir. esas olarak eksik nokta filmin bence üçlemenin kendisine çok fazla şey bırakmış olması....yani bir vive l’amourun ya da yalnız yatmak istemiyorum’un son sahneye insanı usulca getirmesi ve yüzleştirmesi kaçınılmaz bir deneyimken, bu film gerek dini veya metafizik bir sebepten gerekse temposundan dolayı, oraya kadar götürüp götürmediği tartışılır ama kaplanoğlu, ek olarak son sahneye karaterdeki değişimi koyması ile bu problemi aşarak güzel bir son yapmıştır gözümde.. sanırım bu film anne, gül odakları ile tamamlandığında daha da fazla anlam kazanacak

    hızlı film seven, gerek reklamlardan gerek saniyede en az 3 kesme yapma zorunluluğu olan dizilere alışkın gözlerin bu filme tahammül edememesi anlaşılır bir şeydir. çünkü olay yoktur, görüntü durgundur, mekanlar da en az karakterler kadar önemlidir, büyük sözler, can alıcı şeyler yoktur, atmacanın yılanı kapması filmin en büyük hikayesidir ancak geçmiş, yaşam ve insan konusunda kafa yoranlar için bu film tatminkardır. yani kısaca bu filmde seyirci hem alışkın olduğu izleme deneyiminin kendisiyle yüzleşirken bir yandan da filmi anlamlandırmaya çabasıyla başbaşa kalmıştır ve bu anlamda filme bağırıp çağırma beklenen bir tepkidir ama gidipte adamın yapmak istediğini entry biçiminde film eleştirisi tadında çok yüzeysel bir yerden yaklaşmak ve bilgi hatasından ziyade okumaya açık bir adak yorumu(zira açıkca annesinin adağı yerine getirmiştir ve bu bir adet olamaz mı zaten dini olan nedir?) nedeniyle filme gizlice yüklenmek ve küçümsemek en azından etik olarak doğru mudur? biraz ağırdır.. çünkü atıyorum kız arkadaşınla yiyişmek istedikten sonra onu matrix’de de yapıyorsun zaten..

    not: bu yazı fallik osman ve fünyeli abdullah'ın film hakkındaki entrilerine referanslar içermektedir


    (wayvard cloud - 23 Kasım 2007 00:30)

  • comment image

    albert camus'nün yabancı'sıyla paralellikleri var.

    yusuf karakteri, boş vermişliği-nihilizmi- ve annesini kaybetmesiyle meursault ile benzeşiyor. film aynı zamanda yusuf karakterinin 'sanki' yabancı olduğu dünyaya alışmasının da hikayesi. bir nevi yol ayrımına gelen yusuf'un takip edeceği yolun anlatımı, ki bunun hayatta anlam bulma, hayatına değer katma yolu olduğunu düşünürsek bir anti-meursault olma süreci. bu süreç de hayatta en çok hissedilen ya da tek gerçek olarak düşünülen ölüm ile başlıyor.

    semih kaplanoğlu da bu yol ayrımı meselesini filminin ilk plan sekansında belli ediyor. bu harika açılış sahnesinde yönetmenin kamerasının durduğu yer filmin tavrını simgeliyor, malum kamera tam yol ayrımında.

    yusuf köye gittiği an bir değişim içerisine giriyor. doğal olarak ilk zamanlarda bu yaşam onun 'ayağına' bir kaç numara küçük geliyor. ancak sonra sanki yasının bir simgesi olan sakallarını kesmekle başlıyor işe. ayla ile aralarında bir yakınlık kuruluyor, buraların senaryoda belirsiz kalması bence bu ilişkiyi daha da cazip hale getiriyor.

    sonra yusuf adağı yerine getirmek için çıktığı yolculuk sonrası (o ilginç köpek sahnesiyle de) aydınlanıyor ve yeni bir hayata başlamaya karar veriyor.

    kendi adıma semih kaplanoğlu'nun bir önceki filmi meleğin düşüşünü beğenmemiştim. orada daha kopuk ve gereksiz uzunlukta planlar vardı. bu filmde ise ritmini yakalamış gibi göründü bana. gerçi senaryonun daha iyi olabileceği hissiyatını verdiği de bir gerçek. mesela yusuf bayılma sahnesini anlayan varsa lütfen bana mesaj atsın, ben anlamadım; film üçleme bile olsa her film kendi bacağından asılır. sonra ufuk bayraktar'ın karakteri, ayla'nın yusuf'a olan ilgisini dolaylı olarak iyi vurgulasa da biraz muallak kalmış gibi.

    film sanat yönetimi açısından ise gayet başarılı; köy yaşamıyla ilgili detaylar, karakterlerin giydikleri vs.
    özet olarak yumurta türk sinemasında son zamanlarda yapılmış en iyi filmlerden bir tanesi daha da önemlisi oldukça mütevazi bir film. bu kadar ödülü hak ediyor mu tartışılır, ancak festival jürileri de onlarca saçma sapan yazılmış, popülist türk filmlerinden sıkılmış olacaklar ki bu filmi ödüllere gark etmekte beis görmediler. bunda anormal bir durum yok.

    medyada da, sözlükte de bu filme yapılan saldırıyı da anlamış değilim. sanki reklam kampanyaları yapılmış, genç türksel herkesi bu filme zorla sokmuş da insanlar bu filme gittiklerine pişman olduklarını söylüyor hatta dakikalarımızı çalan film gibi saçma sapan sıfatlar yakıştırıyorlar. aslında popkorn sinemasıyla arthouse'u birbirinden ayıramayıp, film ve yönetmeni hakkında edilmiş iki üç kelam okumadan sinemalara gidenlere müstahak böylesi. onun haricindekilere ise sinemayla, sembolizmle dolu bir doksan dakika vaad eden iyi bir film işte.


    (shocktheworld - 8 Mayıs 2008 16:21)

  • comment image

    --- spoiler ---

    hikayesi oldukça sıradan (annesi ölen şair yusuf'un köyüne dönmesi ve burada ayla'ya aşık olması), filmde geçen olaylar çok basit (sigortaların atmasından, arabanın siliceklerinin kırılmasına, küçük çocuğun mezarlığı sulamasından, filmin sonundaki kahvaltı sofrasına...), oyunculuklar oldukça sade ve minimal (bu 'minimal' sözcüğü uyar mı ustalara sormak lazım ama bana öyle geldi), büsbütün sessiz; fakat bütün bunları yırtıp atan bir metafor yumağı olan film.

    öncelikle, şair'in hikayesini yazmak (kendim bir kere yazmayı denediğim için biliyorum) her zaman için acayiptir. tam bir edebiyatçı işidir bu. semih kaplanoğlu'nun da bildiğim kadarıyla öyküleri var. daha önce bir şair hikayesini orhan pamuk'tan kar'da okumuştuk. hastalıklı tipler gibi görünür hep şairler. yalnız, hoyrat, sıkıntılı, depresif... aylak adam gibi. zor olduğu için de çekicidir. çok sayıda malzeme kullanabilirsiniz. bir de tabi "insan yeryüzünde şairâne oturur" demek var...

    öte yandan bu film anadolu'da geçiyor. şair'in ismi neden yusuf? neden en sevilen şiiri (en azından eski sevgilisi gül seviyor) kuyu? bir rüyasında kuyu'dan çıkmaya çalışıyor. yukarıda gömleği var; yani iffeti. aralarında nikah olmayan bir genç kızla aynı evde kalıyor. genç kızı seven birisi var. hatta beraber gittikleri akrabaları bile karı-koca sanıyor. neticede toplumun kültürel kodları bunlar. yusuf, her şeye rağmen, ne sahaf dükkanına gelip kompliman yapan kadına, ne eski sevgilisi gül'e, ne de ayla'ya kötü gözle bakmıyor.

    ayla, yusuf'un adak kurbanı kesmesi için ısrar ediyor. bu adağın ne için olduğunu bilemiyoruz. ayla da bilmediğini söylüyor. fakat büyük ihtimalle yusuf'un köye dönmesiyle ilgili bir durum. alnına kurbanın kanı sürülünce, yusuf "kabul edilmiş" mi oluyor? (burası şahsi zorlamam, kabul görmeyebilir).

    bunların yanı sıra, filmde müthiş bir dekor, kostüm, mekan uyumu mevcut. o kadar ki, gölcük'te ayla'nın kenarında durduğu kıyı acayip mistik bir hava katmış. ayla'nın üniversite okuma hayali, büyük şehre gitme isteği, fakat köyden de vazgeçemeyişi, yusuf'u uzaktan seviyor olması, belki yusuf için üniversiteye gitmek istemesi... hepsi o kıyıda sisin arasında dağılıyor. bu rol için gözleri bu kadar güzel bir oyuncu seçmek çok akıllıca.

    taşranın büyük şehirden farklı oluşu üzerine çokça film yapıldı muhakkak. klişe tarafları buradan geliyor elbette. fakat yusuf'un gerçek hayata bu kadar yakın duran hikayesi; çarpıcı. saatlerin tiktakları arasında duran, hatta kolunda kol saati taşıyan fakat zamanın nasıl geçtiğine hiç de önem vermeyen yusuf filmin sonunda mutlu bir şekilde kahvaltısını ederken, belki de bütün bu zamansızlığa ve mekansızlığa teslim ediyor kendisini. bu noktada, yusuf'un kenti bırakıp köye dönen "aydın" tipi olduğunu düşünmemekteyim. kendisi sadece ilk şiir kitabı övgü almış bir şair, belki bir yarı-aydın. böyle bir iddiası da yok. uzak'taki mahmut'un entelektüel konuşmalarının hiçbiri yok mesela bunda...

    filmdeki diyalogların azlığı, karakterlerle çok uyumlu. zira yusuf zaten konuşmayı sevmeyen birisi olarak kurgulanmış. ayla da bu durumu seviyor, zira diğer insanlarla diyaloglarında da genelde dinleyen taraf olmayı seçiyor. burada bir aşkı reddedip, diğerine yelken açacak cesareti de bu suskunlukla buluyor belki de. filmin tam da bu noktası için "bazen birisini sevmek, bir başkasını acıtmakmış" diyesim geliyor. sırf bu kısmı bile hikayeyi oldukça güzel hale getirebilir.

    sonuçta, film hiçbir yere bağlanmamış gibi görünse de, yusuf'un bulduğu huzurda son buluyor. tavuk yumurta veriyor, kahvaltı sofrasında mutlu bir şekilde yemek yiyorlar. gülümsüyor yusuf, ayla'ya bakarak. geri döneceği şehirde olmayan şeyler bunlar. fakat bu durum, yusuf'tan başkasına genellenemeyecek kadar minimal (yine o kelime..) anlatılmış. öyle ki, başka şairler de dönerse aynı huzuru bulacaklarmış hissi vermiyor. üstelik, bu film bir üçleme olduğu için metaforları asıl keşfedecek olan diğer iki filmin yolculuğu olacak gibi. genç yusuf'un ve çocuk yusuf'un dünyası, bu filmi daha da açacak.

    bir iki eleştirim var fakat filmle ilgili: öncelikle diyalogların az olması güzel de, var olan diyaloglar biraz sırıtıyor. yusuf'un gençlik arkadaşı, çocuğuna "gel bak seni yusuf'la tanıştırayım" diyor mesela ki o yaştaki bir çocuğa babaları öyle hitap etmez genelde. naçizane önerim "bak bu yusuf amcan" diyebilirdi. diğer köy insanlarının konuşmaları da çok yapay duruyor kanımca. kamera önünde olduklarının fazlaca bilincindelermiş gibi. bu biraz sırıtıyor filmde sanki. çok şahane müzik yakışacak bir iki sahne vardı ki, doğanın sesleriyle geçiştirilmiş. bu eksiklik olmasa da, müziğin filme etkisi yadsınmamalı kanımca.

    leyla ipekçi'nin özel teşekkür alması bile filmin güzel ekstralarından. diğer iki filmi de sabırsızlıkla bekliyorum. filmi beğenmeyenlere de saygı duyuyorum, zira zor bir film. anlamak ya da anlamamak illa ki entel olmayı, sanat bilmeyi yahut yüksek zevk sahibi olmayı gerektirmiyor. bu tarz filmlerden çok sıkılanlar mevcut. mesela sokurov'un aleksandra'sı için beyazperde'de 4.4 puan vermişler ki, gidip köprüden atlasınlar bence... yine de semih kaplanoğlu'nun metaforlarla bezeli dünyası, pasif izleyiciyi reddediyor ve filmin içine giren, metaforları zorlayan ve dikkatli bir izleyici istiyor. bu da herkesin zevki olmayabilir...

    --- spoiler ---


    (cam irmagi tas gemi - 10 Mayıs 2008 06:34)

  • comment image

    beğenmekten korkarak başladım yumurtayı izlemeye. fikirlerine neredeyse kendi fikrimden çok önem verdiğim bir arkadaşımın bana dvdsini vermiş olduğundan dolayı tahmin ediyordum beğenicemi de, bu kadar beğenmemişlik hakimken ben de huyum olduğu üzere sevdiğimi, beğendiğimi savunucağımı bildiğimden hiç insanlarla münakaşalara girme arzusunda değildim.. ama final zamanı ders çalışmaktan bir şekilde kaçmam gerekiyor, bakıyorum yemek yapılmış, bulaşık, çamaşır yıkanmış, oda bir kez daha toplanırsa depresyona girecek, oyunlar tükenmiş.. ya bilgisayarda maça kızı oynıcam ya da yumurtayı izlicem.. başka film mi yok? var..

    o kadar güzel başladı ki, bir adam.. sahafını kapatmış, fakat -otuz saniyelik mevcudiyetinden yüzsüz ve egoist olduğuna kanaat getirdiğim bir metropol özentisi kozmopolitan- bir kadın giriyor, adamın kapattık demesini ya duymuyor ya da duymamazlıktan geliyor.. adam da sakin, umursamaz kapattık hüleean diye üstelemiyor. fakat bunun kadının mini eteğiyle haliyle tavrıyla bir alakası yok.. belli ki adam istanbul çirkefliğinden, asabiyetinden uzak..başka yerlere ait..

    bütün bu bahsettiklerimin de adamın genel hali ve tavrı dışında filmle alakası yok. sadece filmin havası o sahafta nasıl başladıysa o şekilde devam ediyor bir şekilde. uzak, dingin, çok eskilerden derinlerden gelen bir hüzünün yarattığı umursamazlık..

    bütün o sessizliklerin, umursamazlığın bir öncesi var boş yere değil o manzaralar, hayvan metaforları.. hani sanat filmi yapmaya çalışırken insanlar anlamasın diye uğraşılmamış.. azıcık önyargısını kırabilse insan; en neşelinin, en dışa dönüğün bile gidip saatlerce başkasına anlamsız kendisine anlamlı bir şeye sessizce daldığını kabullenilebilinir, kaldı ki büyük ihtimalle duygularını ortalama bir insandan daha yoğun yaşayan bir şairin daha büyük bir kolaylıkla hemencecik kendi dünyasına sığınabildiği çok rahat anlaşılır.. peki film, bir hayatı anlatıcakken olağanca gerçekçiliğiyle sadece renkleri biraz daha kuvvetlendirerek anlatıyorsa, olabilecek belki de en yalın haliyle; bu takdire değmez mi? ben de sevmiyor muyum çılgınca gülmeyi, aksiyona boğulmayı john mcclane'in ve onun gibilerin maceralarını izlemeyi, hogwartsda okumayı hayal etmeyi, binlerce romantik filmde ağlamayı, çalan şarkılarıyla coşmayı? bayılıyorum, ölüyorum bitiyorum. onlar da film bu da film benim için. ama yumurta öznel olarak çok daha değerli bir film.. bir filmin güldürmesi, ağlatması, korkutması işini bilen için çok kolay fakat bir filmin huzur vermesi..işte orda dur derim.. çok zor bir iş. hem de bu kadar karamsar olması gerekirken bir şekilde buğulu kalmış bir film için. dinginlik ve huzur buldum. çünkü biliyorum karşımdakinin benden bir cevap beklentisi varken önüme bakıp, sinirden ya da hor görmekten değil, tarifi olmayan, negatiflikten çok uzak bir duygudan ötürü cevap vermemeyi, yusuf'un arabada ayla'yla kabalaşmadan muhabbet etmemesinde olduğu üzre.. sırf hayatının o noktasında olduğundan dolayı annesinin vefatına bu kadar sessiz kalması, memleketini sevmiyor olması, kuyusu, yumurtası, nüfus cüzdanı.. insan anlıyabiliyor yusuf'u, yusuf'u anlamak için yusuf olmaya gerek yok. bu kadar anlaşılabilinir olmasında semih kaplanoğlu'nun o özentilikten konduğu sanılan sessiz anları, manzaraları; yusuf'un gördüklerini; nejat işler'in ise yusuf'un hissettikleriyle, tepkilerini müthiş yansıtmış olması etkili.. sürekli bir diyalog arayışı olması beni üzüyor açıkçası..diyalog olmadan insanların anlaşamıycağı bir çevrede olmak istemem ben. gördüğüm kadarıyla en çok akılda kalan şey ankara'dayken heryerin özlenmesi olmuş, o dikkat çekmiş..bence ayla'nın yusuf'a yumurtayı bulup getirmesi en muazzam an. sadece bu film için değil; çoook uzun zamandır izlediğim filmler içindeki en güzel an.. sessiz, sakin, huzurlu, bir tek kelimenin sarfedilmesine lüzum yok.. zaten hiç bir zaman duyulmak istenenle duyulan birbirini birebir tutmuyor, dile getirilmemiş bir anlaşma halinin sessizliğini yenebilecek her hangibir diyalog yapabilen, yazabilen mevcutsa.. mevcutsa gitsin kendi filmini çeksin..

    ben yumurta'yı çok sevdim..

    kendisinin tanımı, bir aşk, içerleme, kızgınlık, koşuşturmaca filmi değil yumurta; olması gerektiği üzere bir belki de iki insan filmi. insan filmi.


    (martian dis kapinin mandali - 31 Mayıs 2008 19:58)

  • comment image

    yumurta aslında farklı bir film.ben filmin cekildigi yerde yasayan biri olarak belki biraz daha sabırlıydım.biraz daha ilgiyle izledim.fakat aslında okudugum yorumlara da bakarsam bir kac sey filmde farkedilmemis,ya da ben yanlıs yorumluyorum.bunları paylasmak istedim.
    öncelikle filmin ana karakteri diyebilecegimiz yusuf,ismini filmde öylesine almıs gibi durmuyor.ilk basta farketmedim ama daha sonra otobüs yolculugunda yanıma oturan ve gercekten iyi bir sinema takipcisi olan hocam(hocam diyorum cünkü kendisi bir üniversitede yardımcı docent olarak görev yapmakta) yusuf isminin filmde hz. yusuf'tan esinlenildigini,yasadıgı olayların hz. yusuf'un yasadıgı olayların benzeri oldugunu(özellikle kuyuya düsme ve cıkma cabası,bunun özellikle tıpkı hz. yusufta oldugu gibi rüya yoluyla olması) bana anlattı.ben filme pek felsefi ve tarihi acıdan bakmamıstım acıkcası ama bir kac farklı ayrıntıyla bunu dogruladı.filmde anlatılmak istenen seylerin biri de yine bununla baglantılıydı.yusuf'un sehir yasamına alısmasının ardından dogdugu büyüdügü yerleri unutması,umursamaması hatta nefreti göze carpıyor.ve sehir yasamında pek yeri olmayan ahlaki ve toplumsal degerler(koc kesilmesi,adak adanması gibi) cocuklugunun gectigi yer olan tire'de yusuf'u yıllar sonra buluyor.bir bakıma bosvermisligi icinde kaybolmus yusuf hala bir yerlerde cocuklugunun gectigi bu yerin adetlerini yerine getiriyor.ait oldugu yeri hatırlıyor.burada tire temizligin semboluyken,istanbul kaybolmuslugun,kirliligin sembolu sanki.aynı sekilde ayla da temizligin sembolu iken,gece yarısı dükkana elinde sarapla gelen kadın da kirli tarafı temsil etmekte yusuf icin.elinde sarapla gelen bu kadın kitaba karsılık sarap vermek istiyor,fakat ayla ile yusuf köylü kadınlarına yanına geldiklerinde(özellikle yusuf onca sene sonra) gayet sıcak karsılanıyorlar ve kendilerine hic düsünmeden sahip oldukları yiyeceklerden veriyorlar,paylasıyorlar.ve aslında asıl filmin sonunda yusuf'u köpegin bayıltması sahnesi var.köpek kutsal kitabımızda nefsi simgeler.nefsimizin bizi devamlı kötüye sürükledigi anlatılır.buna karsılık irade vardır.yusuf tire'de yasadıklarını unutup istanbul'a dönmeye calısacakken köpek karsısına cıkıyor ve buna izin vermiyor,saldırarak bayıltıyor yusuf'u.ve yusuf iradesini kazanana kadar (dikkat ettiyseniz yusuf yönünü tekrar cocuklugunun gectigi yere dogru cevirdiginde basından ayrılıyor,ama bayılttıktan sonra hep yanında) basında bekliyor.ve yusuf hicbir sey olmamıs gibi eve dönüyor.
    bilmiyorum dogru mu anladım ama ben böyle bakmamıstım filme.sonra tekrar izleyince hosuma gitti filmin saflıgı,dogallıgı.ayrıca su unutulmazdı;
    (bkz: sigara bırakılıı mı heç)


    (ojovduvi - 31 Aralık 2008 21:58)

  • comment image

    memleketiyle iyi geçinemeyen evsiz bir şairin yabancılaşmasının hikayesidir yumurta. kitapçı dükkanında yaşar. dışarıda hareketli bir akşam vardır. içeri giren müşteri bunu hissettirir hem bize hem de yusuf'a. ama o yalnızdır, muhtemelen bütün geceleri öyle tek başına geçmektedir. yani onun sorunu taşra, küçük insanlar değil, hayattır. hayatla iletişim kuramamaktadır. hep tuhaf bir mesafe vardır dış dünyayla arasında. ve bu mevzu, filmde en doğru yerden, yani yalnız adamın geçmişine döndüğü noktadan anlatılıyor. insanın çocukluğunun geçtiği yerlere, ailesine, çocukluk arkadaşlarına ya da ilk aşkına bu kadar kayıtsız kalması öyle kolay değildir.

    elektrikçinin eve geldiği sahnede, yusuf babasını sorar çocuğa. ve tanıdık çıkar baba. selam söylersin der. elektrikçi (ufuk bayraktar) yusuf'a döner ve cenazedeydi, görüştünüz ya der. bu replik gösterir ki yusuf'un iletişimsizliği bir tavır, küskünlük ya da seçim değil, bir çaresizliktir. varoluşsal bir sancıdır.

    o sancının tavan yaptığı yer, yusuf'un gerçekten içini döktüğü, annesinin yasını tuttuğu an filmin doruk noktasıdır bence. kırlık bir alanda, bir köpeğin karşısında kaldığında insanların yanında yapamadığı şeyi yapar. ağlar. önce öfkesidir onu ağlatan belki ama sonra biriktirdikleri olur gözyaşları. arınır.

    işte ondan sonra, nihayet bir kırılma yaşar, kalın duvarından bir tuğla eksilir. hiç gocunmadan istediği yere, evine döner. kahvaltı masasına otururken ilk kez tebessüm eder.


    (ben her zaman ben ama hangi ben - 19 Nisan 2009 15:34)

  • comment image

    ısrarla yedirilmeye çalışılan.

    - vallaha doydum ısrar etmeyin burhan amca.
    - yi oğlum yi. bak egemen amcan sucuk da getirmiş. ama önce yımırta yi. ilim yapar yi.

    bu aralar yemeyin olm, kesin birşey var içinde.
    normal değil bu kadar ısrar.


    (kofti zamanlar bunlar keyfini cikar - 8 Aralık 2010 15:36)

  • comment image

    bir protesto malzemesi. öğrencilerden bu denli korkan akp hükümetinin, ilerki günlerde yumurtaya zam yapacağı konuşuluyormuş.


    (sechqeen - 8 Aralık 2010 15:46)

  • comment image

    yumurtanın bayat olduğunu anlamanın yollarından biri de, soyulurken nasıl bir davranış sergilediğidir. eğer yumurta çok kolay, bütün halde soyuluyorsa bayattır, eğer zor soyuluyorsa, kabuğuna yapışıyorsa tazedir.

    kusura bakmayın ama bu çok orospu çocuğu bir bilgidir. lan ibnenin evladı yumurtayı misler gibi, iki hamlede cascavlak soymuşum, belki günümün en güzel gelişmesi bu olacak, belki sabah yaşadığım bu mutluluk ile günüm güzelleşecek, insanlara daha iyi davranacağım, onlar da çevrelerini iyi davranacak ve belki o gün dünya biraz daha iyi bir yer olacak. ama sen ne yapıyorsun; “dur bakalım arkadaş hemen sevinme, öyle güzel güzel soydun ama o yumurta bayat” diyorsun. yani anasını s.kiyorsun şu güzel ortamın.

    şimdi bana lütfen söyleyin, pişirdiği yumurtayı “bu çok temiz soyuldu lan” diyerek yemeyen, çöpe atan kaç kişi var aramızda? yok değil mi? o halde bu bilgi niye? niye benim yaşadığım küçücük mutluluğa bile tahammül edemiyorsun lan orospu çocuğu?

    bi de yumurtanın sarısı yeşil gibiyse siki var, arkadaşım yumurta kokmuyorsa yenir tamam mı. yok kolay soyuluyor, yok yeşil diye kafa sikme. biliyorum yumurta üreticileri ile ahbapsınız, istiyorsunuz ki aldığımız 15’li yumurtanın 5’ini atalım ki daha çabuk çabuk yumurta alalım. siktir git lan almıyoruz yumurta falan, yeşil yeşil yiyeceğiz biz.


    (diazepam - 8 Kasım 2012 12:42)

  • comment image

    yumurtalar bile bozuldu.

    köy yumurtasını haşlarsın, hafif kayısı kıvamında. bunun için kaynar kabarcıklarını görünce saymaya başla 90'a kadar. altını kapat, suyu süz hemen. süper kayısı kıvamı. küçük kaşıkla üzerindeki beyazı kapak gibi kaldırınca bi turuncu güneş görürsün ki offf. mis gibi kokar.

    kokardı. artık köy yumurtası bulamıyorsunuz değil mi? biz hadi neyse muğla gibi yerde hala gerçekten gezinip çöpleyen, az yemle beslenir köy tavuğu ve yumurtası bulabiliyoruz ama sen büyük şehir insanı, organik pazardan köy yumurtası diye aldığın; kabuğu köy yumurtası gibi kalın olsun diye özel, sarısının rengi koyu olsun diye başka bir özel yemle beslenmiş bildiğin fabrikasyon tavuğun yumurtası. ve, bütün bir hafta sonu beklediğin o pazar kahvaltısına haşladın o yumurtayı diyelim. kestin bıçakla ikiye; nasıl koktu? burnunu büzdün şu an değil mi? kötü koktu çünkü. kötü kokar.

    ama şimdi ailenizin yazarı ben; bir tarif veriyorum, ölçüler bıçakla, kaşıkla. hem de yarından sonra pazar. dene bak.

    kaç kişisiniz bilmiyorum ama kendi çekirdek aile ölçülerimi vereyim, kendi geniş ailene göre göz kararı sen ayarla. 3 adet yumurtayı üzerlerini silme kapatacak şekilde suda haşlıyoruz. kaynar kabarcıklar oluştuktan sonra sayma, kayısı yapmayacağız. 3-5 dakika fokurdasın o. kapat altını, suya tut, soy. bir kayık tabağa yumurtaları sekize bölerek koy. "bir yumurtayı sekize nasıl bölerim" diye düşünüyorsan, boşver bu tarifi, hazır bir yerlerde serpme köy kahvaltısı edin.

    kestin mi? şimdi 3 adet taze soğanı ve bir demetin dörtte biri kadar maydanozu incecik kıy tahtada. kesme tahtası diye satılan cam dıttırılardan alma sakın, bıçak çarpınca çıkan ses korkunç. kesme tahtası, adı üstünde tahta olmalı. efendime söyleyeyim; kıydığın yeşilliği yumurtaların üzerine yerleştir. 1 çay kaşığı hakiki toz kırmızı biberi (acı/tatlı senin seçimin, hakiki olmalı ama bu benim seçimim) serp, biraz karabiber, biraz tuz ve bol sızma zeytinyağı ve zeytin üzerine. zeytin derken şu içinde kırmızı biber olan zeytin turşusundan değil aman, mümkünse gerçek zeytin.

    koy sofraya bak hem görüntü, hem lezzet, aklın alınır. adı "çentme" bizim burası için. çentme çok köylü işi gibi geldiyse sana, "yumurta yatağında, sızma zeytinyağı sosuyla, taze soğan çeşnili maydanoz rüyası" de mesela. çok frankofon oldu valla, okur bu.

    önemli edit : bu kadar şey demişim, adıyla ilgili dememişim ya ben. yumurta sevisiz, gereksiz ciddi bir kelime. öyle bir söylenişi var ki; yapan hayvanın da kendinin de sahip olduğu o sevimliliğe hiç yakışmıyor. yımırta ve tavık olmalı. yımırta evet. yirim.


    (mam - 15 Şubat 2013 13:45)

  • comment image

    insanların yumurtaları, henüz anne karnındayken oluşmaya başlıyor. bu şu demek, mesela benim bir parçam, anneannem henüz anneme hamileyken oluştu ve ben aslında 1951 yılından beri varım.

    bilim mikemmel bir şey ^_^


    (zipirinsan - 9 Ağustos 2014 15:09)

  • comment image

    az kişinin bildiği bir özelliğini aktaracağım sert kabuklu dev hücre.

    bir* yumurta alın. kırılmaması için kütüphanenizin yüksek bir rafının dibine* kaldırın. ve o yumurtayı çok uzun bir süre için unutun.

    en az 1 yıl, tercihen 18 ay kadar sonra yumurtayı hatırlayın (sıcak ve kuru ortamlarda 6 - 8 ay da işi görür)

    nasıl olup da tüy kadar hafiflediğine yeteri kadar şaşırdıktan sonra* kabuğunu fazla dağıtmadan, dikkatlice kırın. içinin nasıl da boşaldığını inceleyin. sarısının dönüşmüş olduğu şeye hayranlıkla bakın, dokunun, ne kadar sert olduğuna hayret edin.

    ve şimdi de bağlama:

    boya denen şey fazla gelişmeden (kimyasallar işin içine girmeden) çok önce yumurta, resim sanatının ve özellikle ikona sanatçılarının asırlar boyunca en önemli renk hammaddesiydi. yumurta bekletilip kurutulur, camlaşan sarısı havanda toz haline getirilir, çeşitli yağlarla karıştırılıp koyu sarı renkli bir boya elde edilirdi.

    konunun meraklıları bilirler, bu yöntemle üretilen boyalar ikona restoratörleri tarafından günümüzde de kullanılıyor.

    (bkz: fener rum patrikhanesi)


    (ventolin - 27 Ocak 2005 05:09)

  • comment image

    protein kalitesi en yüksek besindir:

    protein:
    yapılan çalışmalar, yumurta proteinlerinin % 100 oranında vücut proteinlerine dönüştüğünü göstermiştir. bu nedenle yumurta proteinleri örnek protein olarak değerlendirilmektedir.

    yağlar:
    yumurta yağının % 33 ’ü doymuş,
    % 16’ı kadarı çoklu doymamış,
    kalanı tekli doymamış yağ asitlerinden oluşur.
    yağ, sarısında yoğunlaşmıştır. yumurta sarısı yüksek kolesterol içermesine rağmen doymamış yağ asitleri yüksek olduğundan ve lesitin içerdiğinden kolesterol yükseltici etkisi yağlı et ve süt ürünlerinden daha düşüktür.

    mineral ve vitaminler:
    yumurtanın sarısı demir, a vitamini ve b vitaminlerinden zengindir.

    saklama koşullari:
    yumurta kabuğu üzerinde por adı verilen gözle görülmeyen küçük delikler vardır. taze ve yıkanmamış yumurtada bu delikler ince bir müsin tabakası ile kaplıdır. eğer yumurta yıkanırsa bu tabaka ortadan kalkar ve delikler açılır, dışarıdan mikroorganizmalar kolayca deliklerden yumurtanın içine girebilir. deliklerin açılması aynı zamanda yumurtanın içinden su kaybına neden olur. her iki olay da yumurtanın kalitesinin bozulmasını hızlandırır. yumurtada bulunan hava boşluğu, tavuk yumurtladıktan sonra oluşmaya başlar. hava boşluğunun küçüklüğü yumurtanın tazeliğini gösterir.
    yumurta bayatladıkça hava yeri büyüdüğü için daha hafifleşir. tuzlu suda yüzen yumurtalar bayat, dibe çökenler taze demektir.

    - protein kalitesi yüksek olduğu için bebek ve çocuklar tarafından her gün bir adet tüketilmesi yararlıdır.
    - diyette protein miktarının kısıtlandığı böbrek ve karaciğer yetmezliği gibi hastalıklarda yumurta örnek protein içeriği nedeni ile önemli bir protein kaynağıdır.
    - yumurtaya kabuklarından kolaylıkla mikroorganizmalar geçtiği için pişmemiş (çiğ) yumurta tüketilmemelidir.özellikle akının iyi pişirilerek tüketilmesi gerekir.
    - kalp-damar hastaları haftada 1-2 kez yumurta yiyebilirler.
    - et yemeyenler et seçeneği olarak yumurta yiyebilirler. bir adet yumurta, besin değeri açısından kendi büyüklüğündeki ete eşittir.
    - yumurta sebzelerle ve tahıllarla birlikte yenirse, kan kolesterolüne olumsuz etkisi olmaz.
    - yumurtanın içindeki lesitin beyin işlevlerinin düzenli olmasında yardımcı olur.

    http://www.bdb.hacettepe.edu.tr/tobrehberi.pdf


    (andrew - 14 Haziran 2005 13:52)

Yorum Kaynak Link : yumurta