Facebook Yorumları
  • comment image

    bjk çarşı'nın son sözüdür...

    unutma... 16 aralık 2014 çarşı duruşması

    --- spoiler ---

    aklımız vicdanımızda kaldı!

    önsöz kerem ile aslı, ferhat ile şirin, leylâ ile mecnûn neyse bizim için beşiktaş ile çarşı da odur…
    sonsöz: beşiktaş

    bize: “size ne?” diyorlar.
    yıllar önce fok balıklarının katliamına isyan ettiğimizde güldüler bize. “size ne?” dediler. yerdiler bizi, ama bugün sıfatsızın biri çıktı ve size “fok you !” dedi. o gün yanımızda olsaydın bugün “fuck you !” diyor olacaktın, bunu unutma!

    düzen zaten istiyor ki, bir araya geldiğimiz sadece doksan dakikalık bir hayatımız olsun; bu süre zarfında sadece atılan gole sevinip yenilen gole üzülelim. hayatımız doksan dakika içinde genleşip daralsın, orda başlayıp orda bitsin. sahanın içinde olanlar dışında ‘görme, duyma, konuşma’ demek istiyorlar. o doksan dakikanın başlama vuruşuna kadar geçen zaman sanki hiç yaşanmamış gibi yok sayılsın. “hadi şimdi dağılabilirsiniz! unutun gitsin.” öyle mi? oysa bizim bir hayatımız varsa, bu hayat başkalarının hayatıyla mümkündür. başkalarının hayatına sırt çevirenler, gözlerini kendinden olana çevirir; kendi oğullarını bir hanedan gibi görmenin dışına adım atamazlar. futbolun insanlara yaydığı kolektif ruh, kolektif hâfıza kendimize dışarıdan bakma şansı verir bize. bu bakış, insanî değerleri diri tutar. insanlığa yapılan yanlışları, kurulan kumpasları görünür kılar. bizi, birbirimizden haberdar kılar. haber niteliği olan durum ve olguları korkmadan, cesaretle halkın önüne taşıma sorumluluğu verir.

    bir araya geldiğimiz statlarda, salonlarda aleyhimize çalınan haksız penaltılara isyan edelim, çıkan haksız kırmızı kartlara isyan edelim, ama bu “milletin .mına koyacaz’ diyenlere yol veren düzene isyan etmeyelim! öyle mi? yoksul halk çocuklarının bayrağa sarılı tabutlarını unutalım? 12 yaşında vücudundan 13 kurşun çıkarılan çocukları unutalım? kaşları kartal kanadı olan berkin’imizi, güzel yüzlü ali ismail’imizi unutalım? öyle mi? insan, biraz da unutmadığı için, daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu hatırladığı için insan değil mi? insan, hayatın kanayan yerine baktığı için, sırtını dönmediği için çocuklarının yüzüne utanmadan bakabilir.

    rakibin haksız yere oyundan atılmasına olan isyanımız takdire şayan görülür, ama trabzon’da doğa katliamı rönesansı hes’lere karşı isyanımız tu-kaka öyle mi?

    sporda şike ve teşvik söylentileri ayyuka ulaştığında “italya’dan futbolcu değil, savcı istiyoruz” dedik. fena mi ettik? kötü mü söyledik? insan neye ihtiyacı varsa onu istemez mi?

    plüton’a yapılan haksızlığa bile “oha” demişken hâlâ bize “siz böyle şeylere kafa yormayın” diyorlar, ama bilmezler ki plüton’u evlatlıktan atanlar bile bugün bin pişman.
    istiyoruz ki, içinde ülkemizin de yer aldığı dünya aynı akıbete uğramasın. turizm bakanlığı bütün dünyaya ülkemizin tam bir cennet olduğunu duyurmak isteyen tanıtımlar yapacak, ama biz “kaz dağı’nın üstü altından daha değerlidir” dediğimiz zaman hâkim kırmızı kartını bize gösterecek! öyle mi?

    “yağmurdan korksak sokağa çıkmazdık.” o yüzden dile geldik;

    “siyanür öldürür!”, “ferhat da dağları deldi ama şirin için” dedik.

    bizleri doksan dakikanın içine hapsetmek isteyen o düzene ali sami yen’den seslendik; yıl 2011, “çarşı betona karşı”; “ali sami yen park olsun, şişli hayat bulsun”, “rant yapma park yap”
    gidemediğimiz maçta kulağımız radyoda, gözümüz televizyonda, aklımız hasankeyf’te kaldı...

    hadi de bakalım şimdi ey zâlim; “şirin bilseydi munzur çayı'nın gizemini ferhat'ın hali nic’olurdu ?”

    ama yok, istiyorlar ki doksan dakikanın sonunda doksan gün ofsayt tartışalım, başka da hiç bir şeyi dert edinmeyelim.statlar bir beşik gibi uykuya doğru sallayıp dursun bizi istiyorlar. oysa maçlara ara verildiğinde hayat devam ediyordu ve yazın 45 derece sıcakta parke taşı döşeyen işçinin alın terinde kaldı aklımız… “taşeronlaşmaya, sendikasızlığa, kuralsız çalışmaya hayır" dedik.

    sen demedin mi?
    “ mayıs: 1 sermaye: 0 “

    “çarşı nükleer santrallere karşı”
    “sizin nükleeriniz varsa bizim metan gazımız var”
    “nükleersiz türkiye”
    “karadeniz kanserden ölmesin ulan!”

    sanırsın ki atomu parçaladık da tanrı parçacığının peşine düştük... oysa değil.

    "ses verin yakarışıma, bu işin sonu fukuşima" dedik o kadar...
    “terörün her türlüsüne hayır” dedik aklımız körpe kuzularda kaldı…
    çocuklarda kaldı aklımız;
    “alayınıza sobe ulan” “çarşı çocuk pornosuna karşı”
    “çarşı aile içi şiddete de karşı”

    kışın evsizlerde kaldı aklımız “donduk ulan!” dedik. üst katta oturanları, alt kattakinden haberdar kılmaya çalıştık.

    “padişah değilim çeksem otursam
    saraylar kursam da asker yetirsem
    hediyem yoktur ki dosta götürsem
    iki damla yaştan gayrı nem kaldı”

    aklımız vicdanımızda kaldı;
    kimsesizlerin kimsesi olmaya gayret ettik. huzur evlerinde kaldı aklımız; evlat olduk, torun olduk, çiçek olduk, kucak bulduk. aklımız çocuk esirgeme kurumları’nda kaldı… oyuncak olduk, palto olduk, bot olduk, kalem olduk, kederi silen silgi olduk, mutluluğa açacak olduk...kıyıda, tenhada bırakılmış olanları hayatımızın ortasına davet ettik.

    aklımız sokak hayvanlarında kaldı
    “çarşı sokak hayvanlarına koşuyor”; 5 ton kuru/yaş mama, 5 bölgeye mamalık ve su depoları, yaklaşık 500 kulübe ve tıbbi müdahale için birçok ilaç ... ukrayna’daki köpek katliamına karşı da üç maymunu oynamadık.
    ah o çocuklar, yine o çocuklar... lösev’e koştuk, kucaklaştık, umut götürdük onlara, “bir tuğla da sen koyar mısın ?” dedik ve aklımız lösemili kardeşlerimizde kaldı…

    simdi bizi yerin dibine gömmek istiyorlar.

    yahu, madenlere indik ki biz! yeryüzü doksan dakika yukarıda değil ki bizim için. yeryüzü her yerde:
    “540 metrede röveşata! bu da mı penaltı değil ?”
    n’oldu ? aklımız fikrimiz madenlerde kaldı…
    "ölümün taşeronları hiç mi doymayacak bu siyah kâra"
    “siyah bile kaybetmiş asaletini yokluğumuzun karanlığında”
    “soma’nın en orta yerinde büyük bir yangın var alevler içinde”
    bizim de ayakkabımızın altı delikti, “hrant” olduk. acının üzerine hep birlikte kapaklandık.
    ırkçılığa karşı olduk,”hepimiz zenciyiz” dedik.

    bize kapak takmak istediler, cevabımız “kapakları toplayalım engelleri aşalım” oldu. sıradanlaşmış, kurumsallaşmış kutlama haftalarının dışında ihtiyacı olan yurttaşlarımıza 60'ı manüel, 4'ü akülü olmak üzere toplam 64 arabayı semtte sergiledik teslim ettik. “bu da çarşı'nın koreografisi” dedik.

    aklımız ihtiyaç sahiplerinde kaldı.

    aklımız 8 konteynır ve 1 tır malzeme ile “sokağın tavanı kadar”
    akıl van’da kaldı…karada, karakışta kaldı.
    şirince’de ”kıyamet seninle kopmaya geldik”

    la biz size n’ettik?
    bütün türkiye’de kızılay’a oluk olduk kan olduk aktık, ama bizim aklımız acil kan aranıyor çığlıklarında kaldı…
    aklımız hâlâ filistinli hanzala’da…
    “çocuklar okusun” diye 10 günde 25 okula 25 kütüphane projesine destek verdik… aklımız kütüphanelerde kaldı…kâğıtlara hürmet etmekten bir an geri durmadık.

    çarşı köy okullarına koşuyor
    iki yılda isim isim 550 okul 20 binin üzerinde çocuğumuza bot, mont, atkı, bere, çanta, kıyafet, oyuncak, kırtasiye olduk olmasına da aklımız hâlâ köy okullarında…

    biz siporu seviyoruz sevmesine de, daha dün ses olduğumuz tiyatro yıkımlarına karşı bugün eski güreş hakeminin, zabıta müdürünün şehir tiyatrolarına sufle vereceğini tahmin etmemiştik. bunca yağdanlığın, dalkavuğun gölgesinde ata sporuna işmar çakmayı nasıl unuturduk: “çarşı, yağsız güreşe de karşı” dedik.

    ulu kartal, kimseleri darbecilere, terör örgütlerine methiyeler düzmek, yardım ve yataklık yapmak zorunda bırakmasın.

    vicdanınızla kalın!
    çarşı
    ---
    spoiler ---


    (chippi - 14 Aralık 2014 13:46)

  • comment image

    anlatılan her şeyi birebir yaşamış görmüş iki cihanda şahidi olarak duygulanarak okudum.
    daha çok okunması için ne gerekiyorsa yapacağıma söz veriyorum.

    vicdanın sesi çarşının gücüne güç katmaya geldim.

    "
    aklımız vicdanımızda kaldı

    önsöz: kerem ile aslı, ferhat ile şirin, leylâ ile mecnûn neyse bizim için beşiktaş ile çarşı da odur…

    sonsöz: beşiktaş

    bize: “size ne?” diyorlar.
    yıllar önce fok balıklarının katliamına isyan ettiğimizde güldüler bize. “size ne?” dediler. yerdiler bizi, ama bugün sıfatsızın biri çıktı ve size “fok you !” dedi. o gün yanımızda olsaydın bugün “fuck you !” diyor olacaktın, bunu unutma!

    düzen zaten istiyor ki, bir araya geldiğimiz sadece doksan dakikalık bir hayatımız olsun; bu süre zarfında sadece atılan gole sevinip yenilen gole üzülelim. hayatımız doksan dakika içinde genleşip daralsın, orda başlayıp orda bitsin. sahanın içinde olanlar dışında ‘görme, duyma, konuşma’ demek istiyorlar. o doksan dakikanın başlama vuruşuna kadar geçen zaman sanki hiç yaşanmamış gibi yok sayılsın. “hadi şimdi dağılabilirsiniz! unutun gitsin.” öyle mi? oysa bizim bir hayatımız varsa, bu hayat başkalarının hayatıyla mümkündür. başkalarının hayatına sırt çevirenler, gözlerini kendinden olana çevirir; kendi oğullarını bir hanedan gibi görmenin dışına adım atamazlar. futbolun insanlara yaydığı kolektif ruh, kolektif hâfıza kendimize dışarıdan bakma şansı verir bize. bu bakış, insanî değerleri diri tutar. insanlığa yapılan yanlışları, kurulan kumpasları görünür kılar. bizi, birbirimizden haberdar kılar. haber niteliği olan durum ve olguları korkmadan, cesaretle halkın önüne taşıma sorumluluğu verir.
    bir araya geldiğimiz statlarda, salonlarda aleyhimize çalınan haksız penaltılara isyan edelim, çıkan haksız kırmızı kartlara isyan edelim, ama bu “milletin .mına koyacaz’ diyenlere yol veren düzene isyan etmeyelim! öyle mi? yoksul halk çocuklarının bayrağa sarılı tabutlarını unutalım? 12 yaşında vücudundan 13 kurşun çıkarılan çocukları unutalım? kaşları kartal kanadı olan berkin’imizi, güzel yüzlü ali ismail’imizi unutalım? öyle mi? insan, biraz da unutmadığı için, daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu hatırladığı için insan değil mi? insan, hayatın kanayan yerine baktığı için, sırtını dönmediği için çocuklarının yüzüne utanmadan bakabilir.

    rakibin haksız yere oyundan atılmasına olan isyanımız takdire şayan görülür, ama trabzon’da doğa katliamı rönesansı hes’lere karşı isyanımız tu-kaka öyle mi?
    sporda şike ve teşvik söylentileri ayyuka ulaştığında “italya’dan futbolcu değil, savcı istiyoruz” dedik. fena mi ettik? kötü mü söyledik? insan neye ihtiyacı varsa onu istemez mi?
    plüton’a yapılan haksızlığa bile “oha” demişken hâlâ bize “siz böyle şeylere kafa yormayın” diyorlar, ama bilmezler ki plüton’u evlatlıktan atanlar bile bugün bin pişman.
    istiyoruz ki, içinde ülkemizin de yer aldığı dünya aynı akıbete uğramasın. turizm bakanlığı bütün dünyaya ülkemizin tam bir cennet olduğunu duyurmak isteyen tanıtımlar yapacak, ama biz “kaz dağı’nın üstü altından daha değerlidir” dediğimiz zaman hâkim kırmızı kartını bize gösterecek! öyle mi?

    “yağmurdan korksak sokağa çıkmazdık.” o yüzden dile geldik;

    “siyanür öldürür!”, “ferhat da dağları deldi ama şirin için” dedik.

    bizleri doksan dakikanın içine hapsetmek isteyen o düzene ali sami yen’den seslendik; yıl 2011, “çarşı betona karşı”; “ali sami yen park olsun, şişli hayat bulsun”, “rant yapma park yap”
    gidemediğimiz maçta kulağımız radyoda, gözümüz televizyonda, aklımız hasankeyf’te kaldı...

    hadi de bakalım şimdi ey zâlim; “şirin bilseydi munzur çayı'nın gizemini ferhat'ın hali nic’olurdu ?”

    ama yok, istiyorlar ki doksan dakikanın sonunda doksan gün ofsayt tartışalım, başka da hiç bir şeyi dert edinmeyelim.statlar bir beşik gibi uykuya doğru sallayıp dursun bizi istiyorlar. oysa maçlara ara verildiğinde hayat devam ediyordu ve yazın 45 derece sıcakta parke taşı döşeyen işçinin alın terinde kaldı aklımız… “taşeronlaşmaya, sendikasızlığa, kuralsız çalışmaya hayır" dedik.
    sen demedin mi?
    “ mayıs: 1 sermaye: 0 “

    “çarşı nükleer santrallere karşı”

    “sizin nükleeriniz varsa bizim metan gazımız var”
    “nükleersiz türkiye”
    “karadeniz kanserden ölmesin ulan!”

    sanırsın ki atomu parçaladık da tanrı parçacığının peşine düştük... oysa değil.

    "ses verin yakarışıma, bu işin sonu fukuşima" dedik o kadar...
    “terörün her türlüsüne hayır” dedik aklımız körpe kuzularda kaldı…
    çocuklarda kaldı aklımız;
    “alayınıza sobe ulan” “çarşı çocuk pornosuna karşı”
    “çarşı aile içi şiddete de karşı”

    kışın evsizlerde kaldı aklımız “donduk ulan!” dedik. üst katta oturanları, alt kattakinden haberdar kılmaya çalıştık.

    “padişah değilim çeksem otursam
    saraylar kursam da asker yetirsem
    hediyem yoktur ki dosta götürsem
    iki damla yaştan gayrı nem kaldı”

    aklımız vicdanımızda kaldı;

    kimsesizlerin kimsesi olmaya gayret ettik. huzur evlerinde kaldı aklımız; evlat olduk, torun olduk, çiçek olduk, kucak bulduk. aklımız çocuk esirgeme kurumları’nda kaldı… oyuncak olduk, palto olduk, bot olduk, kalem olduk, kederi silen silgi olduk, mutluluğa açacak olduk...kıyıda, tenhada bırakılmış olanları hayatımızın ortasına davet ettik.

    aklımız sokak hayvanlarında kaldı…
    “çarşı sokak hayvanlarına koşuyor”; 5 ton kuru/yaş mama, 5 bölgeye mamalık ve su depoları, yaklaşık 500 kulübe ve tıbbi müdahale için birçok ilaç ... ukrayna’daki köpek katliamına karşı da üç maymunu oynamadık.
    ah o çocuklar, yine o çocuklar... lösev’e koştuk, kucaklaştık, umut götürdük onlara, “bir tuğla da sen koyar mısın? ” dedik ve aklımız lösemili kardeşlerimizde kaldı…

    şimdi bizi yerin dibine gömmek istiyorlar.

    yahu, madenlere indik ki biz! yeryüzü doksan dakika yukarıda değil ki bizim için. yeryüzü her yerde:
    “540 metrede röveşata! bu da mı penaltı değil ?”
    n’oldu ? aklımız fikrimiz madenlerde kaldı…
    "ölümün taşeronları hiç mi doymayacak bu siyah kâra"
    “siyah bile kaybetmiş asaletini yokluğumuzun karanlığında”
    “soma’nın en orta yerinde büyük bir yangın var alevler içinde”
    bizim de ayakkabımızın altı delikti, “hrant” olduk. acının üzerine hep birlikte kapaklandık.
    ırkçılığa karşı olduk,”hepimiz zenciyiz” dedik.

    bize kapak takmak istediler, cevabımız “kapakları toplayalım engelleri aşalım” oldu. sıradanlaşmış, kurumsallaşmış kutlama haftalarının dışında ihtiyacı olan yurttaşlarımıza 60'ı manüel, 4'ü akülü olmak üzere toplam 64 arabayı semtte sergiledik teslim ettik. “bu da çarşı'nın koreografisi” dedik.

    aklımız ihtiyaç sahiplerinde kaldı.

    aklımız 8 konteynır ve 1 tır malzeme ile “sokağın tavanı kadar”
    akıl van’da kaldı…karada, karakışta kaldı.
    şirince’de ”kıyamet seninle kopmaya geldik”

    la biz size n’ettik?
    bütün türkiye’de kızılay’a oluk olduk kan olduk aktık, ama bizim aklımız acil kan aranıyor çığlıklarında kaldı…
    aklımız hâlâ filistinli hanzala’da…
    “çocuklar okusun” diye 10 günde 25 okula 25 kütüphane projesine destek verdik… aklımız kütüphanelerde kaldı…kâğıtlara hürmet etmekten bir an geri durmadık.
    “çarşı köy okullarına koşuyor”
    iki yılda isim isim 550 okul 20 binin üzerinde çocuğumuza bot, mont, atkı, bere, çanta, kıyafet, oyuncak, kırtasiye olduk olmasına da aklımız hâlâ köy okullarında…

    biz siporu seviyoruz sevmesine de, daha dün ses olduğumuz tiyatro yıkımlarına karşı bugün eski güreş hakeminin, zabıta müdürünün şehir tiyatrolarına sufle vereceğini tahmin etmemiştik. bunca yağdanlığın, dalkavuğun gölgesinde ata sporuna işmar çakmayı nasıl unuturduk: “çarşı, yağsız güreşe de karşı” dedik.

    ulu kartal, kimseleri darbecilere, terör örgütlerine methiyeler düzmek, yardım ve yataklık yapmak zorunda bırakmasın.

    vicdanınızla kalın!"


    (limon kimyon zorro - 16 Aralık 2014 17:33)

Yorum Kaynak Link : aklımız vicdanımızda kaldı