Garden State (~ Eve Dönüs) ' Filminin Konusu : Andrew Largeman başarılı olmaya çalışan bir televizyon aktörüdür. Andrew'nun duygularının kontrolünü ele geçirmiş psikiyatrist babası bir şekilde onun annesinin ölümüne sebep olduğunu aklına yerleşmiştir. Annesinin ölüm haberini aldıktan sonra babasının ve doktorunun tavsiye ettiği ilaçları bıraktıktan sonra hayatın tam olarak ne oldugunu görmeye başlar. Uzun zamandır hissetmeyi umduğu duygulara kavuştuktan sonra kendi problemleriyle savaşan bir genç kızla tanışır ve ilişkiye başlar...
Ödüller :
Independent Spirit Awards : "Independent Spirit Award-Best First Feature"
mükemmel bir bağımsız sinema örneği. neredeyse her anıyla keyiften keyife, duygudan duyguya sürüklüyor. ara ara insan kendini yeniyetme hissiyatında bulabiliyor bile. (kişisel olarak son 10 dakikasını ve zach braff'ın son bölümlerdeki oyunculuğunu hiç sevmedim o başka) eternal sunshine kıyaslamalarını, ciddi ciddi kafa yorulmasını ise şaşkınlıkla okudum. iki filmi de seven ve hissettirdiklerinden aynı tadı alanlar 'bana eternal'ı hatırlattı' diyor, gayet normal. ben bu filmden o filmdeki tadı aldım demek illa sinematiktaksel olarak kıyaslamış olmak mı demek? ne gerek var; eternal şöyle aşmıştır, böyle yarmıştır kıyaslamayın- demeye ben anlamadım.ps. natalie portman'ın zach'a 'benim koruyucu şovalyem olur musun' diyişi var ya... öl desin ölelim yani. ne ki.
(purplepurple - 1 Şubat 2007 20:02)
yüzyılın mı yoksa coğrafyanın getirmediklerinden midir bilinmez, olmayan zamanlara, olmayan şarkılara, olmayacak ilişkilere, olmayacak huzura göz kırpmış filmdir. film biter, yavaş yavaş farkına varırsınız ki sizin otoban kenarı çayırlarınız, evlerinizin verandası, loş ışıklar altındaki küvetleriniz, boşluğa bağırabilecek kadar özgüveniniz, samimiyetine inanabileceğiniz kadınlarınız yoktur. sadece ayılana kadardır. film biter. ama olsundur. filmleriniz vardır. olmak istersiniz ve içine girersiniz. işte öle bi filmdir. (bkz: sarhoşken entry girmek)
(oem - 13 Aralık 2009 20:17)
--- spoiler ---diego: who just saw some titties? [mark, largeman ve sam ellerini kaldırır.] diego: ok. now everybody calm the fuck down!--- spoiler ---
(pick - 2 Nisan 2010 22:46)
natalie portman'ın sevimliliğin ve doğallığın sınırlarını aştığı filmdir; neymiş bir de "don't be cute"müş!hayvan mezarlığına girerken o kapımsı demirden zach braff'ın eğilerek geçerken natalie portman'ın birden hoooop diye diğer tafara geçmesi mi dersiniz, zach braff'ın gözyaşını bir kapta saklama telaşı mı, söylediği yalanlar ve doğruların birbirine karışması mı, "i can tap dance" diyerek filmin en muhteşem sahnelerinden birini yaratması mı, "i believe in tickle" cümlesini kurması mı, "unique" olmak için daha önce kimsenin yapmadığı şeyleri yapması ve zach braff'a da ısrar ettikten sonra "i have already done that before" demesi mi, gerçekten de muhteşem olan "good cry"ları mı, yoksa hava alanında zach braff ile ayrıldıktan sonra telefon kulubesine girip tepinmeleri mi... defalarca izlenilesi.
(yuzdeyuzipek - 23 Nisan 2010 11:23)
kimse yazmamış, kısa da olsa nam-ı değer sheldon cooper'da gözükmektedir bu güzel filmde.
(aliken - 9 Şubat 2011 17:14)
ing. devlet bahçeli.
(gnnvry - 25 Nisan 2011 00:35)
ilk kez yaklaşık 6 sene önce izleyip "aşırı" etkilendiğim, ikinci defa az önce izleyip yine beğendiğim natalie'li zach'li film (scrubs ve natalie sever biri olarak beğenmeme ihtimalim pek yok zaten değil mi?). imdb'den birkaç trivia çevireyim (üşenmediklerim):-zach braff 'ın ilk yönetmenliği.-zach braff'ın new jersey'deki çocukluğu ve scrubs'daki başarısından önce los angelas'ta çabaladığı günlerden esinlenilmiş.-film'de sam'a columbia high'a mı gittin diye soruyor ya, işte o okul zach'in lisesiymiş ve filmde bir sahnede gözüküyormuş.-zach insanlara script'i gönderdiğinde filmin soundtrack'i olacak kendi seçtiği şarkıları da beraberinde yolluyormuş, bu da soundtrack albümünde şarkıların sırasının filmde çaldığı sırayla aynı olumasının sebebiymiş (ne alaka ben anlamadım).-hayvan mezarlığı sahnesi var ya, oradaki mezar taşlarını sette çalışanlar hazırlamış ve kaybettikleri hayvanlarının isimlerini yazmışlar.-portman'ın kullandığı kulaklıklar aiwa hp-x223 imiş.-zach'in kullandığı motor russian/ukrainian dnep'miş.-zack senaryonun çoğunu üniversitede yazmış ve filmin adını "large's ark" koymuş, bu beğenilmeyince "large" adını önermiş en son "garden state" demiş ona kimsenin itirazı olmamış.-sam'in kullandığı kask (helmet) aslında bir rugby kaskıymış.-mark'ın klasik gitarla çaldığı parça adelita'ymış.-la'den memlekete döndüğü otoyol sahnesinde aslında trafik sıkışıklığı yokmuş, bu yüzden zach'in adamları 16 km/s ile gidip ayar çekmişler.-zach psikiystrist olan annesi, üvey babası ve terapist olan üvey annesi sayesinde filmde kullandığı ilaçlar ve psikolojik olaylar hakkında zaten bilgiliymiş.-andrew'ın yüzemediği havuzlu sahnede sis efekt değilmiş, mekan da güzel manzarası sebebiyle seçilmiş, fakat o gün hava çok sisliymiş "böyle de olur" diyip çekmişler.-los angeles'ta vietnam restoranı olduğu söylenen mekan aslında tay * restoranıymış, arkadan gelen sesler de vietnamca değil taylandca'ymış. -zach braff'in gözükmediği sahne yokmuş.-filmde jim parsons, sheldon cooper olarak da bilinir, star trekte konuşulan klingoncayı konuşuyormuş.-natalie'ciğim tap dansı sahnesince çok utamış, zach de kötü olursa filme koymayacağı sözünü vermiş.-zach natalie'nin evinde dobermanların saldırması için elinde et tutuyorumuş.-son sahneler new york city'deki jfk international airport-terminal 4'te çekilmiş ve sağdan soldan geçen insanlar gerçek yolcularmış.-zach natalie ile bir sevişme sahnesi koymamış çünkü bunun seyirciyi filmin dışına çıkaracağını düşünmüş ve ima etmenin göstermekten daha iyi olacağını düşünmüş.-natalie portman zach braff'ın sam karakteri için ilk aklına gelen isimmiş fakat kabul edeceğini hiç düşünmüyorumuş.
(paltar yuyan masin - 2 Temmuz 2011 21:31)
kız arkadaş adayımı ayırmak için sorduğum filmlerden biri...büdüt: hassskktr ula, bir kez bile sormadın mk...
(kiralik varsayim - 8 Temmuz 2011 02:22)
--- spoiler ----mark bu şehirdeki son günüm.para lazımsa borç verebilirim.-en kötü şey, iyiliğin içinde para olmasıdır.--- spoiler ---
(a little boy must suffer - 8 Kasım 2011 22:03)
sam: how are you feelin'?andrew largeman: safe. when i'm with you i feel so safe. like i'm home. butun filmin en can alici noktasi burasidir. herkesin hissetmek istedigi, o an o sekilde olmak istedigi sey daha guzel kelimelere dokulemezdi.
(ugurcan - 6 Aralık 2011 09:42)
all the real girls station agent derken garden state de amerikan bagimsiz sinemasinin olmediginin en guzel orneklerinden biri. zach braff sadece cok basarili bir oyunculuk gostermemis ayni zamanda ilk senaryo ve yonetmenlik deneyiminde oldukca yetenekli oldugunu ispatlamis bu filmiyle. film oldukca dusuk butceyle yapildigini bazi yerlerde belli etmiyor degil ama bu kesinlikle filmin genel dogalligindan, sadeliginden, gercege yakinligindan bir sey kaybettirmiyor. genelde oyunculuk cok basarili. natalie portman'i leon'dan beri ilk defa bu kadar dogal oynarken gordum diyebilirim. zach braff ise sanirim biraz auto-biyografik olan oykusundeki bas karakteri-belki de kendini-oldukca basarili canlandirmis. filmde herkes kendinden bir seyler bulabiliyor. cagimizin bunalimlarina, hastaliklarina, sorunlarina, streslerine oldukca varoluscu bir sekilde yaklasip kesinlikle yapay olmaktan uzak durarak, gercege sanki bizden daha yakin bir dogallik ve sadelikle akiyor film. senaryo o kadar basarili yazilmis ki, "ah iste burda seni yakaladim, sen bir filmsin" asla dedirtmiyor seyirciye. espriler cok yerinde, dogal ve abartidan uzak. itiraf etmeliyim ki filmin en baslarinda yatakta andrew'u hissiz bir sekilde tavana bakarken ve sonra banyo dolabindaki ilac koleksiyonundan-muhtemelen psikolojik ilaclar oldugunu tahmin ediyorsunuz cocugun yuzunden zaten-ilac alirken, trafikte s1k1smisken ve sonra restorantdaki isine giderken gorunce, tamam klasik bir ogrenci filmi tadinda bagimsiz dusuk butceli bir amerikan umutsuzlugu ve monotonlugu hikayesi daha geliyor dedim. ama film bundan cok daha fazla oldugunu cok cabuk kanitladi ve sonra zaten dusununce bu kliselesmis diye dusundugum her sey ne yazik ki bir cogumuzun hayatinin parcasi: sabah kalkinca ilac almak, trafikte delirmek, bir sanatci olarak sanatinda is bulamadiginda garsonluk yapmak (kendimden biliyorum) bircogumuzun hayatinin parcasi olmakla beraber aslinda olmayan bir cogumuzun-ozellikle sanatcilarin diyebilirim- da her an basina gelmesi olasi durumlar. peki neden bir film boyle baslayinca bir klise olarak dusunuyorum ki, ya da dusunuyoruz ki-bir tek ben degilim biliyorum-? zaten garden state ilerleyen zamanlarinda bir klisenin ne kadar otesinde oldugunu gosterdi bana. her ani doyasiya sanki cok sevdigim bir arkadasimin bir anisini dinlerken kafamda canlandiriyormuscasina keyifle ve empatiyle izledim.filmin soundtracki zaten ayri bir guzellik katti her sahneye. the shins e yapilan referanslar da yerimde hoplamadim desem yalan olur. son zamanlarin en basarili guruplarindan biri oldugunu dusundugum shins'e natalie portman'in "it will change your life" seklinde referans yapmasi beni acayip mutlu etti oturdugum yerde. ayrica zero 7, remy zero ve thievery corporation da filme ayri bir tat katti.
(ningyo - 10 Ağustos 2004 06:06)
film muziklerine katkida bulunan gruplardan coldplay disinda hicbiri para istememistir. helal olsun hepisine.. ben de filmim icin sarki istesem bana da verirler belese, inaniyorum.
(terp - 10 Ekim 2004 08:37)
-- spoiler --filmin bir yerinde zach braff natalie portman'a "sevimlilik yapma veya sevimli olma" anlamına gelen "don't be cute" cümlesini kuruyor. zach abim, mümkün olan var olmayan var. natalie portman hanımefendinin sevimli olmaması kafadan ikinci kategoriye giriyor.-- spoiler --
(zeck - 13 Aralık 2004 16:43)
nasıl olacağını bilememekle birlikte "bir filmi evlat edinme isteği" doğurmuştur...
(dietcolaaddict - 7 Ocak 2005 16:04)
(bu entry spoiler icermektedir.)duygusuz, daha dogrusu hayatin gercekleri karsisinda duygularini yitirmis, etrafindakilere nasil hissettigini belli etmekten kacan, annesinin cenazesinde bile aglayamayan, ancak icinde de kotu bir niyet barindirmadigindan ustune ustune gelen aptalliklara gayet pasif ve "tabii, olur, neden olmasin" tarzi yanitlar veren bir gencin, topu topu dort gunde, nispeten kendi istegi disinda gelisen olaylar ile hayatin anlamini bulmasini anlatiyor.karakterimiz andrew'in en nihayetinde hayatinda bir degisimin gerceklestigini hissetmesi, derin bir bosluk* gibi olan gecmisine bagirmasi, ancak bu degisimin de kendi kontrolunde olmamasindan dolayi kisa sureli bir kararsizliga dusmesi ve bir hermit misali nuh'un gemisi tarzindaki derme catma evinde ailesi ile yasayan, aslinda andrew'e tamamen yabanci bir akil hocasindan aldigi "oldugum zaman yasadigimi bilecegim" ogudunu izlercesine, gelecegin belirsizligine umursamaksizin degisimi kabul etmesidir hikayeyi, diger romantik komedi tarzi filmlerden ayiran...andrew hicbir zaman hayatini dramatik bir sekilde degistirmek istememistir aslinda. cok zengin olmak, cok mutlu olmak gibi emelleri de yoktur. babasinin aksine, kendisi aslinda sadece herseyin, bir kerecik bile olsa normal olmasini istemistir. buyuk seylerde gozu yoktur, ancak buyuk trajedilerde bile aglayamaz, bir turlu icini dokemez. ne zaman herseyin normal olabilecegi fikri kafasinda belirdiginde, ne zaman hakikaten de birine deger verebildigini hissettiginde isler degisiyor.simdi soyleyecegim biraz klise kacacak -ki klise konusmayi hic sevmem, ancak herkesin kendisinden birseyler buldugu filmler vardir ya, garden state ve andrew karakteri bende bu hissi yasatti diyebilirim. mesela ben de babaannemin cenazesinde aglayamamistim. oldugu zaman evinde, bedeninin yaninda durdugumda bile aglayamamistim. tipki andrew gibi, ben de bir "olmeyi kendisi de cok istiyordu" hissiyatina kapilmis, babaannemin olumune, onun namina sevinmistim aslinda. olmeden onceki bir bucuk sene boyunca cektigi aciyi bildigim gibi, aslinda biraz da icimde "onun son senelerindeyken ben vaktimin %80'ini abd'de gecirdim, burada olsam arada sirada gelir, en azindan yalniz birakmazdim, benim icin halbuki neler yapti, bana halbuki neler ogretti" hissi mevcuttu.gercek hayatin ta kendisi olan hikayede, aslinda andrew'in ne kadar mutevazi bir insan oldugunu da kabul etmemiz gerekir. cunku o, kendi ozel hayatinda meydana gelen irili ufakli trajedileri hicbir zaman buyutup bir mesele haline getirmemistir. aksine, tek istedigi herseyin normal olmasidir, baska birsey degil. etrafindaki insanlarin da pek ic acici bir durumda olmamasinin farkinda midir, bilemeyecegim, ancak bir psikolojik sorundan cok, bir mutevazilik ornegi sergilemistir.butun filmde herhalde en anormal hayat tarzini yasadigi halde, andrew'in gozunde en normal olan cift, o yikik dokuk teknenin icinde yasayan ailedir muhtemelen. onlar, hayatin gerceklerine ayak uydurduklari halde, yine de mutludurlar, hallerinden memnundurlar ve hicbirseyden sikayetci degildirler. onlar, hayatlarinin amacini bulmuslardir ve bulunduklari bolgeyi, insaat makineleri istila etmeden ve bozmadan kesfedeceklerdir. ancak asiri bir mutluluktan ziyade, mutevazi bir mutluluktur onlarinki, ve andrew de bunu gormus, bunu istemis ve sam'i opme cesaretini iste bu sirada kendisinde bulmustur.natalie portman, kendi karakteri samantha (sam) ve andrew arasinda gecen romantik diyaloglar hakkinda, "genellikle erkekler, romantik diyalog yazdiklarinda hep kendilerine gore romantik olan ogeleri secerler. sari sacli, surekli soyunan bir hatun gibi mesela" tarzi bir yorumda bulunmus. bana ilginc geldi, cunku hakikaten de dogru saniyorum ki; karakterlerin aralarindaki konusmalar bana hicbir sekilde yapay gelmedi. ancak yine de zach braff'in kendi idealindeki kiz figurunun tatli, neseli, terbiyeli, yetenekli, zeki ve anne sefkatine sahip oldugunu tahmin ediyorum. "don't be cute", "she's innocent", vb. cumlelerden, filmin sonlarina dogru banyo kuvetindeki "senin yaninda kendimi cok guvende hissediyorum" sozunden bunlar rahatlikla anlasiliyor.filmden cikarilan sahnelerden birinde (kiraladigim dvd'de gordum) babasi ile birlikte andrew, annesinin boguldugu kuvetin yaninda uzun, ve cok dramatik bir diyalogda bulunmus. oyle ki, banyonun dekorasyonu, her iki tarafta yukselen sutunlar, oturmus aglayan, "dun gece ruyamda bir super kahramandim" seklinde ogluna konusan bir baba ve caresizce onu dinleyen oglunun goruntusu, tam bir antik yunan trajedisini andiriyormus zach braff icin.bir de, filmde bir seks sahnesinin olmayisi (natalie portman "ah keske olsa!" demis guya, tabii esprituel bir sekilde soyledi, ciddiye almadik), zach braff'in bir cift arasindaki duygusal bagi sinema yolu ile sunarken seksin butun bu duygusalligi bozmasi ve izleyicinin sekse odaklanmasi nedeniyle boyle birseyi filme koymadigini soylemeden edemeyecegim.not 1: filmdeki kopegin, zach braff'in bacagina sarilmasi icin kendisinin surekli "who's your bitch" demesi gerekmekteydi, cunku kopek, bu soze karsi boyle bir reaksiyon gostermek uzere egitilmisti.not 2: filmden sonra artik zach braff'a kil olmaktayim, cunku kendi yazdigi, oynadigi ve yonettigi bir filmde natalie portman ile opusme serefine nail olmustur, ona yanarim. ama yine de severim seni zach, kil olsan da...not 3: cok, ama cok basarili bir soundtrack'i vardir. gercekten. gercekten...
(spincrus - 22 Ocak 2005 09:16)
--- spoiler ---hayat hakkında söyleyeceğiniz şeyler varsa, hele ana malzeme olarak zamanında annesinin belden aşağı felçlik yaşamasına sebep olan ve yatıştırıcı haplarla sinirleri alınmış bir adamı kullanıyorsanız yer yer didaktik olmak kaçınılmaz olacaktır. işte bu en büyük handikapın içinde film, güzel bir film olmayı ve sık sık "bir film izlediğinizi" unutturmayı başarabiliyor. sebep "zach braff'ın söylediklerine kulak vermenin akıllıca olması" mıdır, "jerome david salinger karakterlerini anımsatan tuhaf yan karakterler" midir, "natalie'nin o hiç kimsenin yanına yaklaşamyacağı, duruluğu, hassasiyeti, olağan olduğunu farkettiğinde olağandışılaşması" mıdır (evet evet en çok budur) bilemem... ama girişteki uçak sahnesi, o telefon, yanından geçerken kendi kendine akmaya başlayan musluklar, dünya üstünde samantha gibi birinin gerçekten var olma ihtimalı, o koca boşluk ve üstündeki karavan, sıcak çay, ölüm mahallinde öpüşme ve yıllardır ortalıklarda görünmediği için değer kazanan ve karton bardakta saklanan göz yaşı aklımdan çıkmayacak ve tüm sinefilliğimi bir kenara bırakıp filme hayran olacağım, evet...--- spoiler ---garbage bags... my dearest raincoats.
(cocoon - 3 Şubat 2005 01:44)
alice harikalar diyarinda tadi birakiyor bu film. sahneler degistikce yuzunuze absurd ogeler carpiliyor, ama hikayeye oyle guzel katiliyor ki bunlar, itiraz edemeden izliyorsunuz. scurbs etkisi sezilebiliyor filmde, sadece hayal urunu sahneler yerine bu tip abartili goruntuler, karakterlerle bezeli ama "gercek" bir hikaye izliyoruz. mesela--- spoiler ---andrew parti gecesinden sonraki sabah arkadasinin evinde uyaniyor ve karsisindan bir sovalye geciyor. uctu cocuk cok cekti herhalde derken bu elemanin bir medieval theme restoraninda calistigini ogreniyoruz.andrew sam'in evine geldiginde afrikanin bagrindan kopup gelmis bir eleman merdivenlerden iniveriyor, goruyoruz ki bu adam aslinda sam'in "kardesiymis". bunun da aciklamasi var evet.buz pateni sahnesinde hemen hemen hepimiz sam'i firfirli pembe bir elbiseyle gormeyi beklerken karsimiza yesilinden puturlu bir alligator cikiyor, parmak izleriyle dolu ekranin arkasindan bu acayip yaratigin basarili dansini izliyoruz.daha bir dolu boyle ayrinti, otmeyen cirt cirt icadindan tutun teknede yasayan 'infinite abyss' bekcilerine kadar.--- spoiler ---netekim, hic mi hic sikmiyor bu film, gayet keyifle izleniyor, gulduruyor. aradaki mesajlar, andrew'in hikayesi oldukca acik islenmis ve tartisilmis zaten. yine de evden ayrilmak ve ardindan artik olmayan bir yeri ozlemek gibi vurucu diyaloglara dokunmak lazim.zayif gordugum iki noktasi oldu, birincisi sam andrew'la ilk tanistiklari diyalogda asiri bayat bir kiz olarak cikiyor karsimiza. diger sahnelerle arasinda biraz kopukluk seziliyor.ikincisi filmin sonu havaalani sahnesinden itibaren biraz kopuk ve eksik gozukuyor. biter bitmez dvd'de alternatif son aradim. bulamadim.bu arada film boyunca ozellikle sahne baslarinda kullanilan simetri hastaligi gozlerden kacmiyor. ilk kare hep vurucu, sasirtici, ve* goz oksayici. yine de fotograf karesi gibi sahne acilislari filmin dogalligindan birsey eksiltmiyor bana gore.
(elessar - 26 Şubat 2005 12:12)
izlediğim en sade anlatımlardan birine sahip olmakla birlikte, başındaki turbulans sahnesi ile aklımda kalacak olan film. bu sahne ile bir insanın umarsızlığı daha iyi anlatılamazdı. sonraki sahnede adamın hastalıklı iç dünyası bembeyaz bir oda ve yatak ile, başı boşluğlunu ve amaçsızlığı ise sade dekor ile verilmiş. --- spoiler ---film boyunca her an kötü bir şeyler olabilir hissine kapıldığımız halde hiç bir şey olmuyor, beklentileri yerle bir edip klişe bir son ile son buluyor.--- spoiler ---
(anahita - 21 Ağustos 2005 22:34)
(bkz: devlet bahçeli)
(blackflag - 8 Kasım 2005 01:28)
izlediği filmlerde en ufak diyalog ayrıntılarına, çoğu zaman o diyalogtaki duyguya/bakışa veya çekimler arası geçişlere ve o sırada çalan müziklere takılanların izlerken zevkten dört köşe olabileceği dupduru ve keyifli bir film…dakka bir gol bir, ilk karşılaştırdığınız film ister istemez "eternal sunshine of the spotless mind" oluyor. görsellik ve kurgu bakımından eternal ile karşılaştırmak garden state’e haksızlık olsa da, hissettirdikleri bakımından onunla karşılaştırılması bence bir başarı. (bkz. ilk senaryo+yönetmenlik deneyiminde senaryosu charlie kaufmana ait bir film ile karşılaştırılmak!!) filmde saf, duru ve samimi bir şekilde gelişen, çok gerçekçi duran ama gerçek hayatta bir çoğumuzun arayıp da bulamadığı, bu nedenle gerçekliğini sorguladığı bir aşk var. --- spoiler ---- how are you feeling?- safe. when i’m with you i feel so safe, like i’m home.--- spoiler ---hazır ev demişken, andrew karakterinin aile ve ev üzerine tespitleri dikkat çekici. ailesinin yanından ayrılıp, ayrı yaşamaya başlayınca, aslında çocukluğunda “ev” diye özlediği/sevdiği yerin artık o ev olup olmadığını sorgulaması ve bu sorgulamanın kendi evlenip bir aile kuruncaya kadarki geçici bir süreç olduğuna kendini inandırması... sonuçta vardığı aile tanımı ise düşündürücü; “a group of people that miss the same imaginary place”. bu tanım benedict anderson’nın “imagined community” kavramını çağrıştırıyor*...herkesin kendine has olduğuna, kendine has özelliklerini öne çıkarması gerektiğine, kendine gülebilecek ve kendini eleştirebilecek kadar kendinin farkında olması gerektiğine inananların* seveceği bir yöntem bulmuş sam karakteri. filme ve sam'e renk katan çok hoş bir ayrıntı bu yöntem:--- spoiler ---“do you know what i do when feel completely unoriginal i make noise or i do something that no one has ever done before. and then i can feel unique again even if it’s only for like a second.”“this is your one opportunity to do something that no one has ever done before and that no one will copy again throughout human existence!”--- spoiler ---soundtrack için ise şunu söyleyebilirim; bu film bu soundtracksiz düşünülemez ama bu soundtrack albüm bu filmden bağımsız gayet güzel düşünülür de, dinlenir de, bağımlılık yapar da... hatta dinlediğin en başarılı soundtrack olarak tarihe geçer de*...andrew ile sam'in aşkını özetleyen mini bi spoiler ile son nokta... :--- spoiler ---"i don't want to waste any more of my life without you in it, okay?"tadı damakta kalan sahneler; şömine başında tap dance, havuzda derin muhabbet, uçuruma karşı çığlığı takiben öpücük, küvette gözyaşı... bu böyle gider...--- spoiler ---dip not: kesilen sahnelerine en acıdığım film.
(mirimax - 8 Ocak 2006 23:26)
Yorum Kaynak Link : garden state