• "bugüne kadar kanal d'de dizi yapılmamış olması pek tuhaf. önümüzdeki sezon yaparlar herhalde. allah allah. ilginç."
  • "göz kısışına gurban olduğum bir kadın işte. okurken ben de sık sık göz kısmadım değil. kısınız."
  • "icindeki dogum tasviri beni dehsete dusuren eser. levin denen karakterin karisinin dogum yapisi oyle bi anlatilmis ki okurken dogum sancilari cektim diyebilirim."
  • "tolstoy'un eşsiz eseri. tam anlamıyla psikolojik çözümlemelerin ve insana dair değişmez gerçeklerin sunulduğu hançer gibi bir anlatıma sahip şaheser."




Facebook Yorumları
  • comment image

    anna karenina ve vronsky arasindaki askin haricinde aslen levin'in oykusu olup, bu karakterin agzindan tolstoy'un kendi din, devlet ve yasama dair fikirlerini yansittigi ancak citira cerez eglence olsun diye bir de ask hikayesi motifi katma amaciyla anna ile vronsky'i bir araya getirdigi roman, netekim anna assolist gibidir kitabin neredeyse yarisinda ortaliklarda gorunmez.
    ayriyetten anna karenina cok ileride milan kundera tarafindan yazilan varolmanin dayanilmaz hafifligi isimli romanda tomas karakterinin kapisina dayana thereza'nin kolunun altindaki kitaptir ayrica, oyle ki bu romandaki kopege ismini verir, karenin koyarlar enigin ismini...(bkz: detay) (bkz: beynin kisa devre yapmasi)


    (szap - 26 Mart 2002 02:09)

  • comment image

    rivayet olunur ki; anna karenina 1877'de yayımlandığında, tolstoy'a "bu romanda ne anlatıyorsunuz?" diye sorulmuş; üstat şöyle cevap vermiş: "anna karenina'da ne anlattığımı anlatabilmek için onu size ilk cümlesinden son cümlesine kadar okumam gerekir."

    kaynak: hasan ali toptaş, harfler ve notalar, s. 101.

    not: bunu okuduktan sonra araştırdım; roman 1873-1877 yılları arasında ruskii vestnik'te kısım kısım tefrika edilmiş...yani soruyu soran ya metin tamamlandığında, ya da tamamlanmak üzereyken sormuş olmalı sorusunu.


    (gofret beyin - 20 Aralık 2007 19:57)

  • comment image

    (kutsal kitap, romalılar 12:19) 'öç benimdir, ben karşılık vereceğim.' (vengeance is mine, i will repay.) epigrafı ile başlayan kitap.
    bu cümle ergin altay'ın mükemmel çevirisinde* "içim nefret dolu, öcümü alacağım" biçiminde.
    kendisine bunu sorduğumda* rusça metni bulup tekrar çevirdi. çeviride hata olmadığını, metinde cümlenin incilden alındığı belirtilmediği için cümlenin çevriminde istediği sertbestlikte hareket edebileceğini söyledi.

    --- spoiler ---
    tanrının "öç benimdir, ben karşılık vereceğim" demesi; toplumsal kurallara, ahlaka riayet eden (kitty, levin) ilişkilerin iyiye, toplumdışı, ahlakdışı ilişki kuranların(anna, vronski) felakete sürüklenmesi sürecine bir gönderme olarak okunulabilir.
    aksine, "içim nefret dolu, öcümü alacağım" cümlesi ise, anna'nın kendini trenin önüne atması gibi doğrudan bir cezayı çağrıştırıyor.

    birinci cümlede toplumsal bir süreç söz konusuyken, ikinci cümlede bireysel öc alma söz konusu. epigrafın anlamı ve işlevi değişiyor. bu açıdan cümlenin doğru çevirisinin, "öc benimdir, ben karşılık vereceğim" olduğunu düşünüyorum.
    ---
    spoiler ---

    kutsal kitaptaki cümlenin tam metni (copy-paste)
    19 - sevgili kardeşler, kimseden öç almayın; bunu tanrı'nın gazabına bırakın. çünkü şöyle yazılmıştır: "rab diyor ki, 'öç benimdir, ben karşılık vereceğim.'"
    20 - ama, "düşmanın acıkmışsa doyur, susamışsa su ver. bunu yapmakla onu utanca boğarsın."
    21 - kötülüğe yenilme, kötülüğü iyilikle yen.


    (tinkebaut - 26 Ocak 2009 17:45)

  • comment image

    "bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır" diye başlar.
    sonra kendimizi bir anda dolly'nin* evliliğindeki çalkantının içinde buluruz.

    gelmiş geçmiş en iyi açılışlardan birine sahiptir.


    (lumina obscura - 14 Şubat 2009 00:33)

  • comment image

    --- spoiler ---
    kocasını aldatan ve sevgilisi tarafından aldatıldığını hisseden anna'nın içsel konuşması şöyledir:

    -bu şarkılar, kiliseler ve sahtekarlıklar ne işe yarıyor? sadece birbirimizden nefret ettiğimizi gizlemeye.
    ---
    spoiler ---


    (handlewithcare - 27 Eylül 2009 00:15)

  • comment image

    kitabı okumadım, ne yazık ki. başka bir sebepten araştırma yapmam gerekti. yabancı bir kaynaktaki alıntılar bölümündeki şu alıntı dikkatimi çekti: “all happy families resemble one another, each unhappy family is unhappy in its own way”.


    (cliodna - 13 Aralık 2002 13:02)

  • comment image

    "anna karenina"da, kucuk yasta bir teyzesinin mudahelesiyle yasli alexey alexandrovic ile evlendirilmis tek cocuk sahibi anna'nin kont vronskiyle olan skandal iliskisi ve buna paralel olarak, eski sehirli-yeni ciftci konstantin levin'in kitty (katja aleksandrovna miydi?) ile olan iliskisi anlatilir. buraya kadar tamam.
    anna'nin toplumdan dislanisi, kitap hakkinda uc bes bir sey duymus herkesce bilinen ve kitap boyunca da belli belirsiz sezdirilen kaderi, yani olumu ilk bakista soyle bir izlenim yaratabilir: anna kocasini aldattigi ve iyi bir anne olmadigi icin olumle cezalandirilmistir; uslu durmayan kadinlarin sonu budur.
    ama tolstoy'un boyle bir konu ustune, kac? 900kusurat sayfa yazdigini ve dahasi bu yazdiginin yuzyildan uzun suredir ayni heyecanla okundugunu dusunmek; boyle (nabokov'un deyimiyle) gayri sanatsal bir fikrin o kadar zaman hayatta kalabilecegine inanmak guctur. kisaca, kitabin mesaji bu degildir.

    eserin soylemek istedigi hakkindaki dusuncelerime gecmeden evvel, kitabi bir pembe dizi kivaminda bulmanin ve bu eglenceli pembe dizi konusunun "klasikler" sozcuguyle uyusmadigini dusunenlerin bakmasi gereken bir baslik gondereyim (bkz: sinema eylence diyil sanattir ustelik yedincisi)

    tolstoy'un soylemek istedigi "kadinlar evinizde uslu uslu oturun"dan ziyade, "kokenini ruhsal bir sevgiden (ve dahasi belki ruh ikizliginden) almayan hicbir evliligin, iliskinin yurumeyecegi"dir (kisa bir parantez notu geceyim, nabokov, "anna karenina" incelemesinde bu cumleyi birebir kuruyor, ote yandan kendisi bunun acilimlariyla pek ugrasmadigindan ben biraz acacagim acabilirsem). anna'nin terkettigi kocasi ve dislandigi toplum nedir ki, kimdir ki? tolstoy'un bagnazligiyla dalga gectigi, fesatligindan tiksindirdigi lydia ivanovna ile onun etkisinde kalmis saftirik, ne edecegini bilmez, kendini dine veren kocasi. peki ya digerleri? tolstoy butun kitap boyunca anna'yi yargilayip onu dislayan insanlarin iki yuzlulugunu goze sokmaz mi? kocasini aldatan cok kadin vardir tolstoy'un anna karenina'sinda, ama hicbiri anna kadar durust degildir, hepsi bir yalanla yasayip giderler (tolstoy oldurmez onlari, mutsuzluga da mahkum etmez).

    hem sonra, kitap bu konu ustune olsa, levin ve kitty neden varlar? levin ile kitty tebesirle ciziktirirken yazdiklarinin bas harflerinden birbirlerinin ne demek istediklerini direk anlarlar; sanki aralarinda bir bag vardir. ote yandan anna ve vronski ayni ruyayi gorurler, yine aralarinda mistik bir bag vardir (ama garip bir sekilde vronski ruyayi garip ve eglenceli bulurken, anna bir kabustan uyanircasina uyanir ruyadan). bu iki ciftin birbiriyle karsilastirilmasindan olusur kitap, bir nevi. birbirinin ruh ikizi gibi olan kitty ve levin'in iliskisi ideal iliski; biri mantiksal digeri bedensel iki tutkunun pesinden kosturan anna'nin yasadigi iliski ise sonu belirsiz, geleceksiz iliskidir. bu anlamda aslinda anna'nin cektiklerini gosterirken tolstoy'un yasadigi donemden beklenmeyecek aciklikta bir gorus alanindan kadin erkek iliskilerine ve kadinlarin toplumdaki konumuna bir bakis atabilmekte, anna'yi yargilayan toplumu yargilayabilmektedir. budur.


    (caponsever - 13 Şubat 2003 14:42)

  • comment image

    net olarak söyleyebileceğim tek şey bu romanın "kusursuz roman" tanımına uyan tek yapıt olduğudur.
    hem okur, hem yazar hem de eleştirmenler için keyif alınarak okunabilecek ender yapıtlardan biridir. bilindiği gibi genellikle okurların beğendiğini eleştirmenler beğenmez, diğerinin beğendiğini öteki beğenmez. ama bu anna karenina için geçerli bir önerme değildir.

    ne olağanüstü sürükleyiciliğine rağmen teknik sorunlar içeren suç ve ceza;
    ne müthiş roman tekniğine rağmen sürükleyiciliği diğerleri kadar olmayan karamazof kardeşler;
    ne tüm zamanların en devrimci yapıtı olmasına rağmen kimsenin tam olarak anlayamadığı ulysses;
    ne de tüm görkemine rağmen kayıp zamanın izinde;

    hiçbiri anna karenina kadar tam bir metin değil..

    (bkz: dünyanın en iyi 10 romanı/@kafkaesque)
    (bkz: dünyanın en iyi 10 romancısı/@kafkaesque)


    (kafkaesque - 31 Ekim 2011 17:44)

  • comment image

    birçok kişi söylemiştir zaten, tüm zamanların en güzel açılışına sahiptir bu roman: "bütün mutlu aileler birbirine benzer. her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir."

    ama bir kulak mevzusu vardır ki bu açılışı bile ikinci plana iter: ("bence" diyeyim de yazara ayıp olmasın) kadın, yıllardır evli olduğu kocasına bakar ve "kulakları ne kadar da büyük, ne kadar da çirkinmiş!" diye düşünür. roman, (galiba!) aslında o anda başlar.


    (bir nick bulamadim ki - 9 Kasım 2011 22:47)

  • comment image

    anna karenina romanı 1873-1877 yılları arasında yazılmıştır. fakat romanı yazma düşünceleri tolstoy’un kafasına 1870 yılında girmiştir. bunu da eşinin günlüğündeki “tolstoy dün gece bana, yüksek sosyeteden, ama yolunu şaşırmış, evli bir kadın tipi yarattığını söyledi. bu kadını suçlu olarak değil de, sadece acınacak bir halde göstermek istediğini de sözlerine ekledi” cümlelerinden anlıyoruz.

    dostoyevski ise 1877 yılında bu kitap için “anna karenina, çağımızın avrupa edebiyatındaki benzerlerinden hiç birisinin, kendisiyle boy ölçüşemeyeceği kadar kusursuz, mükemmel ve ölümsüz bir san’at eseridir.” demiştir.

    eşsiz bir tahlil kabiliyetinin ürünü olan bu yapıttan birkaç alıntı yapalım....

    "garda kendisini karşılamaya gelen kocasını görünce uyanan izlenimleri:
    anna , kocasının soğuk ama gösterişli yüzüne özellikle şimdi onu şaşırtan ve melon şapkasının kenarlarına dayanan kulak kepçelerine bakarak: aman yarabbi, kulakları niye böyle olmuş?... diye düşündü”.

    “anna birdenbire:
    kadınların, hatta kötülükleri yüzünden bile erkekleri sevdiğini duymuştum, diye başladı. ama ben ondan, erdemleri yüzünden tiksiniyorum. ben onunla yaşayamam. onun fiziksel görünüşü bile üzerimde etki yapıyor, beni çileden çıkarıyor. ben onunla yaşayamam, hayır, yaşayamam. peki ben ne yapayım? eskiden de mutsuzdum, bundan daha mutsuz olunamayacağını sanırdım. ama, şimdi içinde bulunduğum bu korkunç durumu aklıma bile getiremezdim. inanır mısın, onun iyi bir insan olduğunu, eşsiz bir insan olduğunu, onun tırnağı bile olamaycağımı bildiğim halde yine de ondan tiksiniyorum. iyi yürekliliğinden ötürü ondan tiksiniyorum. benim için yapılacak biricik şey...”

    “evet, bu benim için büyük bir dert, oysa, dertlerimizden kurtulmamız için bize akıl verilmiş; o halde ben de kurtulmalıyım! artık bakacak bir şey kalmadıysa, bakılan şey insanı tiksindiriyorsa, ışığı niye söndürmemeli? ama nasıl? o kondüktör niye öyle geçti koridordan? bitişik kompartımandaki şu gençler niye bağırıyor? niye konuşup, gülüşüyorlar? bunların hepsi asılsız, hepsi yalan, hepsi kandırmaca, hepsi kötülük!”

    beni ise kitapta en çok annanın kardeşi stiva (stefan arkadyeviç oblinski -yoksa arkadyiç miydi?-) ile ilişkileri etkilemiştir. o devirde bu kadar iyi anlaşabilen bir kız ve bir erkek kardeş! düşünmesi gerçekten hoş. bu devirde bile kardeşlerin arasında ne denli uçurumlar olduğunu düşünürsek.... evet ben de stiva gibi bir biraderim olsun istiyorum!

    öte yandan kitabın başlarında beni haddinden fazla sıkan levin karakterinin toprak reformu hede hödölerinden bahsetmem lazım. levini o kadar itici buldum o kadar itici buldum ki, lev'in kendi karakterinden yola çıkarak tasarladığı bu adamın, deyim yerindeyse kitapta olmamasını isterdim... aşk ve ihtiras okuyacağız diye toprak ve çiftçilik bilgilerini okuyup en kalitelisinden çiftçi olacaktık neredeyse... neyse ki kiti'nin doğum yaptığı sahne ortaya çıktı. ve ben bir erkeğin "hep benim yüzümden acı çekiyor, ben sebep oldum bütün bunlara, keşke ölse de bitse" yorumunu yapabileceğini o sayfalarda gördüm. etkilenmedim değil. etkilendim... levin karakterinin de kitap içinde gerekli olduğuna kanaat getirdim. fazlalık yok... eksiklik de yok bu kitapta....

    ayrıca bende "rusçada evlilikten doğan akrabalıkların adlandırılması eksikliği" gibi bir kanaat uyandırmıştır bu kitap. netekim; beau-fréré enişte kelimesi yerine, belle-sour baldız kelimesi yerine, les beaux-frères bacanak kelimesi yerine, belle soeur da yenge kelimesi yerine defaatle kullanılmıştır.


    (daphne - 14 Temmuz 2003 11:39)

  • comment image

    sinema denilen "görsel" sanata ziyadesiyle katkıda bulunmuş 2012 yapımı bir joe wright filmi. şimdiiii, 1915'den bu yana tam 13 kez değişik ülkelerde sinema ve televizyon versiyonları çekilmiş muhteşem bir romandan bahsediyoruz. aman efendim roman iyi uyarlanmamış da vs vs demeden filmin tadını çıkarmaya bakmak lazım. zaten son türkçe baskılarından biri 1064 sayfa olan çok katmanlı bir roman anna karenina. aşktan başka, çarlık rusyası, toprak sahipleri, köylüler, dünyadan kopuk üst sınıf, ekonomi, politika vs dolu bir roman. her türlü yozlaşmayı kapalı kapılar ardında yaşayıp anna gibi kendi isteğiyle ortaya çıkanları dışlayan iki yüzlü üst sınıf için gayet feminist bir karakter bir yandan da anna. sinemacılar ne yapmış bunca yıl? anna ve vronsky'nin yasak aşkının üzerine abanmışlar. "aaay ne romantik yanee" falan diyen filmler çıkmış ortaya. sophie marceau şahaneymiş falan filan. tamam hastasıyız, güzel kadın, sean bean de taş bir abimiz, severiz, ikisi de mis gibi oyuncu, ama en iyi uyarlama o değildi tabi ki. eğer derdimiz uyarlama idiyse. güzel bir aşk filmiydi kendisi. izledik, sinema adına beğendik. karenin mesela gereksiz derecede yaşlıydı o filmde. orada da romanda kafamızda canlandırdığımız karakterlere uymayan aktörler vardı. ama sinema bu dedik. arada patlamış mısır ve frigo yedik. oysa ki kitap bu aşktan çok daha öte bir şey. o kadar arka planı sinemacı nasıl anlatsın iki saatte?

    mesela o sinemacılar levin abimizi epeyce yan bir karakter yapmayı tercih ettiler hep. yahu buz gibi isveçli sarışın fıstık greta garbo'dan iki kez anna çıkarmış bir hollywood'dan bahsediyoruz. nerede kaldı kitaptaki siyah kıvırcık saçlı, çok çok da tapılacak bir güzelliği olmayan anna. 1967 yılında ruslar neredeyse sayfa sayfa çekmişler pek leziz olmuş da onu da bilindik sinema seyircisi beğenmez. misal, bugün filmi yanyana izlediğim chp kadın kolları mizanplili teyzelerden biri filmdeki tükürük ve dil içeren iki öpüşmeyi "porno" olarak niteledikten sonra, (şimdi onlara da hak vermek lazım. ne de olsa hollywood'un her ikisi de eşcinsel olan doris day ve rock hudson'ı altın çift olarak lanse edip dudaklarını sımsıkı yapıştırdığı o steril öpüşme neslinden geliyorlardı sanırım) "ah şekerim nerede o ömer şerif'in çektiği, nerede bu. gençken yeni melek'te izlemiştim" dediğinde "o doktor jivago olacak sanırım salakcım" diyecektim ki "kadın da audrey hepburn'du. ne kadındı" deyince sağ tarafımla bağlantımı kesip kendimi "10 dakika ara" rezilliğindeki pehlivan köfte reklamına verdim. mizanplililer de tükürüklü öpüşememiş her kıskanç kadının yaptığı gibi hınçlarını almak üzere yıkıp yıkıp yaptırdıkları mutfak ve banyolarından bahsetmeye başladılar akabinde. neyse dağıldım bak yine.

    şimdi yıl olmuş 2013. joe abimiz çekilen bunca uyarlamadan sonra ben de farklı bir şeyler yapayım demiş ve yapmış. güzel olmuş mu? bence şahane. bildik aşkı bildik düz şekliyle izlemek yerine kıpraşan arka planlar ve iç içe geçen iç ve dış mekanlarla anlatmış. hikayeden koparıyor mu? hayır. e daha ne istiyoruz? sinema bu. gözlere ve kulaklara şenlik olmalı. hem çekim planlarıyla, hem müzikleriyle, hem de oyunculuklarla. oyunculuklara gelince keira seveni az bir kadın. insanları kırk yıl sırtında taşısa yaranamayacak bir tip. ama eşek gibi çalışmış ve olmuş pekala da anna. azıcık daha iyi olurmuş belki ama o kadar kusur nurgül yeşilçay'da ziyadesiyle bulunur mesela. "keira joe ikilisinin en güzel işi bence muhteşem atonement'tir" diyerek şahsi zevkimizi de belirttikten sonra jude law'un tutkusu bazen vronsky'yi bile aşan, içine dönük, çaresiz ve kendine göre aşık şahane bir karenin olduğunu söylemeden geçmemek gerek. filmin bonus'u ise keira'nın eski mr darcy'si matthew macfayden'in canlandırdığı nefis oblonsky. en kongelig affære kızı isveçli alicia vikander ise bizim "uuyy uşağum"dan öteye gitmeyen aksan çabalarımıza ders olacak şekilde ana diliymiş gibi oynamış ve tam bir kitty olmuş.

    filmle ilgili röportajlarda iki kelimeyi bir araya getiremeyen utangaç aaron taylor-johnson ise kırılgan, süslü, şımarık vronsky'de başka bir adama dönüşmüş ve romana en uygun karakterlerden biri olmuş zannımca. bizim mizanplili teyzelerin östrojen oranını yükseltti mesela salonda. biri "ne şeker gözleri var oğlanın ah canım" falan dedi sevişme sahnelerinin birinde. ben de eski harry potter çocuğu, kırmızı oğlan domhnall gleeson'a benzer hisler besledim. oyunculuğu gayet güzel olsa da levin'in daha kelli felli olmasını beklerdik ama olsun "maşallah pek de büyümüş, başka filmlerde de görmek isteriz seni bebeyim, hem babanı da severiz" diyerek taltif etmek istiyorum kendisini. neyse, sinema adına özel ve güzel bir film. yok kitaba uymuş uymamış, yok keira meira demeyin, izleyin. keira'yı beğenmeyen sinem kobal'dan romantik komedi 2'yi seyredebilir. 14 şubat'ta geliyormuş. tanıtımına maruz kaldım da. evlerden ırak. anna karenina romanını da iş bankası yayınları bastı mis gibi. topluma hizmet için 20 lira. neredeyse film fiyatına. her akşam 20 sayfa okunsa 53 günde falan bitiyor ilaç niyetine. hararetle tavsiye olunur.


    (how soon is now - 2 Ocak 2013 23:37)

  • comment image

    bir kere izlemenin haksızlık olacağı film. kitabı nasıl her değişen seneyle okunmalıysa, 2012 joe wright yönetimi filmi de birden çok daha fazla izlenmeye yaraşır bir ustalık eseri olmuş. izlerken yer yer ağzım açık kaldı. acıklının ya da aşkın meşkin ötesinde artıları ve eksileri ile eğlenceli bir film de olmuş.

    --- spoiler ---

    ilk sahnelerde yine joe wright'ın elizabeth bennet ve fitzwilliam darcy'sini tren istasyonunda bacı kardeş birbirlerine koşarken görünce sesli güldüm. keira knightley'nin kareninalığı tartışmaya açık ama matthew macfayden çok başarılı bir oblonsky olmuş.

    ingiliz joe'nun anna karenina'sı çok ingiliz bir film olmuş ayrıca, bbc, itv gibi kanalların yapımlarını yakından takip edenler, bu dizilerden filmlerden aşina oldukları pek çok oyuncuyu da filmde göreceklerdir: downton abbey'nin lady mary'si michelle dockery princess myagkaya, jane eyre'in jane'i ruth wilson princess betsy tverskoy olarak benim gözüme çarpanlar, daha adını bilemediğim başkaları da irili ufaklı rollerde mükemmel iş çıkarmışlar.

    çekim tekniği ve sahne geçişleri konusunda ahkam kesemeyeceğim çünkü zerre bilgim yok, ama bu romanı kim bu şekilde filmleştirmeyi düşündüyse beynine sağlık diyebiliyorum sadece, vals sahnesinde herkesin olduğu yerde donup, anna ve vronsky'nin dansıyla salonun yeniden can bulması i-na-nıl-maz olmuştu. bu ve pek çok sahnede çenem yere düştü.

    sevişme sahneleri de ayrı bir estetik mucizesiydi, ki bunda aaron johnson denilen, yunan tanrılarının önünde secde edeceği herifin payı büyük. ilk kez savages'da izlemiş, "tövbe estafurullah insan mı lan bu?" diye 1 hafta düşünmüş, hayatı sorgulamış, kör kuyularda merdivensiz kalmış, hele ki o acuze kılıklı karısını görünce şehr-i istanbul'daki tüm çatılar tepeme yıkılmıştı. "kendine aşık etme büyüsü" gibi bir büyünün varlığına inanmış ve neden büyünün bu kadar günah olduğunu anlamıştım. günah lan, o adama günah!

    keira knightley iyi hoş, genelin aksine ben çok severim ama kadın o kadar iskeletor ki, o cennetten inme vals sahnelerinde sırtının zayıflıktan ne hale geldiğine bakmaktan odağınızı kaybediyorsunuz. yine de filmdeki tüm kadınlardan daha asil ve güzeldi, fazla mimik kullandığına katılmıyorum, vronsky'e olan tutkusundan deliye dönen kadının hakkını vermiş.

    filmin en ve tek eksik yönü bence, romanın anna'dan ve onun aşkından bile daha önemli karakteri olan konstantin levin'e, onun iç sorgu ve hesaplaşmalarına, kitty ile evliliklerinin günden güne nasıl derinleştiğine, anna düşerken levin'in yükselmesine yeterince bile değil, verilmesi gereken önemin hiç gösterilmemiş olmasıydı. levin alelade zengin bir çiftçi, şans eseri sevdiği kızla evlenen bir taşralı olarak kalmış ve bu hiç olmamış. oyuncu seçimi olarak domhnall gleeson, alfred molina'yı aratmayan, tipi ile de tam bir rus levin olmuş, keza kitty de tam bir kitty.

    film oldukça hoplamalı zıplamalı, şarkılı türkülü başlamışken sonuna doğru dekorun da, havanın da, insanların da kararması iyiyken, anna'yı intihara sürükleyen süreç maalesef filmin eğlenceli atmosferi arasında yitip gitmiş. "histerik bir kadın bir gün kıskançlık krizine girip gidip kendini raylara attı" olarak çok sakil kalmış.

    bu eksiklerine rağmen mutlaka izlenmesi ve arşivlenip tekrar tekrar izlenesi bir film çıkmış ortaya.

    ---
    spoiler ---

    bu filmin yönetmeni de "yönetmen", laz vampir tirakula'nın da, şafak sezer filmlerinin de. işte bu gerçeğe anlam verebilmek için benim bir 400 sene filan daha yaşamam lazım.


    (isolde - 3 Ocak 2013 18:31)

  • comment image

    bugüne kadar kanal d'de dizi yapılmamış olması pek tuhaf. önümüzdeki sezon yaparlar herhalde. allah allah. ilginç.


    (efendilerus - 13 Ocak 2013 20:27)

  • comment image

    giriş cümlesiyle ilgili türkçe'de bir karışıklık olan roman. buraya da yazılmış. internette arattığınızda da aynı şey çıkıyor;
    "bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir."
    oysa, nobokov'un ada ya da arzu isimli romanı bu cümleye gönderme ile başlıyor ve bu kitapta yer alan biçimi anlam olarak ilkinin tam tersi; "bütün mutlu aileler az çok birbirinden farklıdır; bütün mutsuz aileler ise az çok birbirine benzer"
    kişisel kanaatim ikincisinin doğru olduğu yönünde. bir de rus arkadaşlara danışmak gerek. *


    (haydi abbas vakit tamam - 4 Kasım 2013 14:42)

  • comment image

    tolstoy, evlilik dışı bir aşk ilişkisi nedeniyle perişan olan bir kadının öyküsünü anlatırken (anna), bu öyküyü levin'inkiyle dengeleyip levin'in ağzından, toplum, kültür, felsefe ve tarım üzerine düşüncelerini yansıtmıştır. kitaptaki ideal insan levin'dir. onun dışındakiler, (stiva, vronsky, karenin ve diğer tüm sosyete kokonaları) yaşadıkları kokuşmuş kalbur üstü tabakadan görüntüler sunarak diğer taraftan levin'in içtenliğini ve görünüşe aldırmayan sağlam karekterini daha da belirginleştirmişlerdir.

    anna evliliğinde aşkı bulamamış bir kadın olarak tutkusunun peşinden gitmek istemiştir ama bulundukları sosyal sınıf bu ilişkiye tavır almış ve annayla sevgilisinin mahvına sebep olmuştur.

    levin ise -tolstoy'un da arzuladığı gibi- okuyucuya öyle sıcak ve samimi görünmüştür ki onun karısıyla yaşadığı sosyete kalıplarının dışına çıkan sevgisi şahsen beni kitabı okurken yatağımda iki büklüm etmiştir.

    başkasının karısına kur yapma densizliği, rus sosyetesinde normal şartlarda hoş karşılanan bir durum olmasına karşın, levin hiçbir nezaket kuralının böyle acı verici ve iğrenç bir duruma müsaade etmeyeceğini düşünmüş ve haklı olarak adamı bir güzel evinden kovmuştur. kitaptaki diğer karekterler bu olay karşısında şaşkınlıklarını "inanamıyoruz" şeklinde dile getirmişlerdir. ancak yazar, okuyucuya levin'in tavrını tasdik ettirmektedir.

    anna karenina, gülünç derecede fransız özentisi rus sosyetesinin çarpıklıklarını, bu çarpıklıkların o günkü koşullarda ve o toplum katmanında yaşayan insanların hayatlarında yarattığı etkileri, müthiş tolstoy dehasıyla anlatan, önemli dünya klasiklerinden biri olan romandır.


    (cekoslavakyalilastirilamayan - 1 Haziran 2004 01:26)

  • comment image

    hiç kimse görmedi cennetten dünyaya düşmüş bu kadının yüzünü..ama daha "dün" görmüşüm gibi hatırlarım..hele bir de yüzüne hüznün haleleri düşmüşse..kim bilebilirdi "dünyanın en güzel" kadını sözcüklerden yaratılsın..ama ben hep levin olmak isterdim..kendi ayaklarım üstünde dururken kiti gibi bir kadının kolları arasında dinlenmek yorulduğumda..bilirim anna karenina bu dünyaya ait değil..


    (dubliner - 12 Haziran 2004 21:56)

  • comment image

    icindeki dogum tasviri beni dehsete dusuren eser. levin denen karakterin karisinin dogum yapisi oyle bi anlatilmis ki okurken dogum sancilari cektim diyebilirim.


    (bloodflowers - 25 Ekim 2001 18:50)

  • comment image

    tolstoy'un eşsiz eseri. tam anlamıyla psikolojik çözümlemelerin ve insana dair değişmez gerçeklerin sunulduğu hançer gibi bir anlatıma sahip şaheser.


    (narrator - 2 Şubat 2002 17:14)

  • comment image

    her seyden evvel rus edebiyati onunde saygiyla egilmeye bir neden dahadir. bu roman, lev tolstoyun bu romani cok sey hakkindadir ama nacizane bende biraktiklari ise sunlardir:

    her seyden evvel, tolstoy’un dehasini, yetenegini sunda goruruz: bu romanin kurgusu edebiyat kurgusundan cok ote, bambaska bir seydir. iletisim yayinlarindan cikan halinde yer alan vladimir nabokov’un sonsozunde soz ettigi gibi zaman ile yazarin oynama yetenegi bambaska. oyle ki bu romanin kurgusunda, karakterlerin karsilasmalarinda, eslesmelerinde bambaska bir sey var. roman anna ile baslamaz, anna ile bitmez. anna ile baslamamasi ne kadar hos ise anna ile bitmemesi o kadar acidir, bana kalirsa. bu noktada tolstoy’un kisisel maksadi, yani hep anlasildigi, iddia edildigi uzere kendi kisisel kaygilarini anlatmaya araci ettigi levin karakterinin ‘imana gelisi’yle romanin bitisi degil de, anna öldukten sonra da cevresindeki herkesin bir sekilde hayatina devam ettigini, hatta cogunun anna’yi coktan unuttugunu gostermesidir. anna ölmustur, her sey, bu hayat, bu dunya, herkesin gundelik tasasi, kaygisi, heyecani aynen devam etmektedir. her sey anna’nin geride biraktigi gibidir. annasiz dunya aynen onunla nasilsa oyle devam etmektedir. bu cok aci, ama cok gercek bir sey, ölume dair, manasizligimiza dair cok gercekci bir sondur, eger bu eser anna hakkinda ise. anna’dan sonra da devam edisi basli basina unutulmaz bir sondur. ve romanin her kisacik ani, her ruh halini, her bilinc akisini anlatmasindaki keskin zekayi fark etmemek mumkun mu? degil.

    sonra sunlar var: kiti aslinda ne kadar siradan bir kadindir. yani anna mutsuzluga mahkum edilirken kiti’nin mutlu olusu da tam hep oldugu gibidir, beklendigi gibidir. sinir bozucudur. ama sunu teslim etmek gerek. anna ile vronksi’nin birbirine asik olusuna kiti’nin gozuyle bakariz. o meshur baloda kiti, anna ile vronski’nin karsilikli asik oluslarini gozler, dakika dakika bir anda ucuncu sahisligina dususunu kavrayarak ve diger ikisi arasinda daha adi konulmaya cok uzak o birlesme, aska dusme halini taptaze bir ucuncu sahis olarak bize anlatir. bu da cok evrensel, cok zaman otesi bir sey imis, okurken anladim, o kadar tanidik gelisinde bir hikmet var idi.

    sonra bir de su var: anna bir kadin olarak sapina kadar bir kadin olarak, kocasinin sozde iyicilliginden tiksinirken vronski’ye kendini teslim eder. durumu itibari ile her seyi geride birakir iken, hayatinin merkezine vronski’yi kacinilmaz olarak koyar. adi cikmisligindan butun sosyal hayati biter, giderek daha da katlanilmaz halde butun hayati vronski’den ibaret hale gelir. anna oglundan bile vazgecmisken vronski bir cemiyet insani olarak hayatin baska baska hallerinden haz almaya devam eder, ‘kamusal’ yuzu olan biri olmaya da. bu da kadinla erkegin esit olmayan sekilde odedigi bedellerden biridir.

    diger taraftan kismen anna’ninkine benzer levin’in aski vardir. levin basindan sonuna hissettigi seyi tartar, olcer, bicer. en kendinden gectigi anlarda bile olcmeye, bicmeye, tartmaya devam eder. neredeyse toprak meselesi ile askini ayni sogukkanlilikla olcer, bicer, gerektiginde ayni mesafe ile nerede olduguna bakabilir, kendince, kendine gore yapar durur bunu ‘rasyonel’ levin.

    nihayetinde levin ile kiti kazanir. basta anna, sonra vronski kaybeder. nabokov’a gore bunun nedeni anna ile vronski arasinda olanin sadece tensel bir sey olusudur, ben buna gulup gecmek istiyorum. anna gibi bir kadini, hele ki onun son gununde yasadigi o hezeyani, gelgiti, yalnizliginin derinligini boylesine anlatabilen bir yazar boyle dusunmez, boyle kestirme davranmaz, tensel olan ile olmayan diye birsey olmadigini bilir demek istiyorum. belki de herkese gore degisir, levin-kiti sozde bu yarisi kazanirken anna-vronski’nin kaybedisinin nedenleri uzerine herkes baska bir sey dusunur. akliyla degil kalbiyle-bedeniyle-ruhuyla, nabokov’un kiti ve levin’e layik gordugu uzere ‘metafizik’ olarak da butun olarak kendinden gecenlerin kaybedisidir. bence nabokov hatali, aski dahi kuralina gore oynayanlar, olcenler-bicenler kazanir, metafizik askla alakasi yoktur levin-kiti iliskisinin.

    kisisel not: o kadar dar zamanda okumuslugumun simdiden o kadar guzel bir hatirasi oldu ki anna karenina’ yi zamanla unutmayayim diye uzun uzun yazmak istedim. utanmasam daha da yazacak idim. ayrica son sozunde dostoyevski’ ye bir vesile ile ‘cok daha alt duzeyde bir sanatci’ dedigi icin de laflar hazirlamis idim nabokov’a. aklimda bu laflar hala.


    (selviboylumalyazmalim - 3 Şubat 2006 10:27)

Yorum Kaynak Link : anna karenina